8 Mart’ı Nasıl Örgütlemeliyiz?- Derya Koca
Türkiye’de ve dünyada kadınlar mücadeleye katılıyor. 2019 yılı, isyanın yılı oldu. Bu görkemli isyanlarda kadınlar en önde cesurca mücadele etti, etmeye de devam ediyor. Türkiye’de kadın hareketi, kadınların AKP rejimi ile yaşadığı derin çelişkiler altında gelişiyor. Bu çelişki, kısaca ifade edecek olursak kadın düşmanlığı: otur, sus, talep etme, ev işlerini sırtlan, çocuk doğur, şiddet de görsen boşanma, nafakayı aklına bile getirme, özgürlüğün hayalini kurma. AKP’nin bu arkaik düşünceleri hayatın akışına ters, bu yüzden de kadınların politize olması kaçınılmaz.
Kadın düşmanlığı, en yakıcı biçimde emekçi kadınları, yoksul kadınları vuruyor. İşi, sosyal güvencesi, gidecek bir kapısı, koruyucu sosyal hakları olmayan milyonlarca kadın bağımlı bir hayata mahkum olduğu için sessiz sedasız bir cehennem hayatı yaşıyor. Türkiye emekçiler için tam bir cehennem haline getirilmiş, yoksullaşma almış başını yürümüşken; kadınların eve kapatılmışlığının ve üzerine yıkılan ev işlerinin çok normal gibi gösterildiği ama aslında kreş masraflarını kadınların üzerine toplumsal bir vazife olarak yıkan patronlardan hiç söz açılmadığı bir kadın gündemi söz konusu. Muhafazakarlarsa büyük patronlarla ortak bir şekilde kadın işsizliğini “ev kadınlığı” uydurması ile meşrulaştırıyor. Kapitalizmin çıkarları ile muhafazakarların aile kafesi anlayışı büyük oranda örtüşüyor. Ama sorunu doğru biçimde ortaya koymak, mücadelenin öznelerinin birincil sorumluluğu. Oysa kadın sorununa dair en temel sorunlar tartışma konusu haline bile gelemiyor.
En yakıcı gündem olarak şiddet sık sık gündemimizde. Kadınların şiddetli yoksulluğu ve bağımlı yaşamı sorgulanmadan ne şiddet sorununda ne eşitlik konusunda bir adım ileriye gidilebilir. Şiddetin, yoksulluk ve çaresizlikle bağını anlatmak ve sorunun merkezini bu noktaya çekerek politika geliştirmek zorundayız. Çünkü erkeklerin tek tek hedef alındığı bir kadın mücadelesi söylemi, iktidarın, patronların, rejimin sorumluluğunu neredeyse havaya buharlaştıran bir söylem yaratıyor.
Kadın cinayetleri sonrası “kadınlar yaşayacak” sloganlarımız hiç eksik olmuyor. Ancak kadınların şu an nasıl yaşadığı üzerine de nasıl yaşayacağı üzerine, özgürlük merkezli genel geçer söylemler dışında somut bir toplumsal program ortaya koymak zorundayız. Kadın sorununu en şiddetli boyutlarıyla yaşayan yoksul kadınların sesi, mücadelede sadece bir renk olarak görülemez. Asıl bu kadınların yaşamsal sorunları mücadelenin merkezine getirilmeli. Milyonlarca yoksul kadının günübirlik en temel sorunlarının, işsizliğinin, kreş hakkının, sosyal hakların yok edilmesinin merkeze konduğu bir kadın gündemi, piyasacılık üzerine saraylarını kurmuş kadın düşmanlarının en zayıf noktası. Üstelik sadece böyle bir mücadele gerçek bir hak kazanımı ve toplumsal dönüşümün kapısını açabilir.
Kadınlar, saldırılar karşısında savunma mücadelesinin yanında, eşitliğin temeli olan ve tüm emekçileri kesen hak taleplerini ülkenin gündemine getirebilir bir noktaya gelmeli. Gelmeli ki mücadele ederken bugün en çeperde kalan kadınlar da bir başka dünyanın mümkün olabileceğini görebilsin. Dolayısıyla Türkiye’de kadınların şiddet ve yoksulluk sarmalında yaşamaya mahkum edilmesinin çıkışı da bu noktadan sağlanabilir. Türkiye, çaresizlikten intihar eden yoksulların ülkesi haline gelmişken kadınların her türlü talebinin en genel anlamda bu karanlık günlerden çıkışı sağlayabileceği yer de burası.
Biz kadın mücadelesi verenler, kadınları örgütlerken bu en genel “toplumu değiştirme” iddiamıza sıkıca sarılmak zorundayız. Kadın sorununu en şiddetli biçimiyle yaşayan yoksul muhafazakar emekçi kadınlara dokunmak gibi bir derdimiz olmalı. Üstelik AKP’nin kendi muhafazakar tabanındaki kadınların sorunlarına “aile kutsaldır”, “eş olarak görevini yap” dışında verebilecekleri bir cevap bulunmuyor; bu yüzden de hayat bizden yana. Artık kadınlar çalışmak, bağımsız bir hayata sahip olmak, iyi bir hayat sürmek, özgür olmak istiyor. O yolda verilecek mücadele bu güruhu dağıtmaya da kadınları güçlendirmeye de adaydır.
Kadınların, LGBTİ’lerin ve çocukların üzerindeki sopayı kırmak için verilen her mücadele büyümeli. Bu yolda farklı unsurlarla birlikte yan yana mücadele etmeli, dayanışma kültürünü ayakta tutmalıyız. Fakat sosyalist kadınların kendi programını tamamen erkek-kadın kısırlığı içinde eritmesini ve kendi rengini bir kenara bırakmasını bekleyen bir anlayışın karşısında da bağımsız mücadele bayrağımızı açık tutacağımız bilinmelidir. Çünkü kadınların eşitliği, ezilmenin sona ermesi, eşitlik ve özgürlüğün kazanması bu mücadele bayrağının yükselmesine bağlıdır.
Bu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde tüm emekçileri eşitlik ve özgürlük için mücadeleye katılmaya, kadınları da bu mücadele safının en önünde yer almaya çağırıyoruz.
Yaşasın 8 Mart!