6-7 Eylül Olayları: Katliam 60. Yılında
İçinde bulunduğumuz 2015 yılı, Türkiye’deki gençlik kuşağının neredeyse çok azının hakkında bilgi sahibi olduğu bir olayın 60. yılına denk düşüyor: 6-7 Eylül Olayları ( ya da 6-7 Eylül Pogromu )
Türkiye burjuvazisinin Kemalist rejim tarafından inşa edilmesi için devlet tarihsel bir misyon yüklenmişti. Gayrimüslim azınlıkların ellerindeki mülkiyetleri Müslüman Türk burjuvazi yaratmak amacıyla kısa yoldan devretme planı 1915 Ermeni katliamı ile başlatıldı. Soykırımda katledilen milyonlarca Ermeni’nin toprak, ev, fabrika, dükkanına İttihat ve Terakki ve çevresince el konuldu. Bugün Çankaya Köşkü’nün üzerine yapıldığı arazinin sahibi Kasapçıyan ailesi katliam ve sürgünle yok edilirken o arazide yeni bir devletin en sembolik yapısı inşaa edildi. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1934’te Trakya olayları olarak bilinen ve Yahudileri ülkeden kaçırtmak üzere tertiplenen büyük provokasyon ikinci halkayı tamamlamıştı. 1942’de yoksul azınlıkları çalışma kamplarında katleden, zenginlerin ise mal varlıklarını bir anda çok ucuza satmalarına ( dolayısıyla el değiştirmesine) neden olan Varlık Vergisi getirildi. Ancak hala ülkede var olan Rum azınlık başta Hitler hayranı Şükrü Saraçoğlu’nunki olmak üzere “göze” batıyordu ve İstanbul vitrinlerinin Müslümanlaştırılması arzusunu açıkça dillendirmekten çekinmiyordu.
Türkiye’de 1923’ten 1950 yılına kadar 27 yıl boyunca ülkeyi Kemalist tek parti diktatörlüğü ile bilfiil yöneten CHP iktidarı, yerini 1950 seçimlerinde çok yüksek bir oy alan Demokrat Parti(DP)’ye bıraktı.1950-1960 yılları arasında Kemalizmin diğer bir versiyonu olan DP, 27 Mayıs 1960 darbesiyle devrilene kadar ülkeyi tek başına yönetti.İktidarı boyunca CHP’nin tek parti dönemini aratmayacak bir despotlukla ülkeyi kutuplaştırdı. DP ve CHP’lilerin kahvelerinin dahi ayrıldığı, Abdülhamit’in şahsi istihbarat teşkilatı olan Yıldız İstihbarat Teşkilatını aratmayacak bir muhbirlik ağı oluşturan DP, ülkedeki her türlü muhalif,devrimci ve aydınlara büyük baskılar uyguladı. 1953’te çıkartılan Basın Yasası’yla gazeteler ve gazeteciler amansız bir sansüre uğratıldı. Bu konjonktür içerisinde patlak veren Kıbrıs Sorunu, Türkiye’ nin de adaya egemen olma iştahını kabarttı. Kıbrıs’ta 1950’li yıllarda adadaki Rumlar’ın İngiltere’ye karşı giriştiği bağımsızlık mücadelesine karşı İngiltere, Türkiye aracılığıyla adadaki Türkleri kullanarak bir kontrgerilla faaliyeti başlattı. Özel Harp Dairesi’nin örgütlediği Vatan ve 9 Eylül adında iki milliyetçi örgüt kuruldu. Türkiye’de de Kıbrıs Türktür Derneği kuruldu. 27 Ağustos-7 Eylül 1955’te İngiltere,Türkiye ve Yunanistan’ ın katılımıyla bir konferans düzenlendi. Bu konferans sırasında adayla ilgili kendi konumunu güçlendirmek isteyen Türkiye, başta Rumlar olmak üzere Ermeni ve diğer gayrimüslimlerin hafızasından bugün dahi silinmeyen bir provokasyona imza attı.
1955 yılının 6 Eylül günü, DP hükümetine yakın olan Mithat Perin’in sahibi olduğu İstanbul Ekspres gazetesi o gün ikinci baskısında “ Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı” manşetiyle yayımlanır. Bombayı atan Sealanik Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi Oktay Engin ve Türkiye’nin Selanik Konsolosluğu’nda çalışan Hasan Uçar’dır. ( Oktay Engin daha sonraları Türkiye’de Emniyet Müdürlüğü ve valilik gibi makamlarla ödüllendirilmiştir). Bu haberin ardından İngiltere’nin eliyle Türkiye’de kurdurulan Kıbrıs Türktür Derneği çatısı altında daha önceden hazır bulundurulan binlerce provokatör bir araya gelir.
Günler öncesinden Eskişehir’den trenlerle,İstanbul ve çevresinden de kamyonlarla Taksim Meydanı’na getirilen ve ellerinde aynı marangozdan çıkmış birbirlerinin aynısı sopalarla toplanan binlerce kişilik yağmacı grup, Taksim Meydanı’ nda toplandılar. Burada ,“Kıbrıs Türktür Türk Kalacak” şeklinde sloganlar atıp İstiklal Marşı okuyan ve galeyana gelmiş güruh, Atatürk’ün evine bomba atılmasını bahane göstererek “protesto” gösterisi düzenlediler. Buradan yağmacı grubun içinde bulunan ve eylemi yöneten belli başlı provokatörler tarafından önceden evleri ve dükkanları işaretlenen , özellikle de zengin gayrimüslimlerin bulunduğu Şişli, Nişantaşı, Beyoğlu, Karaköy, Beyazıt,Kumkapı ve Yedikule gibi semtlere dağılan bu güruh, iki gün boyunca gayrimüslimlerin evlerini,dükkanlarını yağmalayıp yaktılar. Sayısız kadına tecavüz ettiler. Derin devletin istediği olmuş ve İstanbul ve İzmir’de mübadeleden sonra kalmış olan az sayıda gayrimüslim, yaşadıkları bu felaketin ardından Türkiye’ yi terk etmek zorunda kalmışlardır.
Yaşanan bu yağma ve linç karşısında üstlerinden aldıkları talimatlar doğrultusunda hareket eden polis, olaylara karşı herhangi bir müdahalede bulunmayarak pasifçe bir tutum sergiledi. Aynı şekilde itfaiyeciler de yakılan ev ve dükkanları söndürmek yerine seyirci kalıp yangınları söndürmediler.
Çeşitli kaynaklarda farklı rakamlar olmakla birlikte olaylarda 3 İstanbullu Rum öldürüldü, 35 Rum yaralandı. 5622 bina tahrip edildi. Sadece İstanbul’da 5104 kişi tutuklandı. Tutuklanan zanlılar birkaç gün sonra serbest bırakıldılar. Sadece İstanbul’da değil, İzmir’de de benzer olaylar yaşandı. Olayın failleri yıllarca birkaç kişi olarak gösterildi ya da Yassıada Mahkemesi’nde bütün suç tek başına DP ve Adnan Menderes’in üzerine yıkılarak kapatılmaya çalışıldı. Ancak aradan yılar geçtikten sonra dönemin Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’ na verdiği bir röportajda olayın asıl sorumlusunun kendileri olduğunu yüzsüzce itiraf edecekti:
Sabri Yirmibeşoğlu: “– Sonra 6/7 Eylül olaylarını ele alırsak…” Fatih Güllapoğlu: “– Pardon Paşam, pek anlayamadım. 6/7 Eylül olayları mı?”
Sabri Yirmibeşoğlu: “– Tabii… 6-7 Eylül’de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. (Paşa bunları söylerken benden de soğuk terler boşandı) Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?
Fatih Güllapoğlu: “– Evet Paşam !”
Sabri Yirmibeşoğlu daha sonrasında HABERTÜRK’e verdiği başka bir röportajında da yine 6-7 Eylül Olaylarını başlatan provokasyonlardan bir tanesini daha itiraf ediyor:
“Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık. Bir cami yaktık”
6-7 Eylül olayları olarak bilinen bu katliam girişimi Türk burjuvazisinin Müslüman karakterde inşasının bir ürünüdür. Halklar birbirine kırdırılmış, ırkçılık devlet katından halka zerk edilerek kışkırtılmıştır. Bu olayın Türkiye işçi sınıfının hafızasına kazınması gereklidir. Çünkü bugün halen büyüyen zenginlikleriyle işçi sınıfının düşmanı olan sınıf gücünü bu katliamlardan almıştır. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi burjuva aileler bu dönemde bu kanlı ilişkilere girerek zenginleşmişlerdir. Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıkların kanını dökerek elde edilen zenginliği imparatorluklarının çimentosu yapmışlardır. Tam da bu sebeple Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarının onlarca halkının beşiği olan bu topraklarda tüm katliamların hesabı sosyalizmle sorulacaktır.