İnönü Alpat Köksüzlüğü Yanlış Yerde Arıyor – V.U.Arslan
Sendika.org yazarlarından ve Devrimci Yol geleneğinin tanınan isimlerinden İnönü Alpat, “Solu Köksüz, Vatanı Solsuz Bırakmak“ başlıklı dikkat çekici bir yazı yayınladı. (http://www.inonualpat.net/solu-koksuz-vatani-solsuz-birakmak/) Başlığından da anlaşıldığı üzere İnönü Alpat, spesifik olarak belirtmediği sosyalist solun bir takım bileşenlerini solu köksüzleştirmekle ve vatansızlaştırmakla eleştiriyor. Bu ifadeler gayet tehlikeli suçlamalar, bunları ağza alırken bile dikkatli olmak lazım.
“Köksüzlük“ ve “vatansızlık“ suçlamaları, tüm dünyada aşırı sağın sola özellikle de sosyalist sola karşı açtığı “kutsal savaş“ın en tipik malzemelerinden. İnternette 2 dakikalık bir araştırmayla sola yönelik köksüzlük eleştirilerinin kaynaklarını incelediğimizde karşımıza Doğu Perinçek ve Kemal Okuyan’ın çıkması tesadüf değil elbette*.
İnönü Alpat kendince bir şeyler anlatmak istiyor, belli ki siyasal bir yön değişikliği ya da açılım peşinde; ama o kadar savrulmuş ki tutabilene aşk olsun. Sağdan esen güçlü rüzgarların olduğu bir dönemde ideolojik kökleri zayıf olanların sağa savrulmaları şaşırtıcı değil. Yani İnönü Alpat, “köksüzlük” arayacaksa yakın çevresine bakmalıdır, zira ideolojik köksüzlüğü burada bulacaktır.
Kendi Bayrağımız Hangisi?
İnönü Alpat devrimcilere akıl vermeye çalışıyor, ama ileri sürdüğü fikirlerin devrimcilikle alakası yok, baştan sona Kemalist içerikte. Hayır, öyle öküz altında buzağı falan aramıyoruz, zira yazı kaba saba birçok ulusalcı tezi gündeme getiriyor. Alın size bir tanesi: “Kendi ülkesinin bayrağı ile “kavgalı” başka bir sol var mıdır bilmiyorum ama yazının görseli olarak Devrimci Yol’un düzenlediği etkinlikteki fotoğrafın kullanılması, “kavgaya” gerek olmadığını belirtmek içindir.” İnönü Alpat’a söyleyelim; değil Türkiye’de, bütün dünyada Marksist sol, burjuva devletlerin bayraklarını kullanmaz, bunun yerine işçi sınıfının tüm dünyadaki enternasyonal bayrağı olan kızıl bayrağı kullanır ve yine bütün dünyada burjuva devletlerinin bayrağını gururla dalgalandıranlar düzen solundan başkası değildir. Bunlar işin abecesi, ama İnönü Alpat’a tekrar hatırlatalım: burjuvazi kendi bayrağını “tüm ülkenin bayrağı” olarak lanse eder ve buna itaat ister. Yani İnönü Alpat’ın dediğinin tersine bu ulusal bayraklar aslında emekçilerin “kendi bayrağı” falan değildir. Devrimci işçi sınıfı ise milliyetçiliğin-ulusallığın karşısına enternasyonalizmi koymuş, ulusal bayrakların yerine ise tek bir bayrağı, kızıl olanı, geçirmiştir. Paris Komünü‘nden beri bu mesele, bu şekilde ortaya konmuş ve çözümlenmiştir. 100.yılını geçtiğimiz Ekim Devrimi de meseleyi bu şekilde ele almış, üç renkli Rus bayrağını kaldırıp yerine orak çekiçli kızıl bayrağı geçirmiştir. Ha, keşke İnönü Alpat ikide bir 12 Eylül öncesine dönüp iflas eden Dev-Yol‘un güzellemesini yapacağına 100.yılında Ekim Devrimi’nin derslerini çıkarmaya çalışsa. O zaman belki de turuncu yerine kızıl rengi kullanmayı tercih edecektir. Hatta Komünist Manifesto‘yu bir kez daha okusa o zaman Marks ve Engels’in “işçi sınıfının vatanı yoktur” şiarından feyz alıp devrimcilere yönelik “vatansızlık”, “köksüzlük” muhabbeti yapmayacaktır. Tıpkı Marks ve Engels gibi Bolşevikler de mücadeleleri boyunca ne kadar çok bu tarz suçlamalarla karşılaşmışlardı, ama onlar sosyalist devrimi başararak yeryüzünden sömürüyü silmeye yaklaşabildiler. Bunu başarabildiler, çünkü tam da bu vatan-millet edebiyatlarına zerre prim vermemişlerdi; verenler Menşevikler ve SR’ler ise bu içerikleriyle kaybetmeye ve beraberlerinde Rus devrimini de bozguna uğratmaya mahkumdular. Neyse ki Bolşevikler vardı.
68 Liderlerini Dürüst Bir Şekilde Ele Almak Gerekir
İnönü Alpat, Mustafa Kemal Atatürk ve bayrak vurgularını haklı göstermek için Mahir ve Deniz’lerin henüz yolun başındaki söylemlerini kullanıyor. Bu, bayatlamış hamle, sağa açılmak isteyenlerin kendilerini meşrulaştırmak için başvurdukları bir demagoji olarak adeta bir klasik. Oysa o döneme dair kayda değer bilgisi olan herkes farkındadır ki 68 gençlik liderlerinin fikirleri sola doğru hareket halindedir, yani ideolojik radikalleşme ölümlerine kadar sürmüştür. Şimdi kalkıp Mahir ve Denizlerin aşmış oldukları fikirleri dondurmak ve bunları bugün için genel doğrular olarak sunmak, en başta bu liderlere yapılan bir haksızlıktır. Madem 68’den örnek verilecek o zaman İbrahim Kaypakkaya‘nın Kemalizm için kullandığı faşizm analizini de gündeme getirilmeli ve tartışma derinleştirilmeli. CHP tek parti iktidarının uygulamaları, o dönemin TKP‘si ile SSCB-Komintern politikası masaya yatırılmalı ve sonuçları ortaya çıkarılmalı. Ama ne gezer! Sadece İnönü Alpat değil, Türkiye sosyalist solunun tarihi geçmişten günümüze gelen yapılarının hiçbiri bu analizi mantıksal sonuçlarına götürmemiştir. Kaypakkaya’nın izleyicileri de O’nun yarım kalan sonuçlarını devam ettirmemişlerdir. İnönü Alpat “1970’lerden itibaren Türkiye sosyalist solu kendisini geliştirmeye devam etti, aksi de mümkün değildi zaten” dese de durum maalesef öyle değil. İnönü Alpat’ın kendisi niteliksel bir ilerlemenin olmadığını ortaya koyuyor.
Etnik-Kültürel-Kimliksel Politikalar
İnönü Alpat’ın her dediğini yabana atmamak gerekiyor: “sol siyasi hat etnik, kültürel, kimliksel vb. ‘sınıf dışı’ konuların egemenliğine terk edildi.” Bu fikre katılmamak elde değil, ama İnönü Alpat’ın sosyalistlere önerdikleri de tam da kültürel ve kimliksel politikadan başka bir şey değil. Önerilenler “laiklik, Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet ve Türk bayrağı”. İyi de bunlar, emekçileri bölen yaşam tarzı, kültür ve kimlik konularının ana gündemleri değil mi? 1990’lardan şu son bir kaç yıla kadar CHP’nin ana politikası bunlar üzerine kurulu değil miydi? RTE bu politikanın karşısına muhafazakarlığı, türbanı ve Osmanlı’yı koydu ve bu kutuplaşmanın ekmeğini çatır çatır yedi. Türkiye’de kimliksel politikalar ve kutuplaşmalar, sadece Türk-Kürt gerginliği üzerinden değil; laik-muhafazakar, Alevi-Sünni vb üzerinden de şekillendi. Sosyalist solun kimlik politikalarına angaje olması da sadece Kürt sorunu üzerinden olmadı. Alevi mahallelerine sıkışan ve buradan siyaset yapmayı alışkanlık haline getiren bir siyaset, ister istemez var olduğu toplumsal grubun reflekslerini yansıtmaya başlar ve kültür-kimlik politikasının içerisine hapsolur. İnönü Alpat’ın kendisi de ulusalcı bir rota önererek kimlik politikasının tam göbeğine yerleşiyor farkında değil.
Türkiye’de kimlik-kültür yükseldi, emekçiler bölündü ve bu işten en karlı çıkan RTE oldu. Bitmeyen bir türban gerilimi, Türkiye’nin en az 30 senesini meşgul etti. Kimlik-kültür siyasetinin öncülerinden siyasal İslamcılar, türban meselesi üzerinden atılımlar yaparken karşı tarafsa laiklik üzerinden türbana karşı çıkıyordu. İnönü Alpat yazısında laiklik ve Mustafa Kemal Atatürk üzerinden emekçilerin küstürülmesinden yakınıyor, ama kendisi, eşi, kardeşi annesi türban takan ya da takılmasında sakınca görmeyen milyonlarca emekçinin de bu şekilde sola küstüğünü görmüyor. Buradan çıkan sonuç, laik-muhafazakar çatışmasının tarafı haline gelmenin sol için büyük bir tuzak olduğudur.
“Kök” Sorunu
Devrimci Marksistler kök sorununu işçi sınıfı ve gençlik içerisinde kökleşmek olarak ortaya koyarlar. Ama bu, sorunun çözümlenmesinin sadece bir kısmıdır. Meselenin diğer hayati kısmı emekçiler ve gençler içerisindeki öncü grupların burjuva dünya görüşünden kopmasını ve Marksizmi özümsemelerini sağlamaktır. Feodal ve burjuva alışkanlıklar ve yaşam biçiminden kopan, yerellikten enternasyonale uzanan yeni bir dünya görüşüyle eğitilen ve buna uygun eylemin getirdiği heyecanla aktifleşen yığınlar içerisinden yeni organik Marksist aydınlar yetiştirmek, bu güçle yeni öyküler yazmak ve nihayetinde proleter devrim hedefini ortaya koymak… İşte devrimcilerin bir ülkenin toprağına kök salması budur. Asıl köksüzlük, burjuva devletin değerlerine asimile olmaktır.
Vatan edebiyatlarıyla bayrak meseleleriyle kitlelerde zemin kazanabilirsiniz ama devrimci olamazsınız. Kaldı ki sağa kayıldığında büyüneceği fikri teoride makul dursa da hayatın gerçekleri bambaşkadır. Yakın geçmişte TKP, mevcut halinden daha da sağa kayarak Yurtsever Cephe vb’lerini örgütlemeye çalışmış, ama sonuçları hezimet olmuştu. CHP yönetimindeki aynı kafa da defalarca duvara toslamıştı. Yani bu örnekler de ortadayken sosyalistleri “cumhuriyet, Mustafa Kemal, bayrak ve laiklik” üzerinden Tuncay Özkan‘ın Cumhuriyet Mitingleri noktasına çekmeye çalışmak devrimcilik midir? Ayrıca, Cumhuriyet Mitingleri‘nin o dönemde AKP’ye yaradığını ve RTE’nin bu tarz kutuplaşmalardan beslendiğini hatırlatmaya gerek var mı?
Laiklik Nasıl Savunulur?
Kültürel kutuplaşmaların AKP’ye yaradığını uzun uzun yıllardan sonra fark eden CHP yönetimi, siliklik abidesi sosyal demokrat-liberal sentez dışında yeni bir politika üretemedi, ama laiklik üzerinden muhalefet yapmayı azaltınca cumhuriyet ve laiklik söylemi bugün Halkevleri, TKP, Haziran Hareketi gibi yapılara kaldı. Peki sorulabilir: “Diğerleri hadi neyse, ama laiklik Marksistler için önemli değil mi?” Elbette ki önemli, ama defalarca söylediğimiz gibi laikliği savunmanın sonuç alacak tek yolu, AKP’ye destek olan yoksul ve muhafazakar emekçileri AKP’den kopartmaktan geçmektedir. Sorunun kesin çözümü budur. Bu da çoğu kez retorik olarak kullanılan emekçilerin gerçekten merkeze alınmasıyla mümkün olabilir. Kolay olacağını söyleyemeyiz doğal olarak, ama tek çözüm yolu da budur. Kemalizmin “gericilik” tanımını dillere pelesenk edip laiklik üzerinden yaşam biçimleri kutuplaşmasına sürüklenmek ise sadece RTE’ye yarayacaktır.
Sonuç
AKP ve RTE’nin burjuva rejimin üst yapısını tek adam rejimi etrafında yeniden dizayn ettiği ve bu arada sermayeye katıksız bir sömürü cehennemi sunduğu bir dönemde geçiyoruz. Bu sürece hem egemen sınıflar içerisindeki çatışma hem de toplumsal muhalefetin farklı kaynaklarının direnişi eşlik ediyor. İçeriden ve dışarıdan baskı altında olan Saray rejimi adına sertleşmek ve toplumsal muhalefet odaklarını sindirmek dışında bir seçenek yok. Toplumsal muhalefetin birbirinden pek hoşlanmayan kanatlarının çok parçalılığı, AKP’nin işini kolaylaştıran faktörlerin en başında geleni. Kemalistlerin, Kürt hareketinin, Alevilerin ve sol-sosyalist kanadın AKP ile uzlaşma şansı yok. Buna ilaveten Meral Akşener önderliğindeki milliyetçi bir muhalefet ile İslami kökenden gelip AKP’den kopan önemli bir kitleyi de hesaba katmak gerekiyor. Bütün bu kesimler, 16 Nisan hileli ve sopalı referandumunda HAYIR kampanyasında buluşmuş, tarihin gördüğü en adaletsiz seçim sürecinde Saray cephesi işi ancak hileyle rayına sokabilmişti. Bu sonuç HAYIR cephesini 2019’daki sandıklarda AKP’yi yenilgiye uğratmak için umutlandırsa da birbirlerinden pek de hazzetmeyen bu kesimlerin biraraya gelme şansı yok. Olabililirliği olan CHP-Akşener beraberliğinin ise önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki Ekmeleddin faciasının bir benzerini yaratma olasılığı bir hayli fazla. Böyle bir ortaklık ne Kürtlerden, ne sol kesimlerden, ne de AKP’ye oy veren yoksul emekçilerden destek görebilir. Bu yüzden 2019 seçimlerine bel bağlamak büyük gaflet anlamına gelecektir.
Çözüm olarak kendi başına sokağı göstermenin de bir alemi yok. Zira sokağın da bir siyasi çizgisi var ve doğru bir çizgi olmazsa sokak da bir işe yaramayacaktır. Demokratik haklar mücadelesi sınıfsal sorunlarla birleştirilmedikçe sokağın kendisi de kimlik kutuplaşmasının bir aracı olabilir. Buradan çıkış nedir peki? Bu cenderen tek çıkış güzergahı sosyalist politikadır. Bu noktada sosyalist politikayı doğru bir şekilde tariflemek gerekir. Kendisine her sosyalist diyeni sosyalist kabul etmek doğru olmaz. İnönü Alpat’ın da vurguladığı gibi sol siyasi hat etnik, kültürel, kimliksel vb. “sınıf dışı” konuların egemenliğine terk edildi. Oysa bugün yukarıda bahsettiğimiz AKP karşıtı siyasi kesimlerin dışında çok büyük bir emekçi kesim var. Bu kesim düşük ücretli, uzun saatler riskli ve güvencesiz işlerde çalışan, taşeronda inşaatlarda ömür tüketen, işsiz ve geleceksiz on milyonlar. Sosyalistlerin asıl görevi, bu kesime hitap etmek, Türkiye’deki kültür-kimlik kamplaşmasını bozmak ve sınıf çelişkisini ülkenin ana gündemi haline getirmektir.
* Bakınız Kemal Okuyan, Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı, Yazılama, 2013 ve Doğu Perinçek, Vatansız ve Köksüz “Solculuk”, Aydınlık, 21.12.2013