Bir Garip Muhaliflik! – Derya Koca
Türkiye bir yoksullar ülkesidir. Adı üçüncü sayfa haberlerinde intiharlar, iş cinayetleri satırlarında şöyle bir geçen yoksulların ülkesi. Bu haberler, sanki ekonomik kriz yokmuş gibi davranılsa da tablonun gittikçe vahimleştiğini göze sokuyor. İntihar haberlerine, yoksulluk haberlerine giderek duyarsızlaştırılıyoruz.
Temmuz ayı verilerine göre, 4 kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1738 TL. Yoksulluk sınırı ise 5600 TL. Temmuz’dan bu yana ekonomik krizin vurduğu milyonlar için durum daha da vahimleşti. En az 2-3 kişinin çalışmadığı bir evin bırakalım ihtiyaçlarının tamamını karşılamayı, karnını doyurması zor. Toplum örgütsüzleştirilip hiçbir şey talep etmeyen bir hale getirildi. Yoksulluk da tırmanınca herkesin kıt kanaat geçindiği ülkede sadece hiçbir şeyi olmayan insanlar yoksul kabul edilir oldu. Haklar lime lime edilince herkes kendi kaderiyle baş başa bir piyasa azgınlığına itildi. Kolektif bilincin en saf hali olan sınıf bilincinin geriletilmesi sayesinde sefalete yüz çevrilebildi. Elbette hayat bu kadar otomatik değil. Vatandaş geçinemiyor, sıkıntısı büyük. Neyin ne olduğunu aslında görüyor. Ama sesini çıkaracak bir kanal bulamadığında (sendikalar, partiler el uzatmaz olmuşken) kaderiyle baş başa kalıyor.
İnsanın içini acıtan intiharlar peşi sıra geliyor. Toplumsal bunalımın tek kaynağı yoksulluk değil. Bu cendereden çıkma umudunu görememek. Sesini birilerinin duymayacağını düşünmek. Ülkede yoksul halk öyle güçten düşürüldü ki iyi bir gelecek konusunda büyük karamsarlık yaşayan insanların sayısı çok hızlı biçimde tırmandı. Tamamı son bir yıla ait olan intihar haberlerinin bazıları adeta çaresiz bir protesto gibi:
- “Denizli’nin Pamukkale ilçesinde, inşaatlarda sıvacılık yapan 43 yaşındaki Süleyman K., Gökpınar baraj göletinde ağaca asılı bir şekilde bulundu. İntihar ettiği tespit edilen Süleyman K.’nın cebinden borç ihtarnamesi çıktığı öğrenildi.”
- “Kayseri’nin Tomarza ilçesinde, 2 gün önce av tüfeğiyle intihar eden 26 yaşındaki Ferhat K.’nın evlendikten sonra borçlandığı ve bu borçlarını ödeyemediği için intihar ettiği ortaya çıktı.”
- “Aydın’da 2014 yılında Sosyal Bilimler Öğretmenliği’nden mezun olan 25 yaşındaki öğretmen adayı Merve Çavdar’ın işsizlik nedeniyle kendi hayatına son verdi”
- “İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat Gökhan Vural Arı kendi ofisini açmıştı. İşler iyi gitmeyip kredi borçlarını ödeyemeyince başarısız olma duygusu ve başka sorunlar üst üste geldiği için takım elbisesini ve cilaladığı ayakkabılarını giyip 28 yaşında kendi canını aldı.”
- Oğluna, okulun istediği pantolonu alamayan 45 yaşındaki İsmail Devrim, çocuğu, pantolonu olmadığı için dersten çıkarılıp okuldan gönderilince gururuna yediremedi. Çaresiz baba, eşine “Çocuklarıma bakamıyorsam, çocuğuma bir pantolon alamıyorsam niye yaşıyorum ki” dedi ve kendini iple asarak hayatını son verdi. Baba İsmail Devrim’in cebinden sadece 20 TL çıktı.
Bu ülkeyi yönetenlere sorsanız bu vakalar münferit. Oysa adı sanı bilinmeyen binlerce insan bu şekilde yaşıyor. Kendini yakan işsizler provokatör. Tüm bunlara ses çıkaranlar da terörist. Denklem basit. Dünyanın düzeni bu. Hangi ülkenin iktidarına, liderine sorsanız hepsi de başka ülkelerdeki yoksulluktan bahsedecektir. Mesela, Afrika’nın açlığı konusunda hemfikir olan iktidar (daha geçtiğimiz hafta maaşı 105 bin TL olan bir cumhurbaşkanının ülkesinde) özel uçağı ve ultra lüks çanta ve giysileri ile Emine Erdoğan’a kısa bir Afrika ziyareti yaptırıp duyarlılığını ispatlayacaktır.
Yoksul bir ülke olmayı garantilemiş Türkiye’de tüm ekonomisini bir avuç elitin kısa erimli çıkarlarına endekslemiş bir tek adam yönetimi var. Yoksulluk yaratmadan var olamazlar.
Peki, bu ülkenin muhalifleri?
Yoksulluk, kimsesizlik, bu karamsar tablo içinde debelenen milyonlar bu ülkenin “muhalif” geçinenlerince ne kadar ve nasıl dert ediniliyor?
Geçtiğimiz hafta ortaya çıkan çarpıcı bir haber ve bu haberin veriliş biçimi ülkede uzun yıllarca kutuplaşma iklimi ile kurulan “muhaliflik” anlayışının nasıl ibretlik bir hal aldığını ortaya koydu. Haber, Bingöl ve Erzincan sınırlarının kesiştiği, 2 bin 500 rakımlı Hoşan Dağı’nın zirvesine yakın yamaçta taştan bir evde oturan ve sefalet içinde yaşayan bir aileye dair. Ailenin hiç okul, elektrik, şehir görmemiş hasta çocukları var. Penceresiz taş evde yaşayan, ekmek, soğan ve patates dışında neredeyse hiçbir şey yemeyen bu insanlar en yakını kilometrelerce uzaktaki köylerle takas yaparak yaşamaya çalışıyor. Bir dağcının tesadüfen fark ettiği ailenin dramı insanın içini acıtan türden.
Muhalif geçinen liberal haber sitesi T24, haberi şu başlıkla verdi: “2 bin 500 rakımlı Hoşan Dağı’nda toplumdan izole bir yaşam: Erdoğan’ı tanımıyorlar”.
Erdoğan’ı görmedikleri için “şanslı” olan, adeta bir inziva hayatı yaşıyormuş gibi anlatılan bu ailenin haberine yapılan yorumlar da aynı doğrultuda. O yorumlardan bazıları şöyle: “Bu ailenin asimile ve bu kirli düzenden uzak olmaları açısından onlar için çok iyi.”; “Erdoğan’ı tanımamak; ne büyük mutluluk”; “Ne mutlu onlara ya”; “Çok şanslılar.”; “Tanıtmamışınızdır umarım, huzurlarını bozmaya gerek yok”; “Düşünsene ya hayatında Erdoğan diye bir şey yok kafan bir nebze olsa rahat”; “Mutlu azınlık bu mu acaba”
Söylenen her şey üzerine tek tek kelam etmek lüzumlu değil. Ama çok acı bir gerçek var ortada. Halkın yoksulluğunun medyadaki yeri bile bu kadar. Sosyalistler dışında neredeyse her gün katledilen işçileri, intihar eden emekçileri samimi bir biçimde ele alan medya bile yok. Çünkü bunlar, düzenin en keskin biçimde gözler önüne serildiği olaylar. Ama T24’ün ibretlik haberi de “muhalif” medyanın kimi unsurlarının ne kadar “muhalif” olduğunu düşündürtüyor. Liberal de olsa asgari bir insani duyarlılık kırıntısı taşımayan haber ne yazık ki T24 ile sınırlı değil.
Ülkede bir süredir sefalet içinde yaşayan insanlarla, birkaç garibanla üstelik yaşlı ve hasta olan bu insanlarla dahi ortak bir duygudaşlık geliştiremeyen bir “muhaliflik” peyda oldu. Durum, “birkaç kişinin yorumu” denip üstünden geçilebilecek bir mevzu ise hiç değil. Ne yazık ki solcu olmak, muhalif olmak gibi kavramların içi öylesine boşaltıldı ve AKP’nin yozlaşmışlığı muhalefeti de öylesine yozlaştırdı ki en temel değerler unutuldu.
Bir zamanlar sol denince akla yoksuldan, ezilenden yana fikirler ve eylemler gelirdi. Şimdi ise kimliklere, yaşam tarzlarına indirgenmiş bir AKP karşıtlığı. Uzun yıllardır “laiklik, cumhuriyetçilik savunucuları ve makarnacılar “ üzerinden kurulan siyaset bu çürümeyi yarattı. Kimse tek başına AKP’yi suçlamasın. Sol, çuvaldızı kendine iğneyi AKP’ye batırmak zorunda. İyi gelir gruplarının yaşadığı semtler sol ile anılıyorsa ve yoksul muhafazakar mahalleler AKP ile özdeşleşmişse; o kentli yoksul milyonlara soldan hiçbir el uzanmıyorsa bu durumun değişme ihtimali nasıl olacak?
AKP karşıtlığını yoksulluk ve emek üzerine kurmaz ve emekçilerin ortak duygudaşlığını aslında bir tür sınıf bilinci olan kader ortaklığı üzerine kurmazsanız muhalefet dediğiniz şeyden bu çıkar. AKP gitsin de ne olursa olsun. Aynı düzenin efendilerinin ismi değişsin. Yoksullar intihar etmeye devam etsin. Gençler umutsuzluk içinde savrulsun!
Bu ülkede kendisine muhalif diyen insanların halktan yana, emekçiden yana bir yeni kültür, yeni siyaset ile yoğrulması şart. Kendi kaderini bu halkın yoksullarının ve ezilenlerinin kaderi ile ortak gören insanlar arttıkça umutsuzluk iklimi dağılacaktır. Solun içine düştüğü durum da ancak bu yolla tersine dönebilir. Bunu başarmanın yolu da kolları sıvamak! Solun gerçek temsilcileri olan sosyalist emekçi siyasetin öznelerinin bir başarı hikayesi ortaya koyması şart. Böylelikle solun gerçek değerlerinin toplumda kitlelere mal olması da mümkün olacaktır.