Kim Nasıl Hatırlanacak? – Emre Güntekin

Kim Nasıl Hatırlanacak? – Emre Güntekin

Ali İhsan Varol'dan Ilıcalı'ya gönderme: Bizi direkt kovdular

Geçtiğimiz günlerde Pantene Kelebek Ödülleri’nde dikkat çekici olaylar yaşandı. İlki, senaristi olduğu dizide neredeyse tecavüzü meşrulaştıran, bir kadın olarak kadınları aşağılayan metinler yazan biri ödüllendirildi. Kadın cinayetlerinin üzerinin örtüldüğü, kadına yönelik baskının ve ötekileştirmenin bırakın sokaktaki vatandaşı devleti yönetenlerin ağzından eksik olmadığı bir ülke için şaşırtıcı olmadı.

Diğer dikkat çekici husus ise ünlülerin dünyasında kollananlarla direk kovulanlar arasındaki farkın bir kez daha kamuoyuna yansıması oldu. Sahneye çıkan Acun Ilıcalı bir dönem amiri olan İlker Yasin’den ödülünü alırken onunla ilgili şu anısını aktardı: “İlker Yasin acaip disiplinli. Ben de adapte olamadım ortama. İlker ağabey yurt dışına gitti diye odasına girdim ve bir köşede uyudum. Ancak İlker ağabey bunu haber almış. Haftalık toplantı yapıldı. İlker ağabey bana seslenerek, ‘Acun seninle konuşuyorum. Benim odamda soyunup dökünüp yatamazsın. Sen tam kovarım diyecekken elektrikler kesildi. Kimse kimseyi göremiyor. Toplantı da iptal oldu. Böylece kovulmaktan o elektrik kesintisi sayesinde kurtuldum. Sonra İlker ağabeyle müthiş bir uyum yakaladık.” Kaderin cilvesi işte… Zamansız bir elektrik kesintisi sayesinde kovulmaktan kurtulan Acun’a şaşaalı bir geleceğin kapıları iktidarın da onayıyla sonuna kadar açıldı.

Ilıcalı’dan sonra onun kadar “şanslı” olamayan, Kelime Oyunu yarışması sunucusu, Ali İhsan Varol ödül konuşmasında şunları dile getirdi: “Anlatabilecek çok şeyim yok. Yöneticilerimizin makam odalarında uyuya kalmadık. Kovulmak üzereyken elektrikler de sönmedi. Direkt kovdular. İlginç şeyler yaşadık. Ve neticesinde buradayız, hepinize çok teşekkürler”. Bildiğiniz üzere Varol, 2013 yılında yarışmasında Gezi’yi gündeme getirdiği için Bloomberg HT kanalından kovulmuştu.

Onun hikâyesi bir nevi Türkiye toplumunda direk kovulanların gözümüze yansıyan bir örneği. Bu ülkede adı duyulmamış yüz binlerce insan sudan sebeplerle işlerinden uzaklaştırılalı çok olmadı. Medyada da iktidara karşı olduğu için Varol gibi direk kovulan birçok isim mevcut. Varol uzun zamandır kanıksanılan bir gerçeği böylece yüzümüze vurmuş oldu.

İktidarın dayattığı karanlık koyulaştıkça cesaretini, kişiliğini kaybeden birçok ünlü “sanatçı” gözümüze çarpıyor. İktidarın medyası bu isimleri ayıklamakta oldukça mahir. Özellikle Sabah gazetesine röportaj vererek geçmişini lağım medyası mikrofonlarına doğru karalayan veya politikayla uzaktan yakından ilgili olmayıp popülaritenin getirdiği özgüvenle sola çamur atmaya kalkanların listesi hayli kabarık. Kimler yok ki: Ara Güler, Edip Akbayram, Halil Ergün, Ali Poyrazoğlu, Türker İnanoğlu, Selim İleri, Anjelika Akbar, Haluk Levent, Ahmet Ümit, Bülent Ortaçgil, Teoman, Derya Köroğlu, Hasan Saltık, Rojin, Lale Mansur, Reis Çelik, Belkız Akkale, Erdal Beşikçioğlu ve son olarak Tunç Başaran…

Dün gündeme geldiği için örnek olarak aktaralım. Uçurtmayı Vurmasınlar gibi bir döneme damgasını vuran bir filme imza atan Tunç Başaran röportajında şunları dile getirdi: “Katılmıyorum size. Bir sevgi filmidir ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’. Filmi bu duygularla yaptım. Hiç politik bir film değil düşünülenin aksine. Ben filmde mekân olarak hapishaneyi seçmiştim sadece. Aynı filmi tren garında da çekebilirdim. Benim amacım sevgiyi anlatmaktı. Sanat eserlerini herkes kendine göre yorumlar. Bence sanatın politik bir amacı yoktur, zaten olmamalı.” İnsanın kendi yarattığı bir sanat eserinden utanıp sıkılması da zor bir durum olsa gerek.

Yukarıdaki isimlerin röportajlarını okuduğunuzda da Başaran’ın söylediklerinden farklı şey duymak zor: Sanatçı politikaya bulaşmamalıdır, herhangi bir amacı olmamalıdır, tek parti dönemi faşizmi, aynı gemideyiz ve birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günler tiratları, dış güçler bizi karıştırıyor… Kısacası istisnasız bu isimlere Sabah gazetesi ne yemliyorsa onu yumurtluyorlar.

Arada Derya Köroğlu gibi söylediklerini reddedenler çıkıyor, çat önlerine kanıt olarak ses kayıtları konuluyor ve titreyen sesleriyle iktidarın söylemlerine nasıl ifade ettiklerine şahit oluyoruz. Karşıdakinin amacı gazetecilik yapmak değil elbet, seni bir anda rezil ediveriyor. Mesela röportaj teklifini kabul etmeyen ve aynı gemide değiliz diyen Sabahat Akkiraz’a demediklerini bırakmıyorlar. Ya da onların huyuna suyuna gidersen, avukatlığını yapmaya yeltenirsen “bize böyle muhalifler lazım” diyerek seni yine itibarsızlaştırıverirler.

Elbette yukarı da saydığımız isimlerden kimse tutarlı birer devrimci olmalarını ve yaşamlarını buna vakfetmelerini beklemiyor. Gelecekte kimse de onları neden böyle olmadıkları konusunda sorgulamazdı. Ancak sonunun böyle olacağını bile bile iktidarın söylemlerinin noteri olmak da bu kişilerin özel tercihi ve gelecekte bu baskı dönemi iktidara yaranmak adına kişiliğini pazara çıkaranlara da ve tam tersi şekilde iktidarın hışmını üzerine çekerek “direk kovulanlara” da hak ettiği değerleri verecektir.

KATEGORİLER