Dün ABD Başkanı Obama Küba’daydı. Bu ziyaret uluslararası basında “tarihi adım” olarak yer aldı. Zira 1928’den bu yana ilk defa bir ABD başkanı Küba’yı ziyaret etti. Obama’nın Küba ziyareti aynı zamanda “ikna turu” olarak adlandırıldı. Böyle adlandırılmasının nedeni, Obama’nın Raul Castro’yu ekonomik ve demokratik reformlar konusunda ikna etmek için Küba’ya gitmiş olmasıydı.
Peki nedir bu reformlar? Uluslararası haber ajansları Obama’nın Küba ziyaretindeki amacını “Küba’nın komünist ekonomisini daha ‘açık’ hale getirmeye ikna etmek” olarak yazdı. “Küba’nın komünist ekonomisi” söylemine hiç girmiyoruz! Bu “Vikipedia bilgisini” bir kenara bırakıp gerçekliğe dönelim.
Reformların Ödülü: Obama!
Obama’nın Küba’nın ekonomisini daha açık hale getirme hedefi aslında Küba’yı emekçi cehennemine çevirmekten başka bir amaç taşımıyor. 2 yıl önce başlayan reformlar, Küba halkını bireysel işletmelerin kuruluşuna izin verileceği bir döneme hazırladı. Bireysel girişimler üzerindeki engeller kademe kademe kaldırıldı. Bu ise kapitalist temeldeki özel işletmelerin üretim hayatına girmesini kolaylaştırdı. Üretimdeki devlet kontrolünün kademeli olarak yerini özel girişimciler aldı.
Geçtiğimiz yıllarda tarım sektöründeki devlet hakimiyeti arka plana alındı ve üretimdeki merkeziyetçi kurallar gevşetildi, kişilerin kendi ürünlerini yetiştirip satmalarına izin veren yasalar geçirildi. Yine 2014 yılındaki reform sürecinde berberlerin yasayla kendi dükkânlarına sahip olmalarının yolu açıldı.
Devam eden reform sürecinde başından beri hedeflenen, devlet sektöründe maliyet artışına sebep olan artı nüfusun bireysel işletmelerin teşvik edilmesiyle yaratılacak yeni istihdam olanaklarından faydalandırılmasıydı. Kısacası serbest piyasa ekonomisine tam entegrasyon hedeflendi!
2 yıl önce, ekonominin yapısal dönüşümünde yabancı sermayedarlara da artan oranda imtiyazlar sağlandığını belirtmek lazım. 2014’te çıkan yasayla birlikte yabancı sermayedarlar devlet arazilerini 99 yıllığına kiralayabilme “hakkını” elde ettiler. Bu imtiyazların amacı ise Küba’nın son dönemde ekonomisinin hayati önemdeki kesimini oluşturan turizm gelirlerinin devamlılığını ve artışını sağlamaktı. SSCB’nin çöküşünden sonra Küba turizm sektöründe yabancı sermayeye geniş alanlar açarak rahat bir nefes almıştı. 1991’deki çözülüşten sonra Küba hükümeti yabancı yatırımların önündeki engelleri kaldırarak ülkeye sermaye akışını serbest bırakmak zorunda kalmıştı. 20 yıl içinde şiddetle artan bir etki yaratan bu politika sonucu bugün Küba’daki doğrudan yabancı yatırım milyar dolara ulaşmış durumda.
İşte, ABD ve Küba arasında yıllar önce başlayan bu
“normalleşme” sürecinde Küba’dan beklenen, bu reformları hayata geçirmesiydi. Yapılan bu değişiklikler toplumu serbest piyasa ekonomisine yavaş yavaş ısındırma amacını
taşıyordu. Bu süreç
“başarıyla” uygulanmaya başladı ve Obama Küba topraklarına ayak basarak mutluluğunu gösterdi!
Sosyalist Küba?
Küba’yı kâbesi yapan Stalinistlerin hayal kırıklığını anlamak mümkün. Zira Küba, SSCB’nin çözülüşünden beri yıllar boyu Stalinist sol tarafından “sosyalizmin taşıyıcısı”, “umudun kalesi” olarak methedildi. Kâbesi büyük bir gürültüyle çökenler için biricik tutunacak dal olarak geriye Küba kalıyordu. Rusya hızla serbest piyasa kapitalizmine geçmiş, Çin 1970’lerden beri mevcut ekonomik sistemini “piyasa sosyalizmi” gibi ucube bir kavramla tariflemiş, Doğu Avrupa’daki bürokratik diktatörlükler yıkılmış ve bu bölge yeni bir pazar olarak kapitalizmin imdadına yetişmiş, batı merkezli sermaye gruplarının tahakkümü altına girmiş bulunuyordu. Doğu bloku hülyalarından geriye yalnız en koyu Stalinistlerin bile savunmaya cesaret edemedikleri Kuzey Kore ve SSCB’nin Karayipler acentası Küba kalıyordu. Peki tüm doğu bloku ülkeleri serbest piyasa kapitalizmine geçerken Küba neden aynı rotayı izlemedi ve bürokratik devlet kapitalizmi rotasında kalmaya devam etti?
Bu soruyu ancak Küba’nın kendi iç dinamikleriyle anlayabiliriz. Örneğin Çin, devrimden sonra hızla üretimi artıran bir sanayi programını hayata geçirmişti. Mao’nun “Büyük İleri Atılımı” on milyonlarca kişiyi açlıktan kırdı geçirdi ama bu atılım programı Çin’in geleceğini tayin edecek bir dönüşümün düğüm noktasıydı. Çin son 30 yılda emperyalistlere kök söktürecek konuma, kapitalizmini kademeli olarak geliştirerek geldi. SSCB sonrası Rusya zaten güçlü bir sanayiye sahipti. Küba ise hiçbir zaman kendi sanayisini geliştirme imkanını bulamadı. 60’lı yıllarda Che bu yönde hamleler yapmaya başladığında ise bir anda istenmeyen adam ilan edildiğini gördü. SSCB ile karşılıklı anlaşmaya göre Küba yatırımlarını sanayiye değil fakat tarıma ayıracak, şeker pancarı üretimine endeksli monokültür bir ekonomiye dayanacaktı. Nesnel koşulların elverişsizliği ulusal kalkınmacı Kastro önderliğinin elini kolunu bağlıyordu. Kastro arada sırada Latin Amerika’nın bağımsızlığından dem vuracak oluyor fakat ülke ekonomisinin güçsüzlüğü onu hemen tekrar SSCB ittifakının şefkatli kollarına teslim ediyordu.
Küba’da devrim bir işçi devrimi değil, ulusal kalkınmacı reformist önderliğin iktidarı ele geçirdiği bir toplumsal olay olarak gerçekleşmişti. Kapitalizmle ve özel mülkiyetle herhangi bir sorunları olmadığını açıklayan Fidel Kastro ABD’den yüz bulamayınca yüzünü SSCB’ye döndü ve planlı ekonomi, devlet mülkiyeti temelinde yutturulan bir “sosyalizmle” 50 yıl boyunca bürokrasinin sözcülüğünü üstlendi. Küçük burjuva önderlik üretimin başına çöreklenerek bürokratik denetimi hakim kıldı. Ancak düşük ölçekte sanayileşebilen Küba’da üretim tamamen devlet kontrolünde, tepeden bürokratlar tarafından denetlenen bir süreçten ibaretti. Küba’da ne işçi konseyleri oluşmuştu ne de üretimde işçi denetiminin nüveleri mevcuttu. İşçilerin ürettiği artı-değere el koyan bürokrasi yönetimde de tek hakim sınıf olarak kendini örgütlemişti.
İşte SSCB’nin çözülmesinden sonra kesilen yardımlar neticesinde bu bürokratik mekanizma reformlar yapmaksızın ayakta kalamayacağını anladı ve ilk adım yabancı sermayedarlara kapıların açılması oldu. Sanayinin dünya piyasalarındaki yetersiz rekabet gücü bürokrasiyi alternatif önlemleri düşünmeye sevketti. Şeker pancarının yerini turizm aldı ve Küba bir süre böyle ayakta durmayı denedi. Ancak gelinen noktada üretimdeki verimsizlik ve dünya pazarının sıkıştırmaları karşısında bürokratik önderlik kadiri mutlak bir devlet hakimiyetinin çözülmesi ve üretimdeki bürokratik kabuğun yavaştan çatlamasını ekonomik kalkınma için elzem görüyor. Böylece serbest piyasa kapitalizminin tohumlarının atılmasıyla işçi sömürüsünün koşulları da ağırlaştırılacak. Devlet güvencesinden yoksun bırakılan işçi sınıfından, sermayedarların insafına bırakılma pahasına, üretimi arttırmaları istenecek.
Elbette tüm bunlar Küba’nın özgün koşulları göz önüne alındığında derece derece yapılıyor ve aslında SSCB çözüldüğünden beri de sistematik reformlar dizisi işlemeye devam ediyor. Küba’nın ekonomik özgünlüğüne yukarıda değinmiştik. Bunun yanında Fidel’in yarattığı gelenek de Küba’yı geçmişteki Stalinist diktatörlüklerden ayıran bir görüntü sunuyor. Kastro önderliğindeki bürokrasi diğerlerinin aksine sanki üretimde ve yönetimde bir işçi denetimi söz konusuymuş gibi davranarak Küba’da sınıflar arası bir toplumsal mutabakat olduğu izlenimini vermek için özenle uğraştı. Eşitlikçi söylemler, Fidel’in popülizmi, ABD baskısının doğurduğu anti-Amerikancı histeriyle bütünleşti ve Fidel yönetimi kitle desteğini kendi iktidarı için bir meşruiyet aracı olarak hep kullandı. Geniş halk kitleleriyle ilişkiyi iyi tutmaya çalışan hükümet “halk yönetimi” söylemi altında devrimci muhalefetin önlemini daha doğmadan aldı. Fidel’in Havana mitingleri ve daha birçok ideolojik destek yönetimdeki bürokrasiyle emekçi sınıflar arasında bir uzlaşma ortamını bürokrasinin eline verdi.
Emekçi sınıfla bürokrasi arasındaki, diğer Stalinist devletlerden görünüşte oldukça farklı olan bu özgün ilişki reformların parça parça yapılmasını zorunlu kılan etmenlerden biri. Fidel’in iktidardan çekilişi de bu sürecin önemli noktalarından biri oldu. 50 yıl boyunca kitlelerin hafızasında devrim ve sosyalizmle özdeşleşen Fidel’in kapitalizme geçiş buyrukları vermesi derin bir sadakat kaybına yol açıp geniş kitleleri rejim muhalifliğine itebilirdi. Böylece Raul Kastro geçiş programını hayata geçirmek için hamleler yaparken Fidel de perde arkasından yaptığı açıklamalarla devrimci retoriği kullanmaya devam edebiliyor.
Ayrıca bürokrasinin ekonomik denetimini bir anda yitirmesi de kendi çıkarlarına ters. Zaman içerisinde özel kişilerin hizmetine tahsis edilecek devlet işletmelerinde de bu çok özel kişiler üst düzey bürokrasinin içerisinden seçilecek. Çin’de olan buydu. Küba’da da işçileri denetleyen fabrika müdürleri, üretim sürecinde ayrıcalıklı bir yer edinen ve toplumsal farklılaşmanın temelini oluşturan bürokratlar süreçten kazançlı çıkan unsurlar olacak.
Sonuç: Tek Yol Sürekli Devrim!
Tarihteki devrimci süreçlere bakınız, tamamının gösterdiği doğruluk rotası sürekli devrimdir! Kaybedilen devrimlerin ardına gizlenen bürokratik sınıf, bugün kalan son “kalenin” çözülüşünü hüzünle izliyor. Geleceğe güvenle bakmak için mücadeleyi sürekli devrim perspektifiyle örmemiz şart!
bolsevik.org