Kimin Felaketi? – Güneş Gümüş
Göz göre göre gelen Çorlu’daki tren felaketinde 24 kişiyi kaybetmemizin üzerinden bir ay geçti. Şimdi de dere yataklarını değiştiren HES’ler, taşkın sularının denize ulaşmasına set olan sahil yolu gibi yapılaşmaların etkisiyle Ordu sele teslim oldu.
Neredeyse tamamı yandaş olan medyada niteleme hazır: “çevre felaketi”, “afet”. “Allah’ın hikmeti” diyelim de kimse iktidarı sorgulamasın, iktidara veryansın etmesin!
Muhalefet cephesinde okuma oldukça farklı tabii. Sık sık karşılaştığımız bu tür felaketler karşısında birbirinden keskin hatlarla ayrılmamış iki tepki karşımıza çıkıyor. Birincisi “Türkiye hep böyle” diyerek durumu sadece iktidarlarla ilişkili şekilde ele alıp kapitalizmle bağlantısı kurmayanlar. Diğeri ise sorunu insan-doğa çelişkisi üzerinden ele alıp faturayı insanlığa kesenler.
Sadece Türkiye mi?
Türkiye’de “ben yaptım oldu” kural tanımamazlığının OHAL ve sonrasındaki olağanüstüleşen rejimle perçinlendiği kesin. Dolayısıyla kimseyi umursamadan “dediğim dedik”lik yapıp duvara toslamak iktidarın alışkanlığı. Bakın doların durumuna. Ama meselenin özü sadece bu mu? Aslında bütün bu yıkımların gerisinde bu iktidarlara alan açan bir sermaye mantığı var.
Daha Yunanistan’da onlarca cana mal olan yangının üzerinden çok geçmedi. Yunanistan’a Avrupa Troykası tarafından dayatılan kesinti paketlerinden itfaiye teşkilatı payını aldığından felaketin boyutu katlandı.
1999’da İngiltere gibi bir ülkede bir tren kazasında yüzlerce insanın yaralanmış, 31 kişi ölmüştü. Neden mi? Özelleştireceğiz diye demiryollarını parça parça bölerek 25 şirkete sattıklarından. Çok küçük maliyetlere rağmen demiryollarında yapılmayan sinyalizasyonun neden olduğu iletişim-koordinasyon eksikliği, deneyimli işçileri çıkarıp ucuza gelsin diye yeni taşeron işçilerle yürütülen hizmet, otomatik tren koruma sistemlerine harcanacak para bulunamaması tren kazalarına davetiye çıkardı. Kaza gerçekleştiğinde çarpışan iki trendeki yolcu sayısı bile bilinmiyordu; istasyonlarda bilet kontrolünü bilgisayarla yapmak masraflı olduğu için!
Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Yani sıkıntı sermaye için “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” mantığının dünyada hakim hale gelmesinde! Özelleştirmeler, finansallaşma, esnek çalışma, taşeronlaştırma, ranta adanmış kentsel dönüşüm vb. Bu uygulama sadece emekçi sınıfların yenilgisi değil, bütün toplumun yenilgisi anlamına geldi. Bugün nereye dönüp baksanız bu gerçek sırıtıyor.
16 yıldır süren bir iktidar eliyle neoliberalizmin kritik düzenlemelerini sürdürmüş bir ülke olarak Türkiye’nin şansızlığı emeğin atomize edilmesi, sosyalist hareketin zayıflığı; yani neoliberal saldırılar ve onun yıkıcı sonuçları karşısında direnç odaklarının güçsüzlüğünde.
İngiltere’de 1999’da ölümcül tren kazası sonrasında özelleştirme karşıtı yükselen duyarlılık ve hareket demiryollarının bir kısmının kamulaştırılmasını sağlamıştı.
Yani mesele medeni uygarlıkta filan değil; ki bu medeniyetin sınırlarının çok hızla aşılabileceğini kapitalist düzen açısından işlerin tıkırında gitmediği dönemlerde çok iyi görürsünüz. Asıl olay, sınıflar arası güç dengelerinde. Kapitalistlerin ve genel olarak sermayenin çıkarlarının uygulayıcısı iktidarların karşısına işçi sınıfının ve müttefiklerinin mücadelesi set çekebiliyor mu? Aslolan bu!
İnsanlık mı?
RTE ve Trump gibilerin at koşturduğu günümüz dünyasında insana yönelik bir inançsızlık, karamsarlık çok yaygın şekilde karşımıza çıkıyor. İktidarı her pahasına savunmak için öne atılıp nimet kapısına sahip çıkan aktroller, yandaş kalemler bu hissiyatı pekiştiriyor. Yunanistan yangını sırasında “oh olsun” diyenlere tepki olarak “yavru kediyi kurtaran köpek resimleri” paylaşıp “ne varsa hayvanlarda, doğada var diyenler” çok olmuştu.
Doğanın yıkımının sorumlusu olarak yekpare bir bütün olarak insan türü hedef tahtasına oturtuluyor. İnsanlık arasında var mı böyle bir ortaklık? Aman ülkemize göçmenler gelmesin diye dikenli tellerle sınırları sarmayı savunan Avrupalı bir milliyetçi politikacılarla mültecilerin ortaklığından bahsedebilir miyiz? Ya Yeşil Yol yapımına karşı çıkmak için mücadele eden Cerattepe halkıyla onları engellemek için gerekirse eli silahlı adamları salan Cengiz Holding sahipleri arasında? Bir-iki örnek de ABD’den gelsin. 3M şirketi yıllarca hem de bilerek -yarattığı zararı tespit eden testleri yıllarca yapmıştı- çalışanlarını ve Minnesota’yı zehirledi. Yine ABD’de doğalgaz çıkaran firmalar, çevrelerinde yaşayan hem çiftçilerin hem de hayvanlarının kansere yakalanmasına yol açacak şekilde yeraltı su kaynaklarını zehirlediği halde büyük ve güçlü şirketlere karşısında mücadelede dışında insanların elinden neredeyse hiçbir şey gelmiyordu.
Kısacası ortak çıkarlara, değerlere, davranışlara sahip bir insan türünden bahsetmek mümkün değil. İnsanlık sınıflara bölünmüş durumda. Bulunduğunuz toplumsal sınıfa göre çıkarlarınız farklılaşıyor. Daha fazla kar uğruna doğayı yıkıma uğratan şirketlerin sahipleri emekçi sınıfların da azılı düşmanı. Bugün bu gerçek kitleler için açık olsa da olmasa da.
Doğanın bir parçası olan insanla çevresi arasındaki uyumu bozan kapitalist sistemin kişileri aşan ve onları da bir rotaya sokan daha fazla kar, daha fazla birikim mantığından başkası değil. İnsanlık yüz binlerce yıl doğayla uyumlu şekilde yaşadığı gibi kapitalizm ortadan kaldırdığımızda da aynı uyumla yaşamaya devam edecek. Komünist toplumun insanı, sınıflı toplumların esas olarak da kapitalizmin gezegenimizde yarattığı tahribatı onaracak yeni özneler olarak uygarlığın yeni ve bambaşka bir aşamasını ifade edecektir.
Yani sorun insan türünde değil; bu türün kapitalistleşmiş evlatlarını ancak doğanın canına okuyarak kazanmaya iten bu sistemde!