Dunkirk – Tilbe Akan

Dunkirk – Tilbe Akan

Yakın zamanda vizyona giren Christopher Nolan’ın yönetmenliğini yaptığı Durkirk filmi, çok uzun zamandır konuşuluyor. Film, sinematografik açıdan oldukça başarılı. Hava sahnelerinde kullanılan IMAX kameralar sayesinde olayları çok daha geniş açılarla izleyip oyuncuların yaşadığı sıkışmışlık duygusunu ve gerilimi daha güçlü bir şekilde seyirciye aktarabiliyor. Sahnelerin canlılığı, oyuncuların performansları ve tabii ki lineer olmayan zaman kurgusuyla- film üç farklı kişinin yaşadıkları üzerinden anlatılıyor. Karada savaşan askerin bir haftası, denizde askerleri kurtarmaya gelen bir İngiliz’in bir günü ve havada Spitfire’ın (savaş uçağı) pilotunun bir saati- Nolan oldukça başarılı sayılabilecek bir filme imza atmış. Tabi ki “Dunkirk Tahliyesi” meselesini tarihsel olarak da incelediğini de söyleyebiliriz zira bazı sahneler şu an Imperial War Müzesi’nde Dunkirk Tahliyesi’ne dair bulunan görüntülerle birebir örtüşüyor. Gelgelelim, konunun bu kadar dar olması filme dair bazı eksikler olduğunu da hissettiriyor. Zira nasıl oldu da müttefik devletlerin 400.000 civarında askeri görece dar olan bir alanda Dunkirk sahilinde sıkışıp kaldı? Oldukça başarılı şekilde tarihsel kaynaklardan yararlanılarak filmin kalitesi arttırılmış olsa da bir de savaşın Dunkirk’ten önceki kısmı var. Tam da bu noktada söylenebilecek ve filmi izlerken kaçırmamak gereken bir kaç nokta mevcut. Bu yazı, Dunkirk filminde görmediğimiz ancak II. Dünya Savaşı’nın kaderini etkileyen olaylar, Dunkirk Tahliyesi’nin tarihsel arka planı, kısaca filmin göstermedikleri üzerinedir.

Peki, nedir bu “Dunkirk Tahliyesi”?

Dunkirk Tahliyesi, diğer adıyla Dinamo Operasyonu, 26 Mayıs- 4 Haziran 1940 tarihleri arasında dokuz gün boyunca çoğunluğu İngiliz olmakla beraber müttefik ordularının Fransa’nın Dunkirk kıyılarında 400 bin askerle sıkışması ve dokuz gün boyunca tahliye edilme çabasıdır. Yaklaşık 338 bin asker kurtarılmış, 68 bin asker öldürülmüş ya da esir düşmüştür. Nedeni tam bilinmemekle beraber, Hitler’in esrarengiz bir şekilde, karadan müttefik orduları üzerine yürümeyip iki gün boyunca dur emri vermesi sayesinde o kadar çok askerin kurtarılabildiği biliniyor. Ayrıca Hitler’in verdiği “dur emri” ile oluşan 48 saatlik boşluk ise onun savaşı kaybettiği 48 saat olarak da değerlendiriliyor.

Hitler’in İlerleyişi: Tuhaf Savaş, Polonya’nın İşgali ve Dünya Barış Günü

Tuhaf Savaş (Sıkıcı Savaş, Komik Savaş olarak da bilinir), 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlangıcında Eylül 1939- Nisan 1940 arasında geçen döneme deniyor. Bunun sebebi içinse, Nazi orduları Polonya’yı işgal ederken Batı Avrupa’nın işgali görmezden gelmesi diyebiliriz. Avrupa’daki müttefikler Almanya’ya savaş ilan etmiş olsa da Almanya’nın onlara saldırmaması sebebiyle Polanya işgali sırasında ufak tefek hamleler dışında sessizliğe gömülmüşlerdir. Aynı dönemde, Hitler ve Stalin; iki ülkenin savaş sırasında birbirlerine karşı savaşmaması ve Polonya’nın birlikte işgaline dayanan Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı.

Bu dönemde müttefiklerin yaptığı en komik şey (aslında savaşın bu kadar uzun sürmesi ve bu kadar insanın öldüğü düşünülürse traji-komik) Büyük Britanya’nın Almanya’ya havadan bildiri bombardımanı yapmasıdır. Bombardımanın amacı Almanya halkına Nazi Almanya’sının ne kadar kötü olduğunu anlatmak ve Alman liderlere bakın ülkenize bildiri atabiliyoruz, gördünüz mü ne kadar zayıfsınız demek. Sadece 3 Eylül günü “Alman Halkına Not” başlığıyla 6 milyon bildiri atılmıştır.

Sahta Savaş esnasında her ne kadar faşizm tehlikesi de yokmuş gibi davranılsa da gaz maskelerinin kullanımı ve çocukların kırsal alanlara tahliyesi gündem olmuştur. Ama yine komik olan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı’nın Almanya’nın güneybatısında bulunan Kara Orman’a saldırılması parlamentoda konuşulurken verdiği cevaptır: “Hayır, bunu yapamazsınız, orası özel mülkiyettir” demesi her şeye karşın Naziler’e bulaşmamak istemelerinin ve kendi ülkelerinde yaşanmayan katliamlar ve işgallere karşı ne kadar umursamaz olduklarının göstergesidir.

Alman ordusunun çoğu Polonya’dayken Siegfried Hattı’nda daha küçük bir müttefik birliği Fransa sınırını bekler. Sınırın diğer tarafındaki Majino Hattı’nda İngiliz ve Fransız birlikleri bulunmaktadır. Bu dönemde çok küçük çaplı çarpışmalar ve havada çatışmalar olsa da müttefiklerin dişe dokunur bir hareketliliğinden bahsedemiyoruz. Savaştan sonra, Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi’ndeki ifadelerinde Alfred Jodl şunları söylemiştir: “1939 yılında yenilmediysek bunun sebebi Polonya Seferi sırasında batıdaki 110 İngiliz- Fransız tümeninin 23 Alman tümeni karşısında tamamen hareketsiz kalmasıdır.”

Saar Taarruzu olarak bilinen askeri harekatta da aynı şekilde Fransız Ordusu Polonya işgaline karşılık olarak Alman köylerini işgal etmesi planlanırken 8 kilometre içinde boşaltılmış 20 Alman köyü çok hızlı bir şekilde işgal edilirken “savunma” kararı alan Fransız ordusu taarruzu durdurur. Polonya işgalini gerçekleştiren Nazi orduları çok hızlı bir şekilde Hollanda ve Belçika üzerinden Fransa’ya doğru ilerler ve 10 Mayıs 1940’ta Fransa Savaşı başlar. Ancak bu “ani” Nazi taarruzu o kadar hızlı olmuştur ki 26 Mayıs’ta Belçika işgal edilir-28 Mayıs 1940 günü Belçika, Nazi ordularının yoğun saldırılarına daha fazla karşı koyamaz. Belçika’nın belli başlı şehirleri Almanların eline geçer. Bu şehirler tahliyenin yapıldığı Dunkirk’e 32 km uzaklıktadır. Müttefiklerin tahliye için kurdukları savunma hattının Belçika kısmı çöker. Almanlar, Ardenler’i geçer ve kanat hamlesi ile Müttefik kuvvetlerini Dunkirk çevresinde kıskaca alırlar ve 4 Haziran günü Dunkirk’te 400.000 asker Nazi orduları karşısında sahilde sıkışıp kalırlar. dokuz gün süren ve bu sırada Nazilerin havadan saldırılarıyla yaklaşık 68.000 askerin öldüğü Dunkirk tahliyesi başlar. 23 Haziran 1940 tarihinde Fransa – Almanya arasında imzalanan ateşkes sözleşmesiyle kesin Alman zaferiyle sonuçlanmıştır. Fransızlar 23 Haziran’da Almanya’nın koşullarını kabul ederek teslim olurlar. Teslim şartlarına göre kuzey Fransa ve Manş Denizi kıyılarını oluşturan topraklar Almanya’ya bırakılacak, geri kalan güney toprakları işgal edilmeyecektir. Bu, Fransa topraklarının yaklaşık olarak yüzde altmışıdır. Silahlı kuvvetler dağıtılacak ve silahları Almanlara teslim edilecekti. Deniz kuvvetleri de silahtan arındırılacak, Almanya ve İtalya’nın gözetiminde tutulacak, ancak her iki ülke de bu silahları herhangi bir çatışmada kullanmayacaktı. Fransa’nın yenilgisini Britanya Savaşı ve SSCB- Almanya savaşı izledi.

Sonuç

Naziler emperyal planlarla birçok ülkeye sömürü fetihleri düzenledi. 1938’de Avusturya, 1939’da Çekoslovakya Naziler tarafından Alman topraklarına katılırken 1939 yılında Polonya’nın işgaliyle 2. Dünya Savaşı’na girildi. Aynı yıl Hitler ve Stalin; iki ülkenin savaş sırasında birbirlerine karşı savaşmaması ve Polonya’nın birlikte işgaline dayanan Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı. Ancak Hitler, Haziran 1941’de Stalin ile anlaşmasını bozarak SSCB’yi işgal etmeye başlayacaktı. ABD’nin savaşa katılması ise bundan beş ay sonra Hitler’in müttefiki Japonya’nın Pearl Harbor’a saldırmasından sonra olacaktı. Stalingrad ve Kuzey Afrika’da ağır yenilgiler alan Naziler’in ilerleyişi 1942’den sonra yerini hızlı bir geri çekilmeye bırakacaktı. İkinci Dünya savaşından yenilgi ile çıkan Almanya’da Nazizm dönemi böylece kapandı. Ancak geride soykırımlarda katledilen Yahudilerden, Çingenelerden, sakat ve eşcinsellerden oluşan 11 milyon insanın ölümü kalacaktı.

Sahte Savaş’ın, yani 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen 1 Eylül günü, SSCB ve Varşova Paktı üyesi ülkeler “barış” içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Almanya’nın 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı’nı (60 milyon insan hayatını kaybetti) başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan etmiştir. Aslında bu, 1.Dünya Savaşı öncesi başlayan, Ekim Devrimi’ne neden olan, ardından 1929 Buhranı ve 2.Dünya Savaşı ile süren emperyalist kapitalist sistemin krizinin bitişi anlamına geliyordu. Batı’daki devrimler SSCB’nin politikalarıyla yenilgiye uğramış, kapitalizm bu en ölümcül krizinden çıkmayı başarmıştı. Bu anlamıyla 1 Eylül dünya egemenlerinin statükosunun zaferinin ilanıdır. Ancak 67 yıl sonra hala emperyalist çıkarlar doğrultusunda insanların katledildiği, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrildiği bu sistemde, ezilen ve sömürülenlerin, din, mezhep, cinsiyet ve kimlik ayrımına prim vermeden birleşerek, insanlığı kıskaç altına alan sistemin ve sermayenin boyunduruğundan kurtaracak bir alternatif yaratmak zorunda olduğu değişmeyen bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

KATEGORİLER
ETİKETLER