Suriye Afganistanlaşırken, Türkiye Pakistanlaşıyor mu? – Emre Güntekin

4 Nisan, 2014

Seçimlerden birkaç gün önce yayınlanan tapede, devletin güvenlik aygıtlarının tepe noktalarındaki isimlerden Suriye ile ilgili olarak skandalvari sözler yayınlanmıştı. Dışişleri bakanlığında yapılan toplantıda MİT Müsteşarı Hakan Fidan seçim öncesi savaş ortamı yaratabilmek için gerekçe hazırlayabileceklerini gerekirse Suriye topraklarına adam gönderip Türkiye’ye sekiz füze yollayabileceklerini veya Süleyman Şah Türbesi’ne kendilerinin saldırabileceklerini söylüyordu. Seçim hengâmesinde ve Tayyip Erdoğan’ın algıyı daha çok yapılan casusluk üzerine yönlendirmesiyle birlikte bu aymazlık arada kaynadı gitti. Büyük ihtimalle de unutulacak. Zaten artık manası da kalmadı, çünkü Erdoğan seçim başarısının coşkusuyla yaptığı balkon konuşmasında Suriye ile savaş halinde olduğumuzu ifade etti. Ancak bu sözler bir kenara not edilmeli. Gelecek AKP’nin Suriye politikasının Türkiye’yi ciddi bir tehditle yüz yüze bırakacağını şimdiden gösteriyor.

Bundan 3 ay öne yine Marksist Bakış Dergisi’nde “Suriye İç Savaşında İç Savaş” başlıklı bir yazı yazmış ve Esad rejimine karşı savaşan İslamcı gruplar arasındaki kamplaşmalardan ve yeni şekillenmelerden bahsetmiştik. Aradan geçen üç ayda İslamcı çetelerin başkalaşımı durmadı, aksine her geçen zaman giderek radikalleşmiş yorumların ortaya çıkmasına ve ideolojik açıdan zayıf kalanların operasyon sahasından da silinmesine neden oluyor. ÖSO mücadeleyi başlatmış, ancak Batı’yla fazla uyumlu bulunmuş, sahaya El Kaide’nin girişiyle birlikte bir parçalanma yaşamıştı. Derken uluslararası emperyalist kapitalist sistemin müdahalesiyle süreç yeniden şekillendirilmeye çalışılmış ve bu kez destek İslami Cephe’ye aktarılmıştı. Gelinen noktada Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) sahaya hükmetmeye başladığını gösteriyor.

Bundan üç ay önce yazdığımız yazıda nasıl Suriye Ortadoğu’nun Afganistan’ına dönüştü dediysek, bugünde Türkiye’nin Pakistan’a dönüşmeye başladığından bahsetmek yanlış olmayacaktır. Bugüne kadar İslamcı grupları sonuna kadar destekleyen AKP iktidarı Türkiye’yi geri dönülmez bir yolun içerisine soktu. Suriye’deki savaş sona erse de ermese de geleceği belirsiz bir savaş bizi bekleyecektir. Kısa bir süre önce IŞİD’in Suriye sınırının 35 km içerisinde kalan ve Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi çevresini kontrol altına alması geniş yankı uyandırmıştı. Aynı süreçte Niğde’de jandarmaya düzenlenen saldırı ve Ümraniye’de IŞİD üyesi oldukları aktarılan kişilerin polisle çatışmaya girmesi tehlikenin hemen yanı başımızda olduğunu göstermişti.

El Kaide ve ondan türeyen İslami unsurlarla ilgili eksik bilinen bir nokta varsa; o da şaşmaz bir Batı kuklası olduklarıdır. Evet, 1980’li yıllarda El Kaide’nin oluşumunda SSCB’nin işgaline karşı Afgan mücahitlerine örgütlü bir kimlik kazandırılmasında Batı’nın desteği tartışmasızdı. Ancak gelinen noktada artık El Kaide ile simgeleşen cihatçı akımlar dünya genelinde önemli bir oyuncu konumuna yükselirken, Batı’nın üzerlerindeki kontrol yeteneği giderek zayıfladı. Meseleye sadece bir terör örgütüyle karşı karşıya oldukları çerçevesinde bakanlar şu gerçekle yüzleşecektir: On yıllardır sürdürdükleri gerilla savaşlarına, sansasyonel saldırı tecrübelerine dayanan ciddi bir tarihsel birikime sahip; öte yandan ideolojik bir davanın takipçileri olmaları nedeniyle özellikle girdikleri İslam coğrafyasında hızla etki alanlarını genişletebilmeleri bu unsurları Ortadoğu coğrafyasında daha uzun yıllar söz sahibi yapacaktır.

Türkiye İçin İhtimaller

Türkiye’nin bugüne kadar topraklarını sonuna kadar açtığı El Kaide gibi yapılardan kısa vadede kurtulması giderek imkânsızlaşmaktadır. Dahası zorlayıcı birtakım koşullar oluşmadığı takdirde AKP iktidarının böyle bir niyeti de bulunmamaktadır. Son olarak İslamcı çetelerin Keseb’e yönelik saldırılarında TSK işi Suriye ordusuna yönelik operasyonlara aktif askeri destek sunarak, hatta provakatif bir şekilde bir Suriye jetini düşürerek ileri boyuta taşımıştı. Uluslararası alanda Türkiye’nin topraklarını İslamcı gruplara açması ve Suriye’ye yönelik saldırıların üssü haline dönüştürmesi ciddi sorular uyandırmaktadır. Türkiye’nin bu soru işaretlerini giderme adına atabileceği adımların ise bir sınırı bulunuyor: Örneğin kısa bir süre önce Türkiye sınırı yakınında bulunan Azez’in El Nusra Cephesi tarafından ele geçirilmesinin ardından Türkiye Cilvegözü ve Öncüpınar sınır kapılarını kapatmıştı. Akabinde ise El Nusra Cephesi Türkiye’yi ciddi saldırılarla tehdit etmişti. Ayrıca geçtiğimiz yıl içerisinde Türkiye’deki El Kaide hücrelerine yönelik operasyonlar düzenlense de, örgütün otonom bir ağa sahip olması ve hücreler arasında iletişimin minimum seviyede bulunması nedeniyle operasyonların etkisi de sınırlı olmuştu. Tabi ki bu operasyonların özellikle Suriye politikası ile ilgili olarak Batı tarafından yapılan basıncın etkisiyle dostlar alışverişte görsün hesabı yapıldığını vurgulamak gerekir. Öyle ki Türkiye El Kaide’nin neredeyse yegâne silah kaynağına dönüşmüş durumda. MİT’in tırlarının yakalanması ile birlikte bu konudaki en ufak bir şüphe bile dağılmıştı.

Türkiye’nin El Kaide’ye verdiği açık desteği uzun uzun tartışmayacağız; ancak asıl odaklanılması gereken nokta bundan sonra Türkiye’nin El Kaide ile nasıl bir sınav vereceğidir. Zira Suriye’de savaşmaya giden binlerce cihatçının Türkiye sınırlarını kevgire çevirmesi bir yana; yaklaşık 5600 Türk’ün cihatçıların saflarında savaştığı iddia ediliyor. Bu gruplar rotayı bir gün elbet Türkiye’ye çevirecektir. Ruşen Çakır bu tehlikeye şu şekilde dikkat çekiyor: “yıllar boyunca Afganistan, Çeçenistan, Irak, Suriye gibi cihad alanlarında çok sayıda Türkiye vatandaşının savaştığını; bir kısmının zamanla birer yeni Selefi hâline geldiklerini biliyoruz. Bunların bir bölümünün dönüş kararı alması hâlinde bile Türkiye’de güçlü bir Selefi dalgaya tanık olabiliriz. Peki dönerler mi? Eğer şu ya da bu nedenle, örneğin AKP’nin iktidarı kaybetmesi hâlinde Türkiye bir “cihad alanı” olarak kabul edilmeye başlanırsa bu mümkün.” (Vatan, 11 Mart)

Uluslararası alanda da en sık gündeme getirilen konulardan birisi de özellikle Avrupa’dan Suriye’ye savaşmak için giden cihatçıların dönüş yapması. Suriye’de 2-3 bin arasında savaşçı bulunduğu biliniyor. Bu unsurlar çok ciddi bir silah kullanma, bomba imalatı ve bireysel saldırı tecrübesinden geçiyorlar ve başka herhangi bir alanda bulamayacakları saha tecrübesi ediniyorlar. Özellikle Avrupa’dan gidişlerde Türkiye ana geçiş noktasını oluşturuyor.

Cihatçı grupların Türkiye’ye yönelik ilgileri özellikle Türkçe yayın yapan sitelerinin işlerliğinden de anlaşılabiliyor. Türkiye’de özellikle iktidar eliyle gerçekleştirilen muhafazakârlaştırma İslamcı çeteler için muazzam bir kolaylık yaratıyor. Türkiye kendi içine kapandıkça, Erdoğan’ın rejimi radikal Sünni İslam yorumuna kaydıkça kendi tabanından cihatçı yapılara doğru geçişkenlik artıyor. İHH gibi bu gruplara lojistik destek sunan gruplar iktidar eliyle palazlandırılıyor.

Bugün Türkiye’nin yaptığı hatanın benzeri tarihte de mevcut: Pakistan’da uzun yıllar El Kaide’ye ve Taliban’a ev sahipliği yapıyor. Hatta örgütün lideri Usame Bin Ladin hala üzerinde şaibeler barındıran bir operasyonla bu ülkede öldürülmüştü. Geçtiğimiz yıl Kasım ayında da Pakistan Talibanı’nın lideri Hekimullah Mesud insansız hava aracıyla düzenlenen bir saldırı da yaşamını yitirmişti. Onun selefi Beytullah Mesud’da 2008 yılında yine bir insansız hava aracı saldırısında öldürülmüştü. Bu liste uzayıp gider. El Kaide’nin uluslararası lideri Ayman El Zevahiri halen Pakistan’da bulunuyor. Kısacası liderliği ortadan kaldırmak hareketi geriletmenin en zayıf yollarından birisi. El Kaide gibi Cihadçı gruplarda en az savaşanlar kadar komutanlarda saha da varlıklarını gösteriyorlar.

Avrupa’dan ve dünyanın diğer bölgelerinden Pakistan’a geçen radikal İslamcılar El Kaide ve Taliban ortaklığıyla işleyen kamplar savaş eğitimi alabiliyorlar. Örgütün Pakistan’da bulunan gücü gerektiği durumlarda Afgan operasyonlarında da rol alabiliyor. Pakistan devleti ise zaman zaman cihatçı gruplara karşı operasyonlar düzenlese de bu durum içerde siyasi istikrarsızlığın, iç çatışmanın önüne geçemiyor. Son olarak Eylül 2013’te İslamcı gruplar Peşaver’de bir kiliseye ayin sırasında saldırmış ve 78 kişiyi katletmişlerdi.

Artık bizimde bir Peşaver’imiz mevcut. Kentin adı kelime olarak “sınır kenti” anlamına geliyor. Yine Afganistan ile Pakistan arasındaki El Kaide geçişkenliğinde tıpkı Hatay gibi önemli bir konumda yer alıyor. ABD Yurtdışı Güvenlik Konseyi’nin 2013 raporunda kent şöyle aktarılıyor: “Hırsızlık, kapkaç, intikam ve namus cinayetleri, siyasi şiddet, terör saldırıları, adam kaçırma, askeri operasyonlar ve toplumsal kargaşa, hem Peşaver hem de Pakistan’ın kuzeybatısında sık rastlanan olaylar.

“El Kaide ve Taliban unsurları ile yerel silahlı mezhep temelli gruplar, Pakistan’ın genelinde tehlike oluşturuyor. FATA ve Swat Vadisi de dâhil olmak üzere KP Eyaleti’nin (Peşaver bu eyaletin başkenti) büyük bölümü devletin kontrolünün dışında kalıyor ve buralar teröristler, aşırı gruplar ve militan gruplar için saldırı hazırlığı, eğitim ve planlama yapmak için bir güvenli liman sağlıyor.” Yine Hatay’a benzer bir şekilde Afganistan’da süren savaştan kaçan on binlerce Afgan mülteci kentte kalıyor ve Taliban’ın insan kaynaklarından birini oluşturuyor.

Türkiye’de devletin artık Hatay ve Suriye sınırında bulunan diğer illerde ne kadar kontrol sahibi olduğu tartışmalıdır. Düne kadar bölge halkları özellikle İslamcı grupların bölge halklarına uyguladıkları pervasız şiddetinden, iktidar tarafından beslenen aç gözlülüklerinden sıklıkla şikâyet ediyorlardı. İktidarın buna yanıtı ise Türkiye halklarını özellikle Sünni mezhepçilik temelinde kendi topraklarında ve bütün amacı Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek olan bir savaş karşısında ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürmek oldu. Bu öfke Gezi Direnişi’nde de kendisini göstermiş ve en sert çatışmaların yaşandığı yerlerin başında Hatay gelmişti. Katledilen 3 gencin bu bölgeden çıkması da tesadüf değil.

İktidar bugüne kadar kaybedileceği açık olan bir kumarı sürdürmeye çabaladı ve halen de yanlışı hem kendi hem de bölge halklarının boynuna dolamakta kararlı. Türkiye ile birlikte Suriye’de artık bitmeyeceği anlaşılan bir savaşın içine düşürüldü. Afganistan örneğini göz önüne alın ve sadece öznelerle nesneleri değiştirerek Suriye denklemine uyarlayın. Türkiye için tehlikeli noktalardan birisi de bu savaşın ortasında yalnızlaşma yaşamaktır. Esad’ı devirmek için bugüne kadar İslamcı çetelere desteği esirgemeyen ABD öncülüğündeki Batılı emperyalist kapitalistler de artık sahadaki varlıklarını gevşetmiş durumdalar. Ancak Türkiye’nin böyle bir şansı bulunmuyor. Geri dönülemez nokta çoktan aşılmış durumda.

AKP iktidarı Türkiye’yi Yemen’den Nijerya’ya, Suriye’ye kadar artık dünya genelinde savaşların yaktığı ateşlere körükle koşan bir ülke konumuna düşürdü. Bugüne kadar sadece Türkiye topraklarında yüze yakın insanımız Suriye ile süren savaşın bedelini yaşamlarıyla ödediler. Kirli savaşın başlangıcından bu yana Suriye topraklarında ise yüzbinlerce suçsuz insan yaşamını yitirirken, yine yüzbinlerce kişi komşu ülkelere iltica etmek zorunda kaldı. İnsanlık bir avuç açgözlünün, iktidar düşkününün, zorbanın hırslarının bedelini böylesine ağır bir maliyetle ödemek zorunda değil.

AKP’nin Türkiye’yi içine düştüğü bu derin bunalımdan ve kaostan çıkarma şansı yok. Aksine böyle bir ortamdan beslenen bir iktidara evrilmiş durumda. Savaşa da, AKP’nin bizi mahkûm ettiği bu kirli düzene karşı da tek çıkar yol sosyalizm mücadelesinden geçecektir.

KATEGORİLER
ETİKETLER