“Milli Unsurların” Mutabakat Siyaseti – Derya Koca
“Demokrasi Nöbeti” adı verilen meydan etkinlikleri tüm devlet imkanları seferber edilerek devam ettiriliyor. Her akşam canlı yayınlarla televizyonlarda bu “şölen” izlettiriliyor. “Darbe tehlikesinin geçmemesi” gerekçesi ile “direniş ruhu” diri tutulmaya çalışılıyor. Göstermelik oyunlarla kışlaların kapısında belediye kamyonları barikat kuruyor. Tehdit algısı diri tutularak AKP’nin tabanının, İslamcı çevrelerin heyecanı Erdoğan’ın şanlı zaferini kutluyor. 15 Temmuz adına parklar, sokaklar, köprüler, şehitlikler, hainler mezarlığı gibi projeler kalıcı hafıza yaratmak üzere başlatıldı bile.Bu hengame AKP’nin özel çabası olmasa çoktan sönümlenip giderdi. AKP’nin istediği büyüklükteki kalabalıkları toplayamaması bunun bir kanıtı. Meydan şovları 7 Ağustos pazar günü İstanbul Yenikapı’da yapılacak olan bir mitingle bitirilecek, hükümet öyle açıkladı. Bundan sonrasına dair AKP’nin uzun vadeli planları “Milli Mutabakat” zemininde gerçekleştirilmeye çalışılacak. Ancak tabii ki “milli” unsurlarla. HDP gibi “gayrı milli” unsurlar sürecin dışında bırakılacak. İki haftadır Erdoğan attığı her adıma HDP’ye yönelik düşmanlığını sürdürmekte ısrarcı görünüyor. Türk bayrakları ve milli duygularla coşturulan şovenist dalgada Kürt sorununun kaderi ne olur?
Yeniden İnşa
AKP, zaferini meydanlarda gövde gösterisine dönüştürmeye çalışırken ilan edilen OHAL, hızlı bir şekilde devletin yeniden inşası için tüm imkanları birkaç bakan ve Erdoğan’ın emrine sundu. Kuvvet komutanlıklarının atanması, YAŞ kararları, askeri okulların kapatılması, operasyonlar, meşrulaştırılan işkence ve keyfi işten uzaklaştırmalar… OHAL altında hiçbir şey olağanüstü değil.
Devletin ve milletin bekası için gerekli gibi gösterilen en despotik uygulamalar toplumsal kabul görür duygusuyla hareket eden AKP, istediğini kolayca alabileceğini düşünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun AKP ile kol kola girmesi CHP tabanında hiç de hoş karşılanıyor gibi görünmüyor. Taksim meydanına toplanan kalabalıklar bunun bir göstergesi. Öte yandan CHP tabanının AKP ile uzlaşmaz çelişkileri var. Laiklik hassasiyetleri, Balyoz darbesi gibi süreçlerle Kemalistlerin tasfiyesi ve 14 yıllık iktidarın bütün pislikleri hafızalarda iken Kılıçdaroğlu sıkışıyor. Devletin yeniden inşasına çimento olmaya istemeyecek olan milyonlar kısa sürede dağılacak olan bu heyecanlı havanın ardından öfkesini de çeşitli kanallardan gösterecektir. AKP bunu oldukça iyi biliyor. Bu nedenle FETÖ operasyonları adı altında görevden aldığı muhalifleri gelen tepkiler üzerine görevine pek çok kez iade etmek zorunda kaldı. Milli mutabakat zemini projesi oldukça kırılgan. AKP kendisini dikkatli hareket etmek zorunda hissediyor.Şimdilik.
CHP dışındaki unsurlardan MHP ise çantada keklik. HDP’nin ve Kürt halkının adı ise ağızlara alınmıyor. Oysa bu ülkenin en köklü sorunu, şu an sıcak savaş halinde cereyan ederken sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar sürerken istediğin kadar meydana insan topla, bu sorun ne gerçekliğinden ne yakıcılığından ne de caydırıcılığından bir şey kaybeder.Israrlı ve örgütlü bir geçmişin karşısında Erdoğan kabadayılığı bir gerçekliğe tekabül etmez. Milli Mutabakar siyaseti ve yeniden inşa sürecinde cemaatten kendisini ayrıştırmaya çalışan Erdoğan Kürt sorununda HDP’yle mesafesini koruyor. Çözümün geleceği bu toz duman içinde ne olur?
Kürt Sorununun Çözümünde AKP- Cemaat Çatlağı
AKP’nin, toplumsal zeminini güçlendirmek adına “darbecilerle hesaplaşmak”, Alevi açılımı, Kürt açılımı ve müzakere süreçleri gibi stratejik politikaları devreye sokmuştu. Alevi açılımı zaten AKP’nin de cemaatin de devletin geleneği itibariyle de göstermelik bir edebiyattan ibaret kaldı. Kürt sorunu ise Kemalist bürokrasinin tasfiyesinin ardından asıl belirleyici gündem olarak masaya yatırıldı. AKP de PKK de sürece dair bir iştah duyuyordu çünkü AKP, Kürt sorunu gibi ülkede “istikrarsızlık kaynağı” tarihsel bir sorunu çözen bir hükümet olarak tarihe geçecek hem de muhafazakar Kürt halkının desteğini devşirecekti. Ancak Gülen meseleye hiç de bu kadar sıcak bakmıyordu.Cemaatin öncülüğünü yaptığı KCK operasyonları ve Oslo sürecini yürüten Hakan Findan’a yönelik operasyonel hamleler ile AKP’nin politikasına fiilen engel koyma derdindeydi. Bu derin ayrılığın kökeninde elbette günlük siyasi çıkarlar var. Ancak onun da ardında Erdoğan’ın ile Gülen’in Kürt sorununa yönelik farklı pozisyonları yer alıyor.Cemaat, ışık evleri adı verilen yapılanmalarında Kürtçe konuşulmasına dahi izin vermeyen bir milliyetçi tona hakimdi.AKP ise mümkün olduğunca kendisini güçlendirecek her projeye el atma derdindeydi. Yani AKP ile cemaatin hedef farklılıkları çatlaklara neden oluyordu.Kürt ulusal hareketinin bölgede müzakere sürecini yürüten siyasi başarısı AKP’yi değil PKK ve BDP’yi güçlendirdiği oranda ise AKP bu operasyonların ekmeğini yedi.
Erdoğan’ın kökeni olan Milli Görüş hareketi Kemalizm’e muhalif olma motivasyonu ile hareket ediyordu. Oysa artık iktidara sıkı sıkı yapışan, başkanlık ve Ortadoğu lideri olma hayalleri ile yanıp tutuşan bir Erdoğan var. Siyasal İslam’ın “muhalif” söylemlerini dile getirmeyi bırakın, boğazına kadar rant, lüks, yağma, yalan ve talanla özdeşleşmiş bir siyasal İslam var. 2013’te Kürdistan’ı dile getirmekten çekinmeyen bir Erdoğan varken bugün Şırnak’ta, Cizre’de Sur’da katliamların emrini veren bir Erdoğan var. Erdoğan’ın niyeti hiçbir zaman Kürt halkının meşru taleplerinin gerçekleştirilmesi ve haklarının tanınması değildi ancak iktidarını geniş ittifaklara dayandırarak uzun kendi rejimini tesis etmeyi hedefliyordu.Oyalama siyaseti son noktasına vardı. Savaş başladı. Geriye tekrar ezbere bildiğimiz tek bayrak, tek millet, tek din, tel dil gibi bilindik ırkçı milliyetçi tonlar kaldı.Artık Erdoğan’ın bu yola ihtiyacı var.
Milli Mutabakat Siyaseti
15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan hiçbir şey olmamış, onu sırtında taşıyan 14 yıllık koalisyon içeriden “ihanete” uğramamış gibi yapamazdı. Derhal milli mutabakat zeminine geçildi.MHP-AKP-CHP üçgeninde milli birlik siyaseti görüntüsü tesis edildi. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu karşılıklı olarak hakaret davalarından vazgeçtiğini açıkladı.”Aynı gemide olmak” bunu gerektirirdi. Gün kavga-muhalefet günü değil devleti kurtarmanın günüydü: Sanki AKP ve cemaat o devletin sahipleri olarak bu ülkenin halklarına kan kusturmamış gibi! Sanki cemaati AKP koruyup kollamamış gibi! Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nu makamında ağırladı. CHP, bir kez daha devlet millet edebiyatı ile “milli mutabakat” ruhuna uygun hareket etti: muhalif tonları lügatından sildi. Taksim Mitingi’nde de bu kaypaklık sürdü.
Bahçeli’nin pozisyonu zaten son bir yıldır ortada. AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımının yıkıcı savaş konseptine dönmesi ile MHP AKP’nin damarında kan oldu. 7 Haziran’da HDP’nin başarısı ve toplumsal muhalefetin canlanması MHP’yi AKP’nin eteklerinin altına itti. AKP de onun bu jestine MHP’nin kongre süreçlerinde Bahçeli’ye her türlü desteği vererek karşılık verdi. Darbe sonrası da Bahçeli sarayda yerini aldı.
Milli Mutabakat ve HDP
Saray’da tek bir parlamento partisi yoktu: HDP. Erdoğan, hakaret davalarını geri çekerken HDP’yi kapsam dışı bırakmayı ihmal etmemişti. Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin önündeki birinci engel olan HDP “milli” zeminden doğal olarak dışlandı. Çünkü Erdoğan’ın derdi elbette “ulusal birlik” görüntüleri vermek değil, darbeyi püskürten ve yıkılmayan komutan, darbe sonrası milli birliği sağlayan lider olarak arkasına aldığı rüzgarı başkanlık rejimi yoluna taş olarak döşemek. Darbe girişiminin “güçlü devlet”e olan ihtiyacı doğurduğu teziyle kitleler bu sürece ikna edilmeye çalışılacak. Tüm devlet yeniden inşa edilecek. Boşaltılan kadrolar doldurulacak. Ordu Bu ise AKP’nin tek başına başarabileceği bir iş değil. CHP ve MHP’nin kitlesinin konsolide edilmesi gerek. “Milli mutabakat” zemini işte bu işe yarıyor. HDP’nin bu zeminde yer almaması MHP ve CHP’nin tabanının milliyetçilik etrafında ikna edilmesi ihtiyacından ve Erdoğan’ın şahsi nefretinden kaynaklanıyor.
Öte yandan darbe sonrası ülkenin başına gelen bütün musibetleri geriye dönüp cemaate mal etme operasyonu akıllıca yürütülüyor ki toplumsal muhalefetin hafızası AKP’den yana yeniden yapılandırılsın. Darbecilikten içeri alınan kilit isimlerin PKK’ye karşı operasyonları yürüten generaller olduğu tespiti ısrarla tekrarlanıyor. Kezban Hatemi, 20 Temmuz akşamı OHAL ilan edilmeden hemen önce bu operasyonlardaki kayıpların ve ihlallerin darbeci general yüzünden gerçekleştirildiğini söylemekle görevlendirilmişti. Damat bakan Albayrak 2011’de 34 köylünün katledildiği Roboski dosyasının yeniden inceleneceğini açıkladı ki Roboski komutanı da gözaltına alınanlar arasında. AKP’nin en tepeden yürüttüğü ve faili olduğu tüm bu suçlar hatta Hrant Dink ‘in katledilmesi gibi büyük cinayetler cemaate mal edilerek hafızalardan silinmek isteniyor. Ancak ne Kürt halkı yıkılan kentlerinden bu yalana inanır ne de sokak ortasında “emri ben verdim” diyerek estirilen diktatörlük rüzgarı kolay kolay hafızalardan silinir.
Erdoğan bu süreçte “demokrasi nöbetleri” ile canlı tutmaya çalıştığı heyecan dalgası ile başkanlık sürecini kotarma derdinde.”Milli Mutabakat” politikasında Kürt halkına elbette yer yok! Nusaybin’de devam eden sokağa çıkma yasağında kentten artık ceset kokuları yükseliyor. Şırnak kenti tamamen yok olmuş, Sur gibi tarihi bir güzellik nice cinayetlerle beraber tarihe karışmış, Cizre’de diri diri yakılanların acısı yüreklere işlemiş… AKP, kendisini aklama peşinde. Kürt sorununda yumuşama ve mutabakat siyasetine dair Erdoğan’da şimdilik bir emare görülmüyor. Ancak hiçbir iktidar bu kadar kanlı bir savaşı sonsuza kadar sürdüremez.