Martın Sonu Bahar mı?- Gökçe Şentürk
Neredeyse her yılın seçimle geçtiği bir dönem şimdilik kapanmış görünüyor. Sokakta, çarşıda, otobüste, metrobüste her yerde insanlar kendi analizleriyle seçimleri değerlendiriyor. Özellikle İstanbul’da sonuçların hala açıklanmamış olmasından da kaynaklı hatırı sayılır bir canlılık var. Gencinden yaşlısına herkesin eşitsizlik tanımına “cuk diye” oturan bir seçimde emekçiler AKP’nin frenine bastı.
Reklam panolarında “aşkın, sevginin” (özellikle İstanbul’da) medyada “beka” umacası ve nefret dilinin Orwell’in 1984 romanını anımsatır şekilde birleştiği bir kampanyanın sonuna geldik. Erdoğan seçim akşamı özetle “büyükşehir belediyelerini alıp bakalım ne yapacaksınız, iktidar da biz varız, bu seçimde de en yüksek oyla AKP kazanmıştır” dese de sayısal oranlar, yüzdeler hayatın çelişkilerini karşılamıyor.
Cumhur İttifakı %51.6, Millet İttifakı %37.5 oy aldı. Sayılarla seçimin kazananı AKP gibi görünse de Ankara, İstanbul, Antalya, Bolu, Artvin, Adana, Mersin, Kırşehir illerini CHP’ye kaybetti. Türkiye genelinde 57 milyon seçmenin 46 milyonu bu seçimlerde sandığa gitti. Geçerli oyların 23 milyonu on büyük şehirde toplanıyor. (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Konya, Kocaeli, Mersin, Gaziantep) Bu şehirler ülkede ekonomik, kültürel ve siyasal merkezler olması sebebiyle AKP büyük oranda muhafazakâr taşra seçmenin desteğini alarak %44 oy oranına ulaşmış görünüyor. Yani gençlerin, kent yoksulu emekçilerin, turizm merkezlerinin, esnafın desteğini alamamış. Ülkenin üretken, dinamik ana nüfusu bu seçimde ekonomik kriz denklemlerinin gösterdiği gibi yüzünü AKP’den dönmüş durumda.
Havalar bahar öncesi bir serinlik içinde olsa da AKP’ye oy vermeyen milyonlar için uzun süreden sonra siyasete ilgiyi ve beklentiyi arttıracak bir hava doğdu. Kriz/beka karşılaştırmaları, ittifakların ve HDP desteğinin varlığı, adayların profili gibi çeşitli etmenlerin etkisiyle ortaya çıkan sonuçlar bundan sonrasında ne olacağından bağımsız AKP’nin hezimete uğramış olması sebebiyle muhaliflere umut veriyor. Böyle olması da çok normal. Kadın cinayetleri, çocuk istismarı astronomik oranlarda artarken eğitimden bilime, kültürden üretime her kalemde bir yozlaşma ve geri gidiş hakimken geniş bir kesim açısından toplum vicdanı da sorgulanır olmuştu. Belli bir kesim için ‘bu toplum hayatta değişmez’ ve ‘bütün çabalar boşuna’ önermesi muhalefetin enerjisini yiyip bitiren bir lanete dahi dönüştü. Fakat krizin etkisinin en yoğun yaşandığı büyükşehirler ve kent merkezleri görece etkinin daha yavaş hissedildiği taşraya göre değişim istediğini göstermiş oldu. Peki bundan sonra ne olacak?
Umutsuzluğun berhava edildiği seçimlerin tartışmaları da kendisi kadar sıcak. Ama işlerin bundan sonra daha da zorlaşacağını söylemek zorundayız. Elbette emekçi yoksul kent sakinleri için. Seçime kadar artan enflasyonun hanelere yansımasını düşürmek, dolu dizgin gelen işsizliğe ket vurmak, gıda enflasyonunun mutfağa yansımasını engellemek için tanzim satış kuyrukları kurmak gibi önlemlerle krizin derinliği hasır altı edilmek istendi. Ama artık AKP uluslararası seviyede de ciddi bir basınçla karşı karşıya. Hem ekonomik hem siyasal anlamda işler bundan sonra daha da karışacak.
Son bir yılda 1 milyon kişi daha işsiz kaldı ki bu sayı katlanarak artacak. ( geniş tanımlı işsiz sayısı %20.9; 7 milyon 153 bin) Gıda enflasyonunu görünmez kılmak için kurulan ve seçim sonrası hemen kaldırılan tanzim satış mağazaları kof çıktı. Şubat ayında gıda fiyatlarına göreli etkide bulunmuş olsa da hayvancılık ve tarımdaki çöküşün karşılığı Mart ayında yüksek oranda artışlar mevcut. Mart itibariyle, mallarda yıllık enflasyon %21.5, hizmetlerde %15 dolayında. Taze sebze ve meyvede yıllık artış %70’i bulmuş halde.
Önümüzdeki aylarda yoksulluğun ve işsizliğin artacağı emeğin haklarına saldırılarda bulunulacağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok. Seçim denklemlerini değiştiren ana unsur ekonomik kriz olsa da siyasi partilerin kendi cenahlarından sistemle ilişkisini keserek meseleyi teknik bir sorunmuş gibi ele almaları süreci nasıl yöneteceklerine dair ipuçları veriyor. Bir defa AKP seçim sonrası “yapısal reformları” devreye sokacağını söyledi. TÜSİAD ve uluslararası sermaye gruplarının da beklentileri bu yönde. Peki ne bu yapısal reformlar? Ne oldukları açıkça konuşulmuyor olsa da açıkça emekçinin cebindeki delik artacak. Kıdem tazminatının kaldırılması uzun süredir konuşuluyordu. Seçimden sonrası ilk elden gelecek bu saldırıya şaşırmamak gerek. Neoliberal birikimin dünya genelinde ortaya çıkardığı krize AKP’nin rant ekonomisi eklemlenince, sermayenin isteklerini karşılamak için emekçilere ağır bir fatura yüklenecek.
CHP kanadında hala çok ortada açıklamalar var. Seçim sonrasında da “kimsenin kalbini kırmamaya” özen gösteren bir söylemle açıklamalar yapılıyor. İktidarda örgütlü sermayenin olduğu bir düzende hiç kimseyi kırmamak demek emekçiye “ne şiş yansın ne kebap” yani sen alışkınsın bana yeni düşmanlar çıkarma demek oluyor. Oysa bu seçimde CHP açısından ortaya çıkan tablonun krizin getirdiği değişim isteği ve alternatifsizlik olduğunu unutmamak gerek. Tarihte 1989 seçimleri örneği, SHP’nin en sağ ilçelerde bile ANAP’ı solladığı bir dinamik yaratmıştı. Kullanılamadığı ve aynı yönetim anlayışının “sosyal demokrat” versiyonunun uygulandığı ölçüde siyasal İslamın önü açıldı.
Özetle, seçimler bitti ve AKP hiç de yadsınamayacak bir hezimete uğradı. CHP’ye kaybettiği oyların yanında MHP’nin ittifak denklemlerinde ön plana çıktığı kemik sağ seçmenin AKP’den MHP’ye kaydığı bir tablo da var. Bu da var olan gerilimleri arttıracaktır.
Emekçi milyonlar ve muhalifler için yeni bir dönem açıldı. Fakat bu dönem milyonların seçimle değil sokaktaki varlığıyla, haklarını ve özgürlüklerini elde etmek için örgütlü özneler haline gelmeleriyle somut kazanımlar getirebilir. Bunun için de sosyalistlerin aktif müdahalesine ihtiyaç var. Sokakta örgütlenmeyi bekleyen milyonlar var. Seçimde yürekleri ferahlatan CHP’nin kazanmasından çok AKP’nin kaybetmesiydi. Oysa Maçoğlu’nun seçimi kazanması kendi yarattığı örnek üzerinden geniş bir ideolojik ve kültürel yelpazede emekçi milyonlar tarafından benimsendi. Bu da toplumun sosyalist sol açısından emek merkezli, kimlik kutuplaşmasının önüne geçen somut işlerle kazanılabileceğinin yıllar sonra önemli bir göstergesi oldu. Bir şeylerin değişebileceği görüntüsü somut, dinamik, iş yapan, emekçilerin sorunları için mücadele araçları üreten sosyalistler için büyük potansiyeller taşıyor.
Rehavete kapılmadan kolları sıvamanın tam zamanı. Değişim isteğini mecburiyetten değil de bilince çıkaran kendisi için sınıf olduğunun farkında olan emekçilerle bir bahar yaratabiliriz.
Hem de gerçek bir bahar.