Mursi ve Müslüman Kardeşler Neydiler, Ne Yaptılar-V.U. Arslan

Mursi ve Müslüman Kardeşler Neydiler, Ne Yaptılar-V.U. Arslan

Mursi’nin ölümü epey çarpıcı bir şekilde oldu. Daha önce idam cezası ertelenen devrik devlet başkanı, mahkeme salonunda bu sefer Katar hesabına casuslukla suçlanıyordu ki son nefesini bu salonda verdi. Ölümü adeta eylem gibi oldu.

Mısır’da yaşananlar birçok çağrışımla yüklü. Kolay değil, Arap toplumlarının hatta Afrika’nın en önemli ülkesi Mısır az zamanda neler yaşamadı ki… Tarihin gördüğü en büyük protestolarla Mübarek gibi bir diktatörün devrilmesinden, bir yıllık bir İslamcı iktidar deneyimine ve yine tarihin en büyük protestolarından (bu sefer Mursi’ye karşı) krizi fırsata çeviren genelkurmay başkanı Sisi’nin yeni firavun olarak yükselişine…

Bu süreçle ilgili bir sürü çağrışım mevzu bahis yapılabilir. Ama benim aklıma FETÖ ile ilgili olan geldi. Malum, iktidar kavgasını kaybedince aynı Müslüman Kardeşler gibi FETÖ’nün de başına gelmeyen kalmadı. Cemaatin tutkulu lideri Gülen, stratejik ortak, büyük alim ve saygın dini liderden en büyük teröriste dönüştü. Ele geçen FETÖ kadrolarına (hemen hepsi alt düzey) da halen çok çektiriliyor.

Mübarek’in yerine yeni firavun olarak Mısır’ın başına geçen Sisi de Müslüman Kardeşler üyelerine çok çektiriyor. Bu noktada hemen “Mursi seçilmiş liderdi, oysa FETÖ darbeciydi” itirazları yükselecektir. Eğer liberal demokrasiye safça inanmış olsaydık bu itiraza kulak asabilirdik.

Seçimler seçimler…

2012’de Mursi’nin cumhurbaşkanı seçildiği seçimler baya baya düzmeceydi. Seçim sonuçları ABD, ordu ve Müslüman Kardeşler’in pazarlıkları neticesinde açıklandı. Yoğun hileleri saymıyoruz bile. Seçimin ilk turunda neo-Nasırcı solculuğu temsil eden Hamdin Sabahi hileli bir şekilde üçüncülüğe itilince ikinci turda yarışacak ilk iki sırayı Mursi ve ordunun adamı Ahmet Şefik kalmıştı. İkinci turda az farkla Şefik önde olunca ABD’nin de araya girmesiyle az farkla Mursi seçimin kazananı olarak ilan edilmişti. İsrailli arabulucu Yossi Beilin daha sonra Mısırlı yetkililere dayanarak bu pazarlığı açıkça duyurmuştu. Buna göre ordu, Mursi’yi galip ilan edecek, ama Müslüman Kardeşler de ordunun gücüne dokunmayacak ve devlet aygıtı üzerinde mutlak kontrol sağlamaya çalışmayacaktı. Ama bu pazarlık daha sonra olayların da göstereceği gibi yürümedi.

Bu arada seçimlere katılım sadece %48 idi. Katılım oranı ve hileler oy sandıklarına büyük anlamlar yükleyenleri düşündürtür mü bilemeyiz ama seçimin meşruiyetini baştan sıfırlayan bir konu daha var: Mübarek’in devrilmesinde öncü rolü oynayan sol, sosyalist ve demokrat güçlerin 80 milyonluk koca ülkede örgütlenme olanakları hiçbir zaman olmamıştı. O daracık zamanda seçimlere hazır olamazlardı. Zira diktatörler sola hiçbir zaman nefes aldırmamışlardı. Müslüman Kardeşler ve Selefiler ise rejimle bir çeşit uzlaşmaya sahip olduklarından aleni bir şekilde ülke boyunca örgütlüydüler ve Mübarek sonrasına en hazır olanlar onlardı. Sol ve demokratlar, iki gericiden birini seçmek istemediklerinden seçimin ikinci turunu boykot etmek dışında bir şansa sahip olamadılar.

Müslüman Kardeşler Realitesi

Müslüman Kardeşler, ABD emperyalizmi tarafından Mısır’da antikomünizmin bir teminatı olarak görüldü. Soğuk Savaş yıllarında komünizmin engellenmesi ABD için birinci öncelikti. Zaten ABD daha sonraları “komünizme” karşı yeşil kuşak projesi kapsamında İslamcı fanatiklere açıktan büyük destek sağlayacaktı. Cemal Abdunnasır yönetimi SSCB ile yakın ilişkiler kurup ulusalcı bir tavırla İngiliz ve İsrail çıkarlarıyla çatıştığında Mısır içerisindeki en kararlı düşmanları Müslüman Kardeşler’di. Nitekim Nasır dönemi kapandığında Enver Sedat ve ordu, Müslüman Kardeşler üyelerini aşamalı bir şekilde hapisten çıkardılar ve onları sol ile savaşta müttefik olarak gördüler. Enver Sedat, Camp David Anlaşması ile Mısır’ı İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti yapıp Filistin’e büyük kazık atınca Müslüman Kardeşler’den kopan bir grup aşırı İslamcı tarafından öldürüldü ve bu sırada Müslüman Kardeşler (MK) liderleri tekrar hapse atıldı. Gelgelelim Sedat’ın yerine gelen Hüsnü Mübarek, Müslüman Kardeşler’i yeniden ittifak kapsamına aldı. MK bu dönemde iş hayatında, devlet kademelerinde ve akademide büyük güç kazandı. MK liderleri artık milyoner iş adamlarıydı. Müslüman Kardeşler’in düzmece seçimlere katılmalarına bir şekilde izin veriliyordu ve onlar da kayda değer sayıda vekillik ve yerel yöneticilikle yollarına devam ediyordu. Diğer taraftan Mübarek rejimi, MK’ya asla güvenmiyor ve onu sıkı denetim altında tutuyordu.

İşte bu koşullarda Mübarek’i deviren Tahrir Devrimi başladı. Müslüman Kardeşler başlangıçta devrime epey mesafeliydi, eylemlere katılmadığı gibi tabanının da sürece dahil olmaması için büyük çaba sarf ediyordu. Sosyal medyadan doğru önemli bir kızıştırıcı güç haline gelen sol-sosyalist-demokrat gençlik unsurları ile üretimden gelen gücü devreye sokan işçi sınıfı, Tahrir Devrimi’nde ana güç durumundaydı. MK, ancak Mübarek’in işinin bittiğinin anlaşılması sonrası kerhen eylemlere destek açıklamasında bulundu. Ondan öncesinde ise tarafsızdı. Mübarek sonrası cumhurbaşkanlığı seçimleri gündeme geldiğinde MK kadınların ve Hristiyan azınlık Kıptilerin aday olamaması için mücadele ediyordu.

Mursi bahsettiğimiz gibi devlet başkanlığına oturduğunda hiçbir şey istediği gibi gitmedi, çünkü artık devir değişmiş, Mübarek döneminin sindirme ortamı kapanmıştı. Emekçiler ve gençler sokaklarda haklarını aramaktaydı; kaldı ki devrimin motor gücü olan bu kesim MK’yi asla meşru ve haklı bir iktidar olarak görmedi. MK ve Mursi de kendisine şüpheyle yaklaşanları haklı çıkarmak için elinden geleni yaptı.

İlk yapılan iş MK’nin devlet aygıtını tekeline alması için gerekli düzenlemelere başlamak oldu. Bu arada ekonomi bozuluyor, halkın yoksulluğu artıyordu. Muhalefeti bastırmak için sert tedbirler gündeme getirildi. İslamcı kadrolaşma öyle noktaya gelmişti ki geçmişte yabancı turistleri hedef alan katliamda rol oynadığı için uzun yıllar hapiste kalmış Adel el Hayat turizmin başkenti Luxor kentine vali atanabiliyordu.

Kasım 2012’den itibaren Mursi’ye karşı muhalefet yükseldiğinde onun tepkisi cumhurbaşkanının yetkilerini arttırmak oldu. Bunun dışında yeni anayasa taslağında şeriatı dayatma çabaları da halk arasında büyük tepkilerin yükselmesine yol açtı. Toplumsal muhalefet daha da yükseldiğinde Mursi orduya devlet kurumlarını koruma yetkisi veren yeni bir kararname imzaladı. Sisi’nin kritik bir noktaya gelişi bu süreçte oldu, Mursi’nin yaptığı bir çeşit OHAL ilan etmekti.

Müslüman Kardeşler’in İktidar Deneyimi ve Sisi Darbesi

Mursi karşıtı toplumsal hareket artık iyice büyümüştü. Sokak muhalefeti grevlerle birleşirken MK militanları eylemcilere saldırıyordu. Sokaklarda artık düzinelerce ölü vardı. Birçok kentte MK ofisleri ateşe verildi. İşçi sınıfı Mahalla el Kubra gibi merkezlerde olayların yine en merkezinde yer alıyordu. Bazı şehirlerde işçiler etrafında öz yönetim ilan ediyordu.

Derken Nisan 2013’te çok güçlü bir taban dinamiği olarak Temerrüt Hareketi patlak verdi. Hareket, Mursi’nin güvenliği sağlayamadığı ve ekonomiyi düzeltmediği gerekçesiyle imza kampanyasına başladı. Hareketin amacı Mısır’ı yeniden bir seçime götürmekti. On milyonlarca imza toplandı, Haziran ayı Mursi’nin seçime zorlandığı kesin mücadelelerin verileceği ay olarak ilan edilmişti. Ama Mursi erken seçim kararı almamak konusunda ısrarcıydı. Mursi biliyordu ki bir yılda kendisine oy verenlerin büyük çoğunluğunu kaybetmişti. Bu yüzden de insanlık tarihinin en büyük eylemlerine rağmen seçime gitmeyi reddetti.

Sokak hareketi esas olarak örgütsüzdü, kimsenin net bir planı yoktu. İşte bu sokak ile Müslüman Kardeşler arasındaki çatışmanın zirve noktasında karşı devrim büyük bir kararlılıkla harekete geçmeye başladı. Süreç Tahrir Devrimi’nin çalınmasına doğru koşar adım gitmekteydi.

Ordu, 1 Temmuz’da Mursi’ye ültimatom vererek, eğer toplumsal talepleri tatmin edecek bir “yol haritası” ortaya koyamazsa, müdahale edebileceği uyarısı yaptı. Mursi, ültimatom tarihi yaklaşırken, Mısır’ın meşru lideri olduğunu ve taviz vermeyeceğini yineledi. 3 Temmuz 2013’te ordu müdahale etti ve anayasayı askıya aldığını açıkladı. Ülkeyi seçimlere götürecek bir teknokrat geçiş hükümetinin kurulacağını duyurdu. Mursi ve MK bu açıklamayı “darbe” olarak tanımladı ve direniş çağrısı yaptı. Ardından ordu tarafından gizli bir yere götürülen Mursi’den haftalarca haber alınamadı. Onun yokluğunda Kahire’de taraftarları sokağa çıktı ve serbest bırakılarak göreve iade edilmesi talep edildi. Ama MK büyük kitleleri seferber edemiyordu. Ülke çapından gelen MK militanları, haftalarca eylem yapsalar da kendi kapasiteleri dışında bir toplumsal gücü harekete geçirmeyi başaramadı. MK’nin bu sınırlılığı karşısında Ordu, MK’den kurtulmanın sevincini yaşayan geniş bir kesimin desteğini de arkasına almayı başarmıştı. Bu güçle ordu birlikleri 14 Ağustos günü başkent Kahire’deki iki ayrı protestocu kampına müdahale etti ve kilit konumdaki Müslüman Kardeşler üyelerini tutukladı. Protestolara yapılan silahlı müdahalelerde, bin kadar Mısırlı hayatını kaybetti.

Sonuç

Yaşananlar, Müslüman Kardeşler’in mutlak tasfiyesi idi, ama aynı zamanda Tahrir Devrimi’nin de sonunu işaret ediyordu. Ekmek, gelecek ve özgürlük için mücadele eden emekçi ve gençlik yığınları bu tarihsel dönemece hazırlıksız yakalandılar. Kahramanca mücadele etseler de sol-sosyalist güçler, süreci yönetecek kadar güçlü değildiler. Sonuçta olaylar devrim yönünde derinleştirilemezse bir yerde karşı devrim harekete geçecek ve kaçınılmaz darbeyi öyle veya böyle indirecektir.

Bugün AKP medyası Mursi’yi bir şehit olarak lanse ederken elbette çok farklı bir Mursi portresi çiziyor. Batı’daki liberal sol da Mursi’yi bir demokrasi şehidine dönüştürmüş durumda. Oysa onun cumhurbaşkanlığı dönemi kendisinin emekçilerin, gençlerin, kadınların ve azınlıkların ne denli azılı düşmanı olduğunu göstermişti.

İslamcıların Mursi sevgisini anlamak mümkün ama Batı solunun bu güzellemeleri gerçekten tiksindirici. Kendileri refah devletlerinde görece rahat bir ortamın tadını çıkarırken Ortadoğu, Asya ve Afrika’da birçok yerde zaten çok sınırlı olan hak ve özgürlükler İslamcıların tehdidi altında. Türkiye bunlardan sadece birisi. Bu yüzden Sisi gibi diktatörlere karşı mücadele verirken Mursi gibi eli kanlılara da ağlayacak değiliz.