AKP’nin Hayvancılık Politikası Halk Sağlığını Tehdit Ediyor! – Okan Çakan

AKP’nin Hayvancılık Politikası Halk Sağlığını Tehdit Ediyor! – Okan Çakan

AKP medyası yıllarca Türkiye kapitalizminin ekonomide sınıf atladığını iddia etti. Bu yanılsamayı desteklemek için de kitlelere sürekli olarak Türkiye’nin yerli ve milli otomobilini, tankını, helikopterini yapmak üzere olduğu fikri aşılandı. Türkiye’nin batılı ülkeler seviyesinde yüksek teknoloji üretecek kapasitede olduğu hayalleri ile yıllarca oy devşirildi. Tabi bu hayaller de, her hayal gibi, gerçekliğin güneşi altında kardan adam misali eriyiverdi geride bırakmakta olduğumuz yaz aylarında. Türkiye kapitalizminin bırakın yüksek teknoloji ürünleri üretmesini, halkın karnını doyurmaktan bile aciz olduğu ortaya çıktı.

Yaz aylarının ilk günlerinde patates ve soğan fiyatlarındaki artış dikkatleri AKP’nin tarım politikasına çekmişti. AKP kurmayları tam da tarım ürünlerindeki fiyat artışının unutulmasına sevinirken kurban bayramı için Brezilya’dan ithal edilen ineklerde şarbon hastalığının çıkması gözleri yeniden AKP’nin tarım ve hayvancılık politikalarına çevirdi.

AKP’nin Halk Sağlığını Hiçe Sayan İthalat Politikası

Et ve süt kurumunun kurban bayramı için Brezilya’dan ithal edip Ankara’nın Gölbaşı ilçesindeki bir çiftliğe yerleştirdiği 4 bin baş sığırın ellisinin ölmesi üzerine başlatılan inceleme sonucu şarbon şüphesiyle bölge karantinaya alındı. Et ve Sür Kurumu kesilen etlerin piyasaya sürülmediğini, merak etmememiz gerektiğini söyledi. Tarihi bu gibi skandallarla dolu bir kurumun açıklamalarıyla ne ölçüde rahatlamamız gerektiğinin kararını ise okuyucuya bırakıyoruz.

Et ve Süt Kurumu ilk kez hastalıklı hayvan ithal etmiyor. 2011-2012 yıllarında da Polonya’dan ithal edilen 3 bin büyük baş hayvanda “deli dana hastalığı” olduğu ortaya çıkmıştı. Devletin resmi kurumunun halk sağlığını böyle sorumsuzca tehlikeye atmasından daha acı olan ise ithal edilen hayvanlara BSE testinin yapılmadığı Polonyalı yetkililerin verdiği evraklarda yazıyor olmasına rağmen ithalatın gerçekleşmiş olmasıydı. Kurumun yetkilileri kendilerini “Verdikleri evraklar Polonya dilinde yazılmıştı. Ne yazdığını anlamadık, süreç uzamasın diye imzaladık.” diye savunmuştu. Halkını kırmızı ete doyurmak için bürokratik teferruatlarla vakit kaybetmek istemeyen böyle “idealist” bir kurumun çalışanlarına teşekkür etmek dışında elimizden ne gelir!

2015 yılında Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OİE) Fransa’nın Auvergne bölgesinde mavi dil hastalığı görüldüğünü ilan etti. Avrupa Birliği, bu bölgelerden hayvan sevkiyatını durdurdu. Bir Türk firması ise “milyonlarca lira ödediğimiz hayvanları Fransa’da mı bıraksaydık” diyerek bu bölgeden Türkiye’ye hayvan ithal etti. Hatta salgın riski yüzünden hayvanları diğer AB ülkelerinden kara yolu ile geçirmesine izin verilmediği için nakliyatı denizden gerçekleştirmek zorunda kaldı. Belki bizim sağlığımız riske atıldı ama firmanın milyonları güvende kaldı.

Yine Et ve Süt Kurumunun 2017’de Romanya’dan ithal ettiği 17 bin büyük baş hayvanda Sığır Pasteurellozu hastalığı çıktığı için çok sayıda hayvan telef oldu.

Örnekleri, her yıla en az bir tane olmak üzere uzatmak mümkün. Nasıl ki her bayram tatili dönüşü trafiğin kilitlenmesi bir bayram klasiği haline geldiyse, kurban bayramı için ithal edilen hayvanların taşıdıkları hastalıklar yüzünden telef olması da bir bayram geleneği haline geldi AKP Türkiye’sinde. Üstelik ithalatın nasıl bir ciddiyetle yapıldığının örneklerini yukarıda gördükten sonra ithal edilen hastalıklı hayvanların ne kadarı fark edilmeden önce piyasaya sürüldüğü de ayrı bir endişe sebebi.

AKP tarihine baktığımızda kamu kurumlarının emanet edildiği çalışanların liyakate göre değil, rejime sadakate göre seçildiğini görüyoruz. Yine bu kurumların politikalarını kamu yararını değil de rüşvet çarkı ve rant düzenini gözeterek belirlediğini düşündüğümüzde, Et ve Süt Kurumunun dünyanın neresinde hastalıklı hayvan varsa bulup getirmesi şaşırtıcı değil. Asıl şaşırtıcı olan, iklimi ve coğrafyası hayvan besiciliğine bu kadar müsait bir ülkenin canlı hayvan ithal etmek zorunda kalıyor olması.

AKP Döneminde Hayvancılık

AKP’lilere bakarsanız AKP döneminde hayvancılık gerilememiş. Aksine ilerlemiş. Canlı hayvan sayısı 2002 yılında 9 milyon 803 bin iken 2018 yılında 16 milyon 105 bin başa çıkmış. Bu verileri doğru kabul etsek bile üretimin hala yetersiz olduğu açık. Kişi başına yıllık toplam (kırmızı ve beyaz) et üretimi Avrupa Birliği’nde 86 kg, Türkiye’de ise yüzde 60’tan fazlası tavuk eti olmak üzere 36 kilogram. Bu durum kişi başı tüketilen protein miktarının yetersiz seviyede kalmasına, dengesiz beslenme yüzünden sağlık sorunlarına yol açıyor.

Tarım ve hayvancılık bire bir aynı olmasa da birbirlerine paralel sektörlerdir. Birisindeki gerileme diğerine doğrudan etki eder. AKP döneminde hayvancılığın kendisine has sorunları olsa da, hayvancılığın da AKP’nin tarımda küçük üreticiyi tasfiye etme politikasından etkilendiğini söylemek mümkün.

Bilindiği gibi AKP, iktidara geldiğinde Türkiye tarımının asıl sorununun tarımda çok parçalı arazi yapısı olduğuna karar vermiş, çeşitli politikalarla küçük üreticiyi tasfiye ederek sektörü tarım kapitalistlerine emanet edip tarımın tüm sorunlarını onların çözmesini hedeflemişti. Küçük üreticiyi tasfiye etmeyi başarsa da yerine tarım kapitalistlerini yerleştirmekte başarısız olmuştu. Toplumun genel çıkarlarına değil de kâr oranlarına göre yatırım yapan sermaye, kârlılığın yüzde 2 ila 4 arasında değiştiği tarıma değil, kâr oranlarının yüzde 60’lara dek çıktığı inşaat sektörüne yönelmişti. Bu da tarımsal üretimde ciddi çöküşe yol açmıştı. Küçük üreticiden boşalan tarım alanları da ranta açılarak talan edilmişti. Hayvancılık da bu süreçten doğrudan etkilendi. Çünkü büyük baş hayvan yetiştiriciliğinin asıl yükünü çeken, AKP’nin tarım politikalarıyla tarlasından metropollerin varoşlarına sürülen küçük çiftçi idi.

AKP’nin küçük üreticiyi tasfiye ederek yerine kapitalist tekelleri geçirmeye dayalı neo-liberal tarım politikası, kendisine hayvancılık sektöründe de yer buldu. Öncelikle; 90’larda özelleştirme süreci başlamış Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et ve Balık Kurumu (EBK), Yem Sanayii Türk Anonim Şirketi (YEMSAN) gibi küçük üreticiye destek olan KİT’lerin özelleştirmeleri tamamlandı. Üreticinin ürününü belli bir taban fiyattan alan bu kurumlar, küçük üreticiye pazar güvencesi sunarak onu üretime teşvik ediyorlardı. Bu kurumların tasfiyesinin ardından ürününü piyasada hayatını idame ettirmesine yetecek fiyata satma olanağından mahrum kalan pek çok üretici canlı hayvan yetiştirmeyi bıraktı. Hayvan yetiştirmeye devam edenler ise tarımdaki gerilemenin hayvancılığa bindirdiği doğrudan basınçlara göğüs germek zorunda kaldılar. Tarım alanlarının ranta açılmasıyla birlikte yem ve saman arzında yaşanan gerileme Türkiye’nin bu iki kalemde de ithalata gitmesine yol açtı. Yükselen saman fiyatları üreticinin belini bükerken et ve süt ürünlerinin fiyatlarının katlanarak artmasına neden oldu.

AKP hükümeti, küçük üreticiyi piyasanın çarkları arasında kaderine terk ederken 50 baştan daha fazla hayvanla üretim yapan üreticilere 2013 yılından beri 25 milyar TL’nin üzerinde kaynak aktardı. Çeşitli politikalarla kapitalistleri hayvancılığa yatırım yapmaya teşvik etti. Fakat yukarıda da değindiğimiz gibi sermaye, kâr oranları daha yüksek sektörler varken hayvancılığa yatırım yapmayı tercih etmedi. (Hayvancılıkta kâr oranları % 3 ila 4 arasında iken örneğin inşaat sektöründe % 60’lara dek çıkmaktadır.) Son 8 yılda canlı hayvan ithaline ödenen 5 milyar dolardan fazla para ise bu politikanın iflasının nişanı oldu.

Ne Yapmalı?

AKP’nin iktidara geldiğinden beri neredeyse her soruna deva olarak gördüğü neo-liberal ekonomi politikası, uygulandığı her alanda yıkım ve sefaletten başka bir şey getirmedi. Tarım ve hayvancılık sektörleri de bundan nasibini aldı. Sayısı milyonları bulan küçük üretici üretim araçlarından mahrum kalarak kent yoksulları kitlesinin bir parçası oldu. Emekçi kitleler en temel gıda maddelerine dahi ulaşamaz hale getirildi. Hadi ucuz etten vazgeçtik, kapitalist düzen bize sağlıklı eti bile çok gördü.

Ne tarım ne de hayvancılık sektörü piyasanın insafına terkedilemez. İnsan soyunun devamı için kritik öneme sahip bu iki sektöre dair stratejiler kapitalistlerin kâr hırsına göre hiç düzenlenemez. Bu iki sektördeki tıkanıklığı aşmanın yolu bu sektörlerin kapitalist tekellerin tahakkümünden kurtarılması, küçük üreticilerin kooperatifler temelinde örgütlenmesi, sektörün toplumun genel çıkarları temelinde akılcı bir plana tabi olmasından geçiyor.

Sorun kapitalizm! Çözüm de kapitalizme karşı örgütlü mücadeleden geçiyor.

 

KATEGORİLER
ETİKETLER