Yeni Bir Enternasyonal’in Gerekliliği ve İlkeleri Üzerine 2 – V.U. Arslan
Marksist Bakış’ın daha önceki sayılarında 4.Enternasyonal’in 2.Dünya Savaşı sonrasının koşullarında ayakta kalamadığını, ilkesel yozlaşmalar ve seri bölünmeler neticesinde dağıldığını aktarmıştık. 4.Enternasyonal’in sınıf mücadelesi tarihinde devrimci Marksist geleneği gelecek nesillere aktarmak gibi dönüm noktası anlamına gelen görevlerini tamamlayarak tarih sahnesinden çekildiğini belirtmiştik. Bu anlamda yüzyılın geri kalanından günümüze kadar devrimci proleter kavganın önderlik krizi aşılamamış ve bunun sonucu olarak kapitalizm girdiği her türlü krize rağmen ayakta kalmasını bilmiştir.Bu anlamda yeni bir Enternasyonal’e, ilk dört Enternasyonal’in kazanımları üzerinde yükselecek yeni bir Beşinci Enternasyonal’e ihtiyaç olduğunu vurgulamıştık. Marksist Bakış’ın Ekim sayısında çıkan bu yazının ilk bölümünde yeni bir enternasyonalin kuruluşuna giden yolda izlenmesi gereken metodolojiyi tartışmış ve bundan yola çıkarak dünya çapındaki devrimci Marksistlerin ortak hareket edebileceği ilkesel zeminleri ortaya koymaya çalışmıştık. Bunu yaparken, lafta kabul edilen birçok teorik kabulün çoğu kez pratiğe yansıtılmadığı gerçeğinden hareket ederek, sınıf mücadelesinin somut sorunlarının öne çıkardığı belirleyici ayrışmalar üzerine yoğunlaşmanın daha doğru olacağını belirtmiştik. Bu açıdan bu ilkeleri güncel örnekler üzerinden açıklamaya çalıştık ve ayrışmaları netleştirmek adına kendisini devrimci Marksist gelenek içerisinde tarif eden kimi örgütlerin bu sorunlarda aldıkları oportünist tutumların örneklerini vermiştik. Bunlar arasında sürekli devrim ve iktidar perspektifi konularında Nepal’de devrimi demokratik aşama gerekçesiyle durduran (Türkiyeli Stalinistlerin bir zamanlar yere göğe sığdıramadığı) Nepalli Maoistler ve Mısır devriminin karakteri sorunsalında demokratik devrim anlayışına uygun hareket ederek önce Müslüman Kardeşler’i destekleyen daha sonraysa liberallerle birlikte Ulusal Kurtuluş Cephesi’nde bulunan IST’nin Mısır seksiyonu Devrimci Sosyalistlereleştirilmişti. Yine ezilenlerin kürüsüsü olma başlığı altında sınıf perspektifinin terk edilerek kimlik siyasetinin belirleyicilik kazanmasına örnek olarak, kendisini devrimci Marksist saflarda sayan Britanya’daki SWP ve SP (CWI)’nin feminizmin yönlendiriciliği altında Wikileaks kurucusu Assange’ı emperyalist kapitalist sisteme karşı savunmaması verildi. Emperyalist politikalar karşısındaki tutum konusunda kendi emperyalist devletinin yenilgisi için tavır almanın bariz belirleyici bir konu olduğunu vurgularken Batı solunun önemli bir kısmının emperyalizmin demokrasi yalanlarına teslim olarak Suriye ve Libya’ya yapılan emperyalist müdahaleler konusunda sınıfta kaldığını ifade etmiştik. Bu çerçevede emperyalist kapitalist sistemin zaferinin engellenmesinin esas vurgu olması gerektiği ve Ortadoğu’da tek çıkış yolunun Sosyalist Ortadoğu perspektifinden geçtiğini ifade etmiştik. Yunanistan, dünya sınıf mücadelesi için belirleyicilik kazandığı son yıllarda, bir toplumsal devrimin kıyısına kadar gelmişken her defasında Yunanistan Komünist Partisi KKE ve Syriza temelinde ihanete uğratıldı. Bu anlamda işçi sınıfının içerisinde bu gibi dalgakıran görevi gören işçi aristokrasisi ve bunun sol kanadına karşı net bir tavır içinde olunmadan devrimci bir duruşun ortaya konamayacağı vurgulandı.
Siyasal Ayrışmanın Şekillendiği Diğer Önemli Sorunlar
Siyasal İslamcılar konusunda İlüzyonlara Hayır: Siyasal İslam, Stalinizmin ihanetleri neticesinde Müslüman coğrafyada 1980lerden itibaren toplumsal muhalefete ağırlığını koysa da aradan geçen on yılların deneyimi siyasal İslam’ın emekçilere, demokratik hak ve özgürlüklere düşman, emperyalist kapitalizmle dost bir güç olduğunu ortaya koymuştur. Bu çerçevede siyasal İslam’a ilerici roller atfedilmesine kesinkes karşı olunmalıdır. Chris Harman’ın “Peygamber ve İşçi Sınıfı” adlı broşürünün tesiri altında Mısır’da Devrimci Sosyalistler, Müslüman Kardeşler’i müttefik olarak görmüş, bir süre sonraysa büyük halk hareketinin tesiriyle Mursi yönetimine karşı bir tutum geliştirerek bu tarihi hatasından gerisin geriye dönmüştür. Yine Harman ve IST tarafından belirlenen bu politika gereğince Türkiye’de DSİP, bazen açık bazen örtülü bir şekilde AKP hükümetini desteklemektedir ve Devrimci Sosyalistler’in aksine AKP’nin katliamlarına, emekçi düşmanı azgınlığına ve demokratik hakları baskılayıcı tutumuna rağmen hayattan da bir şey öğrenmeye yanaşmamaktadır. Sınıf işbirlikçi Halk Cephesi taktiği Ortadoğu’da kendisini siyasal İslam ile ortaklık temelinde göstermektedir. Bütün kafa karıştırıcı tutumlara karşın Ortadoğu’da kitleler ve özellikle de genç kuşak, İran’dan Mısır’a, Filistin’den kuzey Afrika’ya kadar siyasal İslam’dan nefret eden bir tutuma kaymıştır. Türkiye’de siyasal İslam AKP iktidarı süresince bozuk düzenin baş temsilcisi olarak moral üstünlüğünü yitirmiştir. Diğer taraftan siyasal İslama karşı gelişen tepkiselliğin Mısır’da olduğu gibi egemen sınıfın diğer kanatlarına destek biçimine dönüşmemesi için devrimci sosyalistlerin somut partiler şeklinde örgütlenerek kendilerini bir alternatif olarak kitlelere sunmaları şarttır. Aksi takdirde siyasal İslam’ın gündelik yaşama dair katı tutumları ve sosyal yaşama müdahaleleri önemli bir kesimi kaçınılmaz biçimde diğer elitlerin kucağına itmektedir. Devrimciler bu noktada kendilerini gösterebilirse bu enerji sosyalizme akacaktır.
Ezilen Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkının Savunulması: Yeni bir Enternasyonal, her türlü ezilme ilişkisinin karşısında olacaktır. Bu çerçevede devrimci Marksistler ezilen ulusların şovenizme karşı verdiği haklı mücadelenin de yanındadır. Başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamayacağından işçi sınfıının siyasal gelişiminde bu husus bilhassa önem kazanmaktadır. Şovenizme karşı sınıf bilinçli işçilerin ulusal sorundaki pozisyonu olan UKKTH kesinlikle eskimiş bir formülasyon değildir. Şovenizme karşı mücadele, genel boş ifadelerle, ya da sol lafazanlıklarla verilemez. Ulusal sorunun yaşandığı ülkelerde meselenin kendisini ortaya koyuş biçimi ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı şeklinde olacaktır. Ezen ulusun işçileri ezilen ulusa UKKTH’yi tanımadığı ölçüde ileri sınıf bilinici geliştiremeyecek ve şovenizmin tesirinden kurtulamayacaklardır. Bu çerçevede Kürtlerin, Filistinlilerin, Belucilerin, kuzey Kaflasya, Tibet vb’lerinin baskılanmasına karşı çıkılmalı UKKTH eksenli bir duruş ortaya konmalıdır. Socialist Liberty çevreninin Filistin’de Siyonizme destek olan tutumu ile CWI’nın iki devletli projeye destek olması kabul edilemez. Yine Çin ve Rusya’daki ezilen halkların mücadelesini görmezden gelen Stalinist tutum ile Çin vb’lerine dejenere-bürokratik işçi devleti tanımlasını getiren sözde Troçkist eğilim mahkum edilmelidir. Diğer taraftan K.Kore ya da Küba’ya yönelecek emperyalist saldırganlığa karşı aktif bie mücadele örgütlenmelidir.
Afganistan- Mali- Somali- İran- K.Kore vb Ülkelerdeki Emperyalist Saldırganlığın Reddi: Tıpkı Suriye ve Libya’da olduğu gibi bu gibi ülkelere yönelen emperyalist müdahalelerin yenilgisi için mücadele, devrimcilik konusundaki önemli bir kıstastır. Asıl düşmanın içeride olduğu noktası asla gözden kaçırılmamalıdır. Emperyalist girişimin çökmesi toplumsal devrim ihtimallerinin artması anlamına gelmektedir. Bu yüzden de emperyalist savaşı devrimci iç savaşa çevirmek, devrimcilerin temel hedefi olmak durumundadır. Fransız Komünist Partisi ile Melanchon’un Sol Partisi Fransız devletinin Mali’deki operasyonunu desteklemiştir. Stalinist FKP ve Melanchon’un öncelleri geçmişte de Cezayir’in işgali konusunda da aynı tutumu takınmıştı. İşçi aristokrasisinin de önemli elementleri olan bu örgütler aynı zamanda Avrupa’da yükselen sınıf mücadelesi dalgasına karşı dalgakıran işlevi görmekteler. Devrimci sınıf hareketinin bu dalgakıranların çabalarını boşa çıkartması gerekmektedir. Bunun dışında USFI’nin en önemli bileşeni olan Fransız seksiyonu NPA da Mali’deki emperyalist saldırılara karşı pasifist bir tutum almış ve aktif devrimci yenilgici bir tutumdan kaçınmıştır. Devrimci değil merkezi bir eğilim olan NPA, FKP ve Melanchon gibi reformist güçlerin kuyrukçuluğundan vazgeçemeyerek Fransa’daki büyük fırsatları heba etmiş, kendisi de büyük oranda güç kaybetmiştir. Devrimle reform arasında salınan merkezciliğin tipik iklircikliği, doğası gereği düzene doğru meyletmektedir.
Chavizmo’ya Hayır: Ulusalcı reformist bir politikacı olan Chavez’i devrimci önder olarak selamlayan Stalinist eğilimlerle kendisini devrimci Marksist olarak gören IMTgibi akımlar, sınıf hareketini Chavez’in kuyruğuna takmışlardır. Türkiye’deki Stalinist gelenek de bütün bileşenleri ile Chavez’i bir önder olarak semlamlamaktan geri kalmamıştır. Gerçekteyse Chavez’in meşhur “21.yy Sosyalizmi” bir reformist paketten başka bir şey değilken Chavez’i bir devrimci olarak ilan edenler, kendilerinin de basit reformistler olduğunu ortaya koymuşlardır. Hem devrimci Marksist olduğunu iddia edip hem de sosyalizme barışçıl parlamenter yollarla varılacağını varsaymak ya da bu anlayış paralelinde siyaset yapmak kabul edilemez. Diğer taraftan Chavez’e muhalefet ederken ABD yanlısı burjuva partilerle yanyana gelen Morenocu UIT’nin Chirino öndeliğindeki Venezuela seksiyonu en berbat oportünizm örneklerini sergilemiştir. Chavez’e ve devamcılarına karşı ABD merkezli saldırılara karşı konması, diğer taraftan da Chavizmo’ya karşı bağımsız devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesi, büyük hassasiyet içermektedir.