Kara Bulutlar Dünya Ekonomisinin Tepesinde – Güneş Gümüş
2008 krizi dünyayı, ABD’den başlayarak dalga dalga etkilemişti. Önemli bir dönem boyunca Çin, yüksek büyüme rakamlarıyla, yoğun hammadde tüketimiyle, küresel ekonominin motoru konumuna yerleşmişti. Almanya’da üretimiyle, borç verme kapasitesiyle Avrupa’nın toparlayıcı – ve bu konumu sayesinde patronu – olmuştu. Gelişmekte olan ülkeler de krizden uzun süre etkilenmemiş; çok ucuza borç alan Batı sermayesinin daha çok para kazanma hırsını görece yüksek faiz oranlarıyla tatmin etmişti. Şimdilerde ise küresel ekonominin her köşesi tel tel dökülüyor. Avrupa Birliği’nin ekonomik temelini sağlayan Almanya 2 çeyrektir küçülüyor (2018’de % 1,4 büyümeye karşılık 2019 ilk çeyreğinde % 0,4; ikinci çeyreğinde % 0,1 büyüme); önümüzdeki çeyrekte de bu durum devam edecek. Alman bankalarının da borç yükünden bilançoları bozulmuş durumda. Çin’in büyüme rakamlarında son birkaç yıldır ciddi bir gerileme var. Arjantin, Türkiye kendi krizleriyle boğuşuyor. Güney Kore’nin (%13,5’lük düşüş), Çin’in (%21,3 düşüş) ihracat rakamları hatırı sayılır şekilde düşüşte.
Küresel büyüme 2018’de %3 iken 2019’da %2,3’e geriledi; bu rakam 2009’dan beri gerçekleşen en kötü performans. 2018’deki toparlanma iddialarının başını çeken ABD’de ise tüketici güveni düşmüş; bir kriz alameti sayılan 10 yıllık tahvil 2 yıllık tahvilden daha kazandırır hale gelmiş durumda.
2008 krizi sonrasında FED’den başlayarak Batı Merkez Bankaları faizleri düşürüp piyasaya bol miktarda para sürmeye başlamıştı. Bu krizle baş etme yöntemi daha büyük borç dağları yaratmaktan ve borcu bankalardan kamu maliyesinin sırtına yüklemekten öte bir sonuç yaratmadı. Kaldı ki 2008 krizi koşullarında faiz oranları görece yüksekti (örneğin 2007’de ABD’de %5,25’di); faiz düşürmenin alanı daha genişti. Şimdilerde birçok ülkede zaten negatif faiz uygulanıyor; en iyi durumdaki örneklerde faiz oranı yüzde 2’lerin üstüne çıkmıyor.
Dünya Siyaseti Daha Çetrefilli
Derin bir ekonomik kriz sadece ekonomiyi vurmuyor; dünya siyasetini de derinden etkiliyor. 100 yıla yakın zamandır emperyalizmin tepesine çöreklenmiş ABD için 2008 krizi dünya ekonomik-jeopolitik rekabetindeki öncü gücünü koruma kapasitesini tartışmaya açtı. Troçki’nin de öngördüğü gibi dünya ekonomisinin merkezi Pasifik’e doğru kayıyor. Trump’un kendine slogan yaptığı “ABD’yi tekrar büyük yap”ma derdi emperyalist rekabeti kızıştırıyor. ABD’nin eski ekonomik güce kavuşamıyorsan en yakın rakibinin ayağına çelme tak mantığıyla Çin’in ilerleyişini durdurma çabası iki ülke arasında gerilimleri tırmandırmış durumda. Trump eliyle yaşama geçen ABD-Çin ticaret savaşları bu gerilim görünen yüzü olsa da Afrika’da, Güney Çin Denizi’nde gerilimler arka planda sürüyor. Oysaki bütün dünya sermayesi neredeyse üretimi bırakıp finansallaşmadan beslenme peşine düşmüşken dünya ekonomisinin geleceği Çin’e; Çin’deki durum da ihracata bağlı. Ticaret savaşları ise Çin’in ihracatına ket vurarak küresel ekonominin daralmasına hız veriyor.
Rekabetin zirve yaptığı ekonomik buhran koşulları sadece rakipler arası çatışmaları şiddetlendirmiyor; eskinin dostlarının da arasını açıyor. Soğuk Savaş dönemi boyunca birlikte hareket etmiş ABD ile Avrupa’nın önemli ülkeleri (özellikle Almanya) arasında zaman zaman soğuk rüzgarlar esiyor. Avrupa Birliği’nde NATO yerine kendi ordumuzu kuralım sesleri boşuna değil. Avrupa da kendi içinde bütünlüklü davranma kapasitesini yitirmiş durumda. 2008 krizi, kıtayı coğrafi eksenlerde ikiye bölmüş gibi. Güneyin daha yoksul ülkeleri ile onlara kemer sıkma politikaları dayatarak borç veren Kuzey Avrupa arasında yarılma büyüyor. Sadece onlar da değil; Avrupa’nın 3. büyük ekonomisi İtalya bile Almanya-Fransa’nın patronluğundan memnunsuz; borç için yüzünü Çin’e dönüyor.
Avrupa siyasetinin en istikrarlı ülkesi İngiltere’de işler, 2008 krizi sonrası toplumsal hoşnutsuzluklarla ortaya çıkan Brexit kararı sonrası darmadağın durumda. Ekonomik durgunluğun başlaması bir yana ülke siyasetindeki belirsizlikler kolay çözülecek gibi değil ve bu kriz sadece onları değil bütün Avrupa’yı da etkiliyor.
İngiltere ile başlayan AB’den çıkış dalgasını sürdürmek isteyen ülke sayısı az değil. Ülkelerde kriz koşulları politik olarak aşırı uçları beslerken, aşırı solun yokluğunda Avrupa çapında boşluğu aşırı sağ dolduruyor ve korumacılık yanlısı, göçmen düşmanı duruşları, AB’den kopuş sesleriyle gerilimleri daha da güçlendiriyorlar.
Küresel rekabetin kızışmasıyla, meselenin varlık-yokluk sorununa dönmesiyle devletlerin himayesine daha çok sığınan sermayelere yönelik başlayan korumacılık önlemleri, ülkeler arası gerilimleri pekiştiriyor. Geçen yıl yabancı sermaye yatırımlarının küresel düzeyde %13 gerilemesi hem reel sektörde tıkanmayı hem de korumacılığın etkilerini yansıtıyor. Korumacılık ülkeler arası çatışmaların da kapısını aralıyor.
Financial Times, boşuna “sisteme reset atmak” gerek diye manşet yapmıyor. küresel ekonomi ve onunla doğrudan ilişkili şekilde küresel siyasetin gittiği yol, yol değil!