Latin Amerika’da Bir Dönem Kapanıyor – V.U. Arslan

Venezuela’da geçtiğimiz pazar günü yapılan parlamento seçimlerinde Chavezci Maduro’nun partisi PSUV ağır bir yenilgi aldı. PSUV‘nin milletvekili sayısı 99’dan 66’ya düşerken muhalefetteki sağcı Demokratik Birlik milletvekili sayısını 66’dan 99’a çıkardı. Üstelik dağıtılacak 22 milletvekilliği daha duruyor ki bunlarla beraber muhalefetin mecliste 3/5 çoğunluğa erişmesi mümkün görünüyor. Bu da muhalefetin Maduro’nun politikalarına ciddi şekilde etki edebileceği anlamına geliyor. Venezuela’da başkanlık sistemi olduğu için devlet başkanı Maduro, halen dominant pozisyonda olmaya devam edecek. Chavezci yüksek bürokrasi, yüksek yargı, belediyeler, polis ve ordu halen Maduro kontrolünde; ama 17 yıllık Chavizmo’nun sonunun geldiğine dair güçlü emareler önümüzdeki dönemde bu elit tabakaların kolayca taraf değiştirmesini beraberinde getirebilir. Böylelikle Latin Amerika’da ulusalcı sol içerikteki reformist iktidarlar döneminin kapanmakta olduğunun güçlü bir kanıtı daha ortaya çıktı.

Seçim Yenilgisinin Açık Nedenleri

res 1

Venezuela’da resmi işsizlik oranının %8.3 olduğu söyleniyor ancak gerçek rakam bunun çok üzerindedir.

Venezuela’da Chavizmo’nun 17 yıllık iktidarına rağmen halkın en temel problemleri çözülebilmiş değil. Ne doğru düzgün iş var, ne de halkın güvenliği… Yoksul halk aradan geçen 17 yıla rağmen teneke evlerde feci garibanlık içerisinde yaşıyor. İşsizlik had safhada, büyük bir kesim hiçbir sosyal güvenliğe tabi olmadan enformel sektörde hayata tutunmaya çalışıyor. Cinayetler ve fidye için adam kaçırma Venezuela’yı dünyanın en tehlike yerlerinden biri haline getiriyor. Kısacası aradan geçen 17 yıla rağmen kapitalizmin ortaya çıkarttığı kronik sorunların, Chavizmo ile çözülemediğini görüyoruz. Çözülemediği gibi, dünyadaki ekonomik rüzgarların tersine dönmesi ve petrol fiyatlarının gerilemesi ile beraber ülke ekonomisi tam anlamıyla krizin içerisine yuvarlandı. Enflasyon 3 haneli rakamlara yükselirken halkın temel tüketim malzemeleri (tuvalet kağıdından, şekere kadar bir çok ürün) bulunamaz durumda. Neticede geçmişte her şeye rağmen burjuvalara ve zenginlere karşı Chavez’e ve son dönemde de Maduro’ya oy veren yoksul halk, bu sefer ya sandığa gitmedi ya da Maduro yönetimini cezalandırmak için sağa oy verdi.  

İdeolojik Meseleler

Türkiye’de Stalinist solun her rengi Venezuela’daki gelişmeleri 21.yy sosyalizmi olarak selamladı. Chavizmo’nun parlaklığının azalmasıyla beraber ise eski heyecan en dar kafalılar haricinde pek kalmamıştı. Diğer taraftan meseleye dair biz devrimci Marksistler haricinde kimse tartışma yürütmedi ve ideolojik dersler çıkarmaya kimse yanaşmadı.

Son seçim hezimetinin ardından KP’nin yayın organı sol.org.tr‘de Tulga Buğra Işık imzalı bir yazı yayınlandı. Yazı, bozulan ekonomiden bahsediyor ve Maduro yönetimine bazı eleştiriler getiriyor. Diğer taraftan, söz konusu yazının savunmacı bir tutumdan da ödün verilmediğinin altını çizelim. Burada bizlerin yönelttiği asıl eleştiri, salt ekonomik kriz karşısındaki basiretsizliği eleştirmekle yetinmenin mutlak yetersizliğidir. Kapitalist sistemi veri alan bir iktidarın kapitalist krizden etkilenmesi kadar doğal ne olabilir? Neticede kapitalist kriz ve devrimci alternatifin yokluğu sayesinde seçimle iş başına gelen Chavizmo, bir dahaki ekonomik krizde seçimle iş başından gitmektedir. Burjuva devlet aygıtını yıkmak yerine onun başına geçen bir yönetim, sosyalist değil olsa olsa reformisttir. Gerçekleşen bir takım cılız reformlar da ilk fırsatta geri alınır. Burjuva mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirmeden yoksul halk ve emekçilerin köklü toplumsal problemlerinin hiçbirini çözemezsiniz. Hayat bunu Venezuela örneğinde bir kez daha ispatlamıştır. Aramızdaki fark, “sürekli devrimci sol” ile ulusalcı reformist sol arasındaki farktır. Antikapitalist olmadan anti emperyalist olunmaz! Olsanız olsanız ulusalcı sol olursunuz. KP de ulusalcı sol bir perspektiften burjuva devleti esas alan bir programa sahip olduğu için yıllar boyunca Chavizmo’yu allayıp pulladı. Şimdi yapılan kısmi ve yüzeysel eleştiriler ise meseleyi geçiştirmekten başka bir şey değildir.

Stalinizmin bu tutumuna karşı, biz devrimci Marksistler, tartışmayı çok uzun yıllar önce yapıyor ve gerçekleri şöyle anlatıyorduk:

“Valiler, belediye başkanları, diğer üst düzey yöneticilerden oluşan türedi Chavezci bürokrasinin sosyal yaşamda etkili bir konumda olduğu biliniyor. Bunlar bir yandan makamlarının ayrıcalıklarını sınırsız bir şekilde kullanır, Venezuela burjuva sisteminin değişmez karakteri rüşvete gırtlakla
rına kadar batarken diğer yandan da halk hareketinin daha da ileri gitmesinden ödleri kopmaktadır. Bir de Chavez bürokrasisi ile iş tutan ve adına Boliburjuvazi denen türedi zenginler vardır.
”  (Marksist Bakış, sayı.13, 2007)

Ulusalcı Sol İktidarların Yükselişinin Geri Planı

Latin Amerika genelinde Venezuela dışında Bolivya, Ekvator, Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde de yoksul halkın çıkarına reform programı uygulayan ulusalcı hükümetler ve devlet başkanları iktidardaydı. Bu iktidarları ihya eden küresel iktisadi eğilimler AKP’yi de ihya etmişti. Bu yüzden süreci yakından biliyoruz: 1990’lar boyunca ekonominin krizler içerisinde dibe vurması var olan iktidarları ve partileri temizler. 2000’lerdeki tüm dünyayı saran para bolluğunda da dibe vuran ekonomi yukarı çıkmaya başlar, ekonomi büyür, işsizlik azalır, daha önceki dönemde bastırılan tüketim harcamaları refah artışı izlenimi yaratır. Latin Amerika’da farklı olarak ekonomik kriz karşısında emekçi sınıflar çoğu ülkede isyan bayrağını çeker, ama devrimci önderlik bulunmadığı için bu isyanlar kapitalist sistemi yıkacak olgunluğa erişemez. Bu durumda solcu reformist liderler öne çıkarlar ve halkın da baskısıyla reform programını uygulamaya sokarlar. İzledikleri siyaset kesinlikle devrimci değildir, kapitalist sistemi ve burjuva devlet aygıtını temel alır. Esas olarak ulusalcı sol reformist bir içeriğe sahiptir. Büyüme döneminin etkisi ve yoksul halkın piyasacı sağ karşısında bu reformist liderlere destek olması, bu iktidarların uzun erimli olmasını sağlar. Diğer taraftan da bu iktidarlar, kapitalist sistemi tehdit eden Latin Amerika’daki isyan dalgasının yatışmasını sağlar. Venezuela ve Bolivya’da Chavez ve Morales, diğer reformist liderlerden daha ileri gidebilirler, zira bu ülkelerdeki zengin petrol ve doğal gaz yatakları ve bunların fiyatlarının uzunca bir süre yüksek gitmesi reform programı adına finansman kaynağı sağlamıştır. Bu finansman kaynağı sayesinde dış politikada da daha anti ABD’ci bir pozisyonu özellikle Chavez sergileyebilmiştir. Diğer taraftan bu anti-emperyalistliğin de çoğu zaman show’dan ne kadar ileride olduğu tartışmalıdır. Örneğin Kolombiya’daki ABD yanlısı aşırı sağcı hükümete karşı uzun yıllardır mücadele eden FARC gerillalarını Kolombiya hükümetine teslim etmek, ne kadar anti-emperyalistliktir bunu tartışmaya bile gerek yok. Açıkçası tablo burjuva devlet aygıtına, kapitalist ilişkilere tabiyeti, emperyalizm konusunda da bol bol lafın resmini içermektedir. Marksistler bilirler ki anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olunmaz.

Bilançoyu Çıkaralım

 Maduro döneminde kriz daha şiddetlendi, petrol fiyatları düştü ve Chavizmo’nun sınırları çok daha net belli oldu. Chavez ölmeden önce 2012’de son seçimini kazanmıştı. Biz de tartışmayı sürdürmüş ve Chavez’in 2012’de kazandığı son seçimden sonra, bugün net bir şekilde ispatlanan şu değerlendirmeleri yapmıştık:

Peki, lafa değil de icraata bakarsak – ne de olsa 13 yıldır iktidarda bu adam- kimdir bu Hugo Chavez? Bize söyledikleri gibi ‘21.yy sosyalizmi’ni inşa edecek bir devrimci mi yoksa yaptıklarına devrim diyen bir reformist mi? Uzun uzun tartışmaya gerek yok, az değil 13 yıllık bir iktidar süresince yapılanlar ve yapılmayanlar ne de olsa ortada. Şöyle bir özetleyelim:

 1) 1999’dan beri devam eden Chavez iktidarında, emekçilere hitap eden kısmi bir takım reformlar yapılsa da devletin kapitalist karakteri olduğu gibi durdu, hatta bürokrasi gelişti ve güçlendi. Sadece bürokratik mekanizmaların başında Chavez’e ve partisine yakın ya da öyleymiş gibi yapan bir sürü kariyer düşkünü doluştu. Üstelik bunların birçoğunun boğazına kadar yolsuzluğa batmış olduklarını belirtelim. Hatırlatmaya gerek var mı bilmiyoruz ama yine de belirtirsek devrim ve sosyalizm, kapitalist devletin yıkılmasını bunun yerine aşağından örgütlenen işçi ve köylü konseyleri temsilcilerine dayanan yeni tipte bir işçi devletinin inşasını öngörür. Chavez ise burjuva devleti güçlendirmiştir.

 2) Chavez döneminde kapitalistler gerilemek şöyle dursun zenginliklerine zenginlik katmışlardır. Özel sektör ülke ekonomisindeki payını 1998’den 2008’e %64.7’den %70.9’a çıkarmışlardır. Yani kapitalistler Chavez’den hiç hoşlanmasalar da süreçten hiç de zararlı çıkmışa benzemiyorlar. Üstelik Chavez bürokrasisi ile iş tutan ve adına Boliburjuvazi denen türedi zenginler vardır. Chavez de kendi zenginini yaratmıştır. Oldukça istisnai olan kamulaştırmaların çoğuysa zaten batık işletmelerdi ve geri kalanın parası sahiplerine ödenmişti.

 3) Chavez döneminde Venezuela’nın temel sorunları çözülememiştir. Venezuela’da hâlâ büyük bir konut sorunu vardır. Milyonlarca fakir insan içinde yaşanmayacak semtlerde ve evlerde hayat sürdürmektedir. Resmi işsizlik oranın %8.3 olduğu söyleniyor ancak gerçek rakam bunun çok üzerindedir. Bunun dışında Venezuela çalışabilir nüfusunun yarısı informal sektörlerde çalışmaktadır. Kısacası ülkenin yarısının doğru düzgün bir işi yoktur. Bu durum da neticede Venezuela’nın geri ve yoksul bir ülke olarak kalmasında belirleyicidir. Ülkedeki büyük suç oranı konusunda da ileri gidilememiştir. Daha önce belirtmiştik, tekrar vurgulayalım: Venezeula hâlâ dünyanın en tehlikeli ülkelerinden birisidir. Suçun kendisinin polisiye bir konu olmadığını yoksulluk ve kapitalist çarpıklıkla el ele gittiğini unutmamak gerekir, yani bu bir göstergedir.

 4) Yoksullara yapılan yardım konusunda da gözden kaçırılmaması gereken hususlar bulunmaktadır. Birincisi devrimciler elbette ki bu yardımları desteklerler ama özünde sosyal demokratik reformlar olan bu tarz yardımlar işçi sınıfını güçlendirmemektedir. İşçi sınıfı ve yoksullar doğru düzgün iş, çalışma, üretim, sendika, örgüt vb ile güçlenirler. Doğrudan sosyal yardım ise bir tür bağımlılık ilişkisi yaratır ki bundan ilerici bir sonuç çıkmaz. Hatırlanacak olursa Türkiye’de de İslamcı belediye ve iktidarlar bu tarz yardımlarla bir tür bağımlılık ilişkisi yaratmışlardır.

 5) Chavez, kendisine muhalefet edilmesini sevmemekte denetimi altına alamadığı daha soldaki unsurları bastırmaktadır. Chavez iktidarı ülkenin en büyük işçi sendikasını denetimi altında tutarken canını sıkan işçi direnişlerine, grevlere ve bunların önderliklerine saldırmakta çekince görmemektedir. Yaklaşık 125 işçi hareketi militanı, Chavez iktidarı tarafından zindanlarda tutulmaktadır.  Bunun anlamı da Chavez iktidarının devrimci işçi hareketine olan düşmanlığıdır. Burjuva devletin başında şu an Chavez vardır ve o bu düzeni korumaktadır.

 6) Joaquin Perez Becerra, FARC’ın Avrupa sorumlusuydu ve İsveç’te yaşamaktaydı. Nisan 2011’de bir konferans için Venezuela’ya gelir. Derken “sosyalist” Chavez, Becerra’yi gözaltına aldırır ve apar tapar sağcı kontra Kolombiya hükümetine teslim eder. Evet, Chavez solcu gerilla örgütünün Avrupa temsilcisini Kolombiyalı cellatlara teslim etmiştir. Bütün sosyalistlerin midesini kaldırması gereken böyle bir icraatı yapabilen birisi sosyalist olabilir mi? Becerra ve genel olarak Kolombiya devrimcileri ve emekçileri umrunda değildir Chavez’in. O kendi ikbalinin peşindedir. Bundan daha büyük anti-sosyalist bir davranış olabilir mi? Chavez, aynı şekilde elinde binlerce devrimcinin kanı olan Ahmedinejad’ın en yakın dostu değil midir?

 7) Chavez’in anti-emperyalistliği ise farklı bir emperyalist blok yaratmaya çalışmaktan ibarettir. Çin ile Rusya öncülüğünde, İran, Brezilya gibi ülkeler toplanıp ABD ve müttefiklerine karşı gelecek. Farklı emperyal projeyi bir kenera bırakalım, yaygarayla sürüdürülen Chavez’e özgü anti-Amerikancılık da pek bir maddi temele dayanmıyor.  ABD’nin %10’a yakın enerji ihtiyacı Venezuela’dan geliyor. İsterse ABD’nin canını yakabilir Chavez. Ama bu durumda %50’sini ABD’ye sattığı petrolünü kime satacak? Durum böyle olunca ABD, 2002’deki başarısız darbe girişiminden beri statükoyu kabul etmiş durumda. Chavez’in anti-ABD’ci lafazanlığının pek bir hükmünün olmadığını da herkes biliyor zaten.

Bu tespitlerin ardından, sonuç kısmında ise, bugün doğrulanan şu ifadeleri kullanmıştık:

 Chavez bir seçim daha kazanmasına kazanmıştır ama kimse emekçileri kandırmaya kalkmasın. Chavez olsa olsa bir sosyal demokrat olabilir. Sosyal demokratlar, Ecevit’in ‘toprak ekenin su kullananın’ sloganında olduğu gibi halka yaslanmak için popülizme yelken açmak zorundadırlar. Başbakan Ecevit 1970’lerde nasıl ki burjuva düzene sadıktı ve gerektiğinde işçi hareketine ve devrimcilere saldırmaktan çekinmiyordu, Chavez için de durum aynıdır. Chavez’in özgünlüğünü mümkün kılansa Ecevit’in mahrum olduğu dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır. Petrol fiyatları yüksek seyrettiği sürece Chavez gemisini bir süre daha sürdürecektir ama oylarındaki ciddi azalış da tıkanma noktasını işaret etmektedir.

 Devrimciler, işçi sınıfının Bolivarcı popülizmin peşinde gitmemesi için çaba sarf ederler. İşçi sınıfının bağımsız devrimci çizgisini geliştirmesiyle Leninist bir öncünün liderliğinde sömürü düzenini yenip sosyalizmi kurabileceğini, bunun da ancak proleter devrimler sayesinde mümkün olacağını bıkıp durmadan anlatırlar.  Diğer taraftan işçi sınıfının bu yola kazanılması Chavez karşıtı ültimatomlar vererek mümkün olmaz. Tersine bu tarz bir sekterlik devrimcileri işçilerden izole edecektir. İşçilerle devrimci program arasındaki köprü birleşik işçi cepheleriyle kurulabilir.

KATEGORİLER
ETİKETLER