Yerel Seçimler Üzerine Bir Ön Tartışma- Engin Kara
Erdoğan’a kalsa, ekonomik krizin etkileri derinleşmeden yerel seçimleri de aradan çıkarmak ister. Fakat yerel seçimlerin erkene alınabilmesi için Anayasa’nın 127/3 madde hükmünün değiştirilmesi; bu değişikliğin yapılabilmesi içinse mecliste 3’te 2 çoğunluk, yani 400 vekilin onayı gerekiyor. Olağan olarak Mart 2019’da (8 ay sonra) yapılması beklenen yerel seçimleri erkene alabilmek için anayasanın referandum yoluyla değiştirilmesi ise pek ekonomik bir yöntem olmayacak, ayrıca AKP ve MHP’nin sandalye sayısı referanduma sunmak için de yeterli değil. Yani CHP, HDP ve İyi Parti’den birinin desteği olmadan bu değişiklik mümkün olmayacak ve bu yüzden yerel seçimler erkene alınamayacak görünüyor.
Sürpriz bir değişiklik yaşanır mı göreceğiz. Yine de yerel seçim tartışmaları başlamış durumda. Sol da bu tartışmalara giriş yapmış bulunuyor.
24 Haziran’da cumhur ittifakı ve Erdoğan’ın zaferinden sonra seçimlere dair düş kırıklığı yüksek seviyede olsa da yerel seçimlerin yaklaşmasıyla özellikle Erdoğan-AKP karşıtı kitlelerin yeniden arayış içerisine gireceği malum. Sosyalistlerin “biz zaten seçimle değişmeyeceğini söylemiştik” türünden çocukluklara kapılmaması ve topluma ‘başka bir alternatif’ sunmayı becermesi gerekiyor.
Yanılsama olmasın, bugünkü koşullarla Erdoğan’ı seçimle devirmek -hem sağdaki hem de soldaki- mevcut siyaset tarzları dikkate alındığında mümkün görünmüyor. Kestirme bir çözüm olmadığı da ortada. Fakat hiçbir şey “nehrin akışı”nın önüne geçemez. Şayet seçim sonuçlarını değiştirmek istiyorsak, bu değişimin önünü açmak için toplumsal güç ilişkilerini emekçilerden-ezilenlerden yana çevirmeyi başarmak gerekiyor. Yani seçimlerdeki istatistikleri değiştirmek için toplumsal ilişkilerde yeni bir konumlanmaya ihtiyaç var.
Şimdi, sol içerisinde başlayan arayışlardaki mevcut kafa karışıklıklarını gidermek için, bu ön tartışmayla kimi tespitler yapmak zorundayız.
Ortada Bir “Muhalefet Bloğu” Var mı?
Referandumdan (16 Nisan) bu yana dillere dolanan “muhalefet bloğu”, “hayır bloğu” gibi kavramlar var. 16 Nisan sonuçlarında “hayır” diyen %48,5’lik kitlenin bir blok olduğu anlayışı, 24 Haziran’a giden süreçteki beklentilerde ciddi kaymalara yol açmıştı.
Referandumda “hayır” diyen tüm kitlenin ortaklaştığı tek bir şey vardı: “Evet dememek”. Bunun dışında bu kitlenin neredeyse hiçbir ortak paydası yoktu. CHP, HDP, Akşener’ciler, Temel reisçiler, sosyalistler ve hatta itiraz eden MHP’liler ile 24 Haziran’da bile Erdoğan’a oy verecek olmakla beraber tek adam değişikliğini kabul etmeyen AKP’liler.
24 Haziran’daki Millet İttifakı hem Saadet’in hem de İyi Parti’nin en başta baraj sorununu aşmak için giriştikleri bir hamle oldu. Kaldı ki bu üçlü ile HDP’yi kesecek herhangi bir payda bulmak da mümkün değildi. Sadece evet ve hayırın oylandığı referandumda yan yana düşmek kolay olsa da bir seçim atmosferinde aynı şeyi bulamıyorsunuz.
Yani ortada bir yekpare bir “muhalefet bloğu” falan yok.
Gelgelelim yerel seçim tartışmalarının başlamasıyla “muhalefet bloğunun ortak adayı” gibi arayışlar da kendini göstermeye başladı. Örneğin İstanbul’u AKP’nin elinden almak için “muhalefet bloğunun tek aday” göstermesi gerektiğini ileri sürenler var.
Yapılan çağrılarda “muhalefet bloğu” tanımı bilerek muğlak tutuluyor elbette. Ne var ki bu tarz çağrıların içeriğine baktığımızda “matematiksel olanaklar” gibi ifadeler, bu bloğun ‘millet ittifakı + HDP’ kapsamıyla kurgulandığını gösteriyor.
Kimse açıktan tüm bu kapsamı dile getirmiyor. Ancak tartışmalarda bloğun kapsamını somutlamaya çalıştığınızda en ileri giden formülasyon şu oluyor: “HDP ve CHP ortak aday çıkarsın. İyi Parti bu adayı desteklemek zorunda bırakılsın.”
24 Haziran sonrası kriz içerisinde olan İyi Parti bu krizi atlatsa bile bırakın HDP’yi CHP’yle bile yeniden bir arada görünmek istemeyecektir. İyi Parti’nin 24 Haziran’dan kendileri adına çıkardığı en önemli sonuç CHP ile bir arada görünmenin kendilerine yaramadığıdır. Yani muhalefet bloğu üzerinden kurulan hesaplar 24 Haziran’da da geçersizdi, şimdiki yerel seçimlerde tümden geçersizdir.
Bu arada eksik anlaşılmasın, burada ele alınan bu çağrılar, ortaya konulan bu formülasyonlar sözde sosyalist gruplar tarafından yapılıyor.
AKP’yi Yenmenin “Matematiksel Olanakları”
Solun azımsanamayacak bir kısmında 16 Nisan ve 24 Haziran sonuçlarını baz alacak şekilde şu muğlak “muhalefet bloğu”nun yerel seçimlerde (İstanbul’da) AKP’yi yenmesinin matematiksel imkanları olduğu fikri rağbet görüyor.
- İstanbul 30 Mart 2014 yerel seçimlerindeki oy oranları:
AKP: %47,92 CHP: %40,08
MHP: %3,97 HDP: %4,83 Saadet: %1,44
CHP, HDP ve Saadet’in toplam oyu %46,35. Yani AKP’nin tek başına oyunun altında.
- İstanbul 7 Haziran genel seçim sonuçları:
AKP: %41,11 CHP: %29,14
MHP: %11,03 HDP: %12,60 Saadet: %2,13
CHP, HDP ve Saadet’in toplam oyu %44,04. AKP’yi az farkla geçse de MHP faktörü dikkate alındığında “cumhur ittifakı” çoğunluğa sahip.
- İstanbul 16 Nisan referandum sonuçları:
Evet: %48,65 Hayır: %51,35
- İstanbul 24 Haziran genel seçim sonuçları:
Cumhur İttifakı: %51 Millet İttifakı: %35,9 HDP: %12,7
CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet’in toplam oyu %48,6.
- İstanbul 24 Haziran cumhurbaşkanlığı oy dağılımı:
Erdoğan: %50 İnce: %36,9 Demirtaş: %7,2
Akşener: %4,8 Karamollaoğlu: %0,9
“Muhalefet bloğu” diye atıf yapılan kitlenin yakaladığı en iyi oran referandumdaki %51,35’lik hayır oyu. Fakat 24 Haziran seçimlerinde görüldüğü üzere bu rakam cumhur ittifakı tabanındaki fireleri de kapsıyor. Ayrıca HAYIR cephesinde yer alan İyi Parti, Saadet Partisi ve HDP’nin bu seçimlerde ortak aday işine girmeyip kendi adaylarını göstermeleri en büyük olasılık durumunda.
AKP ve MHP İttifak yapma becerisi ise çok daha yüksek. MHP kendi adayını aday gösterse bile önceki yerel seçimlerde genel eğilim olarak MHP’nin oylarının %3’lere düştüğü ve AKP’nin aşağı yukarı tek başına oyları topladığı görülüyor. Bunun ötesinde Erdoğan’ın tek başına %50’lik bir destekçi kitlesi olduğu, CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet’in adaylarının ancak birleşerek bu rakamlara ulaşabildiği görülüyor. Kaldı ki hepsinin tek/ortak aday çıkarması, böyle bir adayı desteklemesi durumunda tabanlarında fireler yaşayacakları da muhakkak.
Sonuçta Cumhur İttifakı bileşenlerinin 16 Nisan dışında %50’nin altına düşmediği görülüyor. Kaderlerini büyük ölçüde ortaklaştıran bu ekibin, yerel seçimlerde olası bir “muhalefet bloğu”na İstanbul’u altın tepside sunmayacağı ortada.
Matematiksel olanaklar konuşulurken her defasında ortaya atılan hile iddialarını bir kenara bırakırsak, mevcut tablo pek de mevcut denklemlerle İstanbul’da AKP’nin yenilmesinin kolay olmadığını gösteriyor. Genel geçer bir olanaktan bahsediyorsanız, soyut düzlemde bunu her daim ileri sürebilirsiniz. Ne var ki böyle bir olanağı somutta yaratmak için siyasi denklemleri değiştirecek adımlara ihtiyaç duyulduğu ortada. Ama sadece 16 Nisan ve 24 Haziran sonuçlarını dikkate alarak siyasi hamleler yapmaya girişmeden “matematiksel olanaklar var” demek gerçekçi değildir ya da en basit matematik hesaplarını yapamadığınızı gösterir.
AKP’yi Yenmenin “Siyasal Olanakları”
Soldan gelen mevcut yerel seçim arayışlarında/çağrılarında yine 16 Nisan ve 24 Haziran referanslı “siyasal olanaklar iddiası”yla karşılaşıyoruz. İddia diyoruz, çünkü keşke gerçekten siyasal olanaklar arayışına girilmiş olsa bu çabayı olumlu karşılamak gerekirdi. Fakat bu referanslara dayalı “siyasal olanaklar”ın sadece hatalı/yanılsamalı matematiksel olanaklara dayandırıldığını görüyoruz.
Resmi ve açık bir şekilde yayınlanmadığı için kim tarafından kullanıldığı şimdilik bizde saklı kalmak kaydıyla şu ifadeleri tümüyle paylaşmak faydalı olacak:
“Muhalefet bloğunun tek aday çıkararak İstanbul yerel seçimlerinde AKP’ye bu yenilgiyi yaşatmasının matematiksel ve siyasal olanağının varlığını 16 Nisan referandumunda ve 24 Haziran seçimlerinde görmüş bulunmaktayız.”
Söz konusu siyasal olanağın, mevcut seçim sonuçlarının matematiksel hesabıyla bile AKP+MHP’yi geçemeyen ve herhangi bir zeminde ortaklaşabilecek bir paydası da olmayan CHP, HDP, İyi Parti ve Saadet’in çıkaracağı bir “tek/ortak aday”a dayandırıldığı görülüyor. Dayanağınız seçim sonuçlarının matematiksel denklemleri ise, hesap hatalarınızı düzelttiğinizde, ortada AKP’ye yerel seçimlerde İstanbul’da yenilgiye uğratacak bir siyasal olanağın da olmadığı ortaya çıkar.
Burası işin matematik-politik kısmı. Bir kenara bırakalım. Gerçekten siyasal olanı tartışalım.
AKP’yi yenmenin tek yolu olarak sadece HDP ve CHP’yi bile değil, İyi Parti ile Saadet’i de kapsayacak bir kurgu ileri sürülüyor. Bu ikilinin oy oranları hesaba katılmadığında “matematiksel olarak” AKP’yi geçmek mümkün değilse, açık açık söylenmese bile bu hareketleri de kapsayacak bir ittifak tasarlandığı ortada. Bunun adı “halk cephesi” bile olamaz herhalde! Hani “ilerici burjuva” olduğu iddia edilen siyasi gruplarla ittifak yapmayı bir şekilde yedirmeniz mümkün olabilir. Peki, İyi Parti ve Saadet de nesi?
Burjuva siyaset anlayışını bile zorlayan böylesi bir ittifak, bırakalım bu grupların çıkar birliği adına yaptığı tasarılar olmayı, kendisine sol-sosyalist diyen hareketler tarafından öneriliyor. (Gerçi meseleyi “sosyalistlerin ne yapması gerektiği olarak değil, AKP’yi yenmek için ne yapılması -kimin yapacağı fark etmez!- gerektiği olarak” kurguladıklarını her fırsatta dile getiriyorlar, haklarını yemeyelim!)
Yerel seçimlerde dengeyi değiştirmek imkanı yok mudur? AKP’yi yenecek siyasal olanaklar yok mudur? Elbette vardır. Ama bu siyasal olanaklar bu ne idiği belirsiz cepheden doğamaz. Siyasal olanaklar yaratmak, bu olanakları somutlamak için başka şeylere ihtiyacımız var.
Düğüm CHP Adayı İle Çözülebilir Mi?
Muhalefet bloğu adı altında girişilen arayışların vardığı en nihai sonuç, İstanbul’da CHP’den diğer “blok bileşenleri”nin de destekleyeceği bir aday çıkarabilmek oluyor. Bu girişim de “CHP’nin antidemokratik aday belirleme süreçlerine müdahil olup, tabandan şekillenecek ve demokrat nitelikteki bir adayı CHP’ye kabul ettirme” şeklinde betimleniyor.
2014 yerel seçimlerinde AKP’nin %48’lik oyuna karşı %40 oy almış olan bir CHP, bu seçimde “bütün muhalefet bloğu”nu kapsayacak bir aday çıkarıp AKP’yi yenmenin önünü açabilir mi?
Hatırlanacak olursa 2014’te CHP’nin İstanbul BŞB adayı Mustafa Sarıgül’dü. Gezi direnişinden hemen sonraya denk gelen seçim sürecinde, Sarıgül üzerinden “tatava yapma, bas geç” kıvamında bir seçim kampanyası yapılmıştı.
Sarıgül gibi kirli ilişkileri olan, soldan alabildiğine uzak ama ranta bir o kadar yakın bir düzen adamı, Gezi’den sonra heyecanlanan kitlelere “umut” olarak sunulmuştu. İstanbul’da belediye başkanlığı demek -düzen adamları için- rant ve talan demek. Mustafa Sarıgül bu iş tam da biçilmiş kaftandı. Böyle bir figürün umut olarak pazarlanmış olması da CHP’nin aynı rantçı belediyecilik anlayışına sahip olduğunun ispatlarından birisidir.
CHP’li ilçe belediyelerinde dönen rant ve talan ile belediyelerdeki taşeron (şimdi belediye şirketleri üzerinden aynı sömürü devam ediyor) düzenini de akıllarda tutunca, CHP’nin belediye başkan adaylarını belirlerken ilk önce neyi umursadığını görmüş oluyoruz. Elbette şu anki konjonktürde CHP, İBB’yi kazanmak için diğer “muhalif” partilerden de oy alabilecek bir isim çıkarmak isteyecektir. Ama hangi isim aday olursa olsun CHP’nin belediye başkanı adayının gözünü diktiği yer “taşı toprağı altına çevrilebilen İstanbul” olacaktır.
İstanbul’da belediye başkanlığı yarışında temelde iki ihtimal vardır. Ya bir dizi rantçı kendi arasında yarışacak, ya da bir dizi rantçıya karşı rant düzenine meydan okuyan birileri olacak. AKP’yi yenmek için CHP’den “ortak aday” çıkarmak peşine düşerseniz, 10 milyon civarındaki seçmeni tamamen rantçıların kendi arasındaki yarışına taraf olmaya mecbur bırakmış olursunuz.
Böyle bir arayışın seçim sonuçlarını değiştirebilir olup olmaması bir kenara, bu durumda İstanbul’a yönelik işlenecek her suçun ortağı olursunuz.
Sosyalistler HDP’yle Birlikte Mi Yürümeli?
Başta İstanbul olmak üzere solun bir kesiminde yerel seçimler için oluşan eğilim, AKP’nin karşısına çıkacak “demokratik aday”ın HDP üzerinden şekillendirilmesi. Düğümü HDP çözebilir mi? Elbette HDP’nin geri kalan “muhalefet bloğu”nu arkasına alması beklenmiyor. Bu eğilimin derdi “güya sol bir alternatif” yaratmak.
HDP’nin geri kalan partilerle farkını, kazanmış olduğu belediyelere atanan kayyumları vs. bir kenara bırakalım. Baskıya karşı dayanışma başka şeydir. Politik bir adres göstermek başka şey. Hele belediyeler için politika üretmek söz konusu olacaksa İstanbul’daki 10 milyon seçmene HDP’yi adresi olarak göstermenin anlamı yok.
Herhangi bir HDP belediyesinde, diğer partilerin belediyelerdeki rant ve talanı ölçüsünde bir düzenbazlık görülmemiş olabilir. Ne var ki HDP’nin elinde hiçbir zaman İstanbul gibi muazzam bir rant alanı da bulunmamıştır. HDP’nin kazanmış olduğu yerlerdeki belediyecilik anlayışına baktığımızda ise ne yazık ki özel bir başarı ve köklü bir fark göremiyoruz.
Kürt kentlerinde yıllarca çok sayıda belediyeyi elinde tutan HDP, örneğin Dersim Ovacık gibi ufacık bir yerde yapılanlar gibi hikayeler yaratmayı bir kenara bırakalım, basbayağı düzene ayak uydurmuştur. HDP belediyelerinde binlerce işçi taşeron çalışmamış mıdır? Belediye işçilerinin sendikal mücadelesi, Belediye yönetimince anlaşılarak sahaya sürülen Genel-İş bürokrasisine sıkıştırılmamış mıdır? Bunlar kendi çapında rant kaynakları değilse nedir?
HDP’nin “radikal demokrat” program etrafında liberal dünya statükosuna sıkışan siyasi konumunu dikkate almak gerekir. Kürt ulusal hareketinin bir ulusal hareket olarak yeri başka bir şeydir. HDP’nin bir “sol şemsiye” olarak ortaya konulması başka bir şey. 24 Haziran’da da oluşturulan “sosyalistlerin doğal adresi HDP’dir” algısı doğru değildir. Solun, sosyalistlerin meselesi başkadır: sınıf mücadelesi, emek radikalizmi, patron/rant düzeniyle uzlaşmazlık, anti-kapitalizm, anti-emperyalizm, enternasyonalizm…
Dolayısıyla sosyalistler için HDP adayı yeterli olmamalıdır. “HDP’nin aday belirlemek sürecini daha fazla demokratikleştirmek”, “HDP’nin adayını sola çekmek” gibi arayışların da gidebileceği çok yol yoktur.
Sosyalistler Kimle Blok Kurmalı?
Sosyalistler, sosyalistlerle blok kurmalıdır. Yukarıda ele aldığımız İstanbul ikilemini tekrar hatırlayalım: seçimde ya bir dizi rantçı aday kendi arasında yarışır ya da bir dizi rantçı adayın karşısına rant düzeniyle hesaplaşmayı amaç edinen bir aday çıkar.
Hepsi de rant ve talanda birleşen düzen adaylarının karşısına, mücadelenin hedef noktası olarak rant düzenini koyan bir aday çıkarmak sosyalistlerin görevidir. Bu görevi yerine getirebilecek tek güç sosyalistlerdir. AKP’si, MHP’si, CHP’si, İyi Parti’si ve hatta HDP’si öyle ya da böyle rant ve talan düzeninin bir parçası olagelmiştir. Bu partiler arasında fark yok mudur? Elbette vardı. Ne var ki bu farklılıklar rant ilişkilerinin dışındaki noktalarda şekillenmektedir.
Bu yüzden yerel seçimlerde kurulacak ve tabloyu değiştirebilecek bir blok varsa bu, HDP’nin solunda kalan sosyalist grupların bloğudur.
Solun Yerel Seçim Kampanyası Nasıl Bir Programa Sahip Olmalıdır?
Seçim tartışmaları başlayınca temel çelişkimiz seçim sonuçlarını farklılaştırmanın mümkün olup olmadığı ve mümkünse bunun nasıl sağlanacağı oluyor. Sosyalizmden artık vazgeçme noktasına gelenler için iş, sadece matematik hesaplamaları yapmaktan ibaret oluyor.
Ülkedeki kutuplaşmanın ve siyasetin zemini değişmeden, seçimlerle Erdoğan’ın alt edilmesi pek mümkün görünmüyor. Yıllardır onca seçimde görüldü ki bu işe burjuva muhalefetlerinin nefesi yetmiyor. Yaşam biçimleri ve kimlikler üzerinden süregiden kamplaşma her defasında AKP’nin-sağın işine yarıyor.
Siyasetteki tıkanıklığı giderebilecek tek güç-darbe ya da dış müdahale gibi halktan kopuk ve dahası halka karşıt seçeneklerin beklentisi içinde değilseniz- sosyalist bir programdır.
Nedir sosyalist program? “Halktan kopuk marjinal bir söylem” mi? “En devrimci sloganların” atılıp durması mı? Bu tarz karalamalar artık sadece egemen sınıfın temsilcileri tarafından yapılmıyor. Yazık ki solda durduğunu iddia eden ancak sosyalizme dair ne varsa vazgeçen ya da vazgeçmek üzere olanlarda da benzeri bir eğilim görmek mümkün.
Sosyalist bir program her şeyden önce devrimci kuramın pratiğe uygulanmasını gerektiriyor. Marks’ın bütün eserlerini hatmetmiş olabilirsiniz. Ya da Lenin’in çeşitli formülasyonlarını ezbere (ama sadece ezbere!) biliyor olabilirsiniz. Ancak devrimci bir politika yürütmek için gerekli olan, mevcut denklemlere müdahale edebilecek hamleler geliştirmektir.
Ülkenin ekonomik hali ortada. Yoksulluk ve hayat pahalılığı giderek derinleşiyor. Milyonlar ekmek ve gelecek sorunlarıyla boğuşuyor. Öte yandan dikta nefes alacak alanları bir bir kapatmakla meşgul. Karşımızda ekmek ve özgürlük mücadelesinin kesiştiği bir siyasi darboğaz var. Dolayısıyla sosyalist bir program bu iki talebi –ekmek ve özgürlük talebini- birlikte yükseltebilmeyi ve kitlelerin gerçek sorunlarına dokunabilmeyi başarmalıdır.
Mesele yerel seçimler olunca belediyelerde dönen rant ve kentlerin talanına karşı talepler formüle etmek gerekiyor. Düzen partilerinin belediye başkanlıklarının nasıl bir rant kapısı olduğu tek tek anlatılmalı. Özellikle İstanbul’un nasıl yağmalandığı, rant ve talan projelerinin nasıl halkın cebinden finanse edildiği ortaya konulmalı. Önemli bir mesele de belediyelerdeki taşeron (şimdilerde belediye şirketleri) çalıştırma üzerinden devam eden sömürüye karşı çıkmalı.
Bunlar ilk elden akla gelenler. Bu talepler detaylandırılmalı, ekmek ve özgürlüğe dair yeni talepler formüle edilmeli.
Sosyalistlerin Etki Alanı Sınırlı Kalmaya Mahkûm Mu?
Emin olun asgari ücretle geçimini sağlamaya çalışan muhafazakar bir aile bile, siz böyle bir programla gittiğinizde rant ve talana karşı cephe alacaktır. Halka güvenin. Emekçilere güvenin. Şu an “diktanın safları”nda olmalarının sebebi, onlara soldan böyle bir program götürülmemiş olmasıdır.
Yani aslında solun etki alanını sınırlı kalmaya mahkûm eden şey sosyalist içerik değil, tersine böyle bir içeriğin olmamasıdır. Siz kalkıp da AKP’nin kendisini var ettiği yaşam biçimleri kutuplaşmasını (zıt taraftan da olsa) beslerseniz, muhafazakâr yoksul tabana ulaşamazsınız. Her defasında kendi mahallenizle sınırlı kalırsınız.
Oysa siyasetin zemini sınıfsal çelişkilere, sömürüye, yoksulluğa çekildiğinde saflaşmalar yeniden gerçekleşecek ve AKP’nin tabanı dağılmaya mahkum olacaktır.
Bu meseleyle bağlantılı olarak iki sorunu daha açıklığa kavuşturalım.
Sosyalist bir aday çıkarmak, şu ünlü “muhalefet bloğu”nu bölmez mi? Bölsün efendim. Ama bunu yaparken AKP tabanını da bölebilecek bir alternatiften bahsediyoruz. Siyaseti, bir türlü kapsamını somutlamaya yanaşmadığınız “muhalefet bloğu” üzerinden kurarsanız, AKP tabanını bölmek gibi bir derdiniz olmaz ve işiniz seçim günü matematik hesaplarına kalır. Hep ucu ucuna hesaplar yaparsınız, sonuç hüsran olur. Sizi hüsrana uğratanlar da her defasında CHP, İyi Parti gibi oyun kuruculuğu teslim ettikleriniz olur. Oysa AKP tabanını kazanmadan AKP’yi seçimlerde geriletemezsiniz.
Sosyalizmin acelesi yok, önce AKP’yi alt etmek gerekmez mi? Meseleyi böyle koyarsanız AKP’yi -hele ki seçimlerle- yenmeniz mümkün olmaz. Sosyalist bir alternatif çıkarmak, AKP’yi yenmek görevini göz ardı etmek değil, tersine bu görevin nasıl başarılacağını ortaya koymaktır.
Kestirme Çözüm Yok! Görev Başına!
Toplumsal güç ilişkileri değişmeden seçim aritmetiği değişmez. Seçimlerde herhangi bir kazanım sağlamak için politik dengeleri sarsacak bir tarza ihtiyaç var.
Bu yüzden yeni bir politik alternatif yeşermeden AKP yenilemez. Hele seçimlerle hiç yenilmez.
AKP’den kurtuluşun kestirme bir yolu yok. “Önce bir AKP’den kurtulalım” kafası sizi sadece kendi mahallenize sıkıştırır.
AKP’den kurtulma göreviyle sosyalist-emekçi bir alternatif yaratma görevi iç içe geçmiştir artık.
Öyleyse görev başına. Sosyalistler taşın altına elini koymalı.
HDP’nin solundaki sosyalist güçler, bağımsız bir politik program ve aday çıkarabilmeli.
Sorumluluk almayanlar beri dursun. Bu görevin bilincinde olanlar, sınırlı güçlerine aldırmadan elinden gelenin en iyisini yapmaya hazırlanmalı.