Gezegeni Emperyalizmden Kurtaralım-Derya Koca

Gezegeni Emperyalizmden Kurtaralım-Derya Koca

Bir süredir karbon salınımını azaltmak ve küresel iklim değişikliğini durdurmak gibi söylemlerle yeşil kapitalizm propagandası yapılıyor. Ancak ne karbon salınımında ne de ekolojik yıkım getiren anlayışta en ufak bir değişiklik yok. Bunun ilk nedeni, küresel rekabetin getirdiği üretim baskısı ve kapitalizmi kapitalizm yapan kar hırsının  enerji ihtiyacını devamlı olarak arttırması. İkincisi, kapitalizmin tarihsel seyrinin endüstrileşmenin fosil yakıtlara olan bağımlılıkla gelişmesi. Üçüncüsü, bu yakıtların (kömür, petrol vb.) en ucuz maliyetli yakıtlar olması. Dördüncüsü ise bu enerji kaynaklarına sahip olmanın emperyalist güçle özdeş olması. Tüm bu faktörler düşünüldüğünde kapitalizmin, fosil yakıtlardan vazgeçmeyi öyle güle oynaya yapabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı görülüyor. Zaten sağcı popülizmin aklı-evvel isimlerinden Trump da Paris İklim Anlaşması’ndan çekilerek, Çin ile girdiği rekabeti birkaç yeşillik uğruna heba etmeyeceğini ilan etmişti. Çevre eylemcilerini yaygara yapmakla, sözde iklim değişikliği gibi gündemlerle ABD ekonomisini baltalamaya çalışmakla suçlamıştı. Diğer yanda dünyanın Yeşil Kapitalist liderleri var. Bu iki uç da her ne derse desin kapitalizmin çevreye düşman doğasında bir düzelme beklenemez. “Merak”la beklenen Davos da Avusturalya felaketinin gazını almak için 1 trilyon ağaç dikilmesini duyurmak dışında bir vaatte bulunmadı. Greta’ya da bir kürsü verip imaj çalışması yapıldı.

Zirveye katılan devasa şirketlere tek tek bakılırsa  (Apple, Google, Facebook, Microsoft, Huawei, Volkswagen, Siemens, Airbus, Total, Deutsche Bank, Gazprom, HSBC, JP Morgan, IBM, Morgan Stanley, Coca-Cola, Pepsi, Goldman Sach) hepsinin dünyaya plastik atık ve karbon salınımı konusunda muazzam katkılar sunduğu gözlerden kaçmayacaktır. Burjuva ikiyüzlülük Green Peace’in raporuna da yansıdı: Davos’a katılan bazı kurumlar Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana fosil yakıtlara 1,4 trilyon dolar yatırım yaptı. Bu bile ciddi bir ikiyüzlülük iken raporun, iklim soruna yaklaşımında çok önemli sorunlar var. İklim değişikliğine, çevre yıkımına “fosil yakıtlar” merkezli bir yaklaşım son derece eksik. Çünkü bu yaklaşım, sadece var olan enerji ihtiyacını veri alıp, “yenilenebilir” enerji kaynaklarına geçişi öngörüyor. Bu propaganda biçimi kapitalizmin çok işine geliyor. Neden mi:

  1. Emperyalizminin rekabet için körüklediği üretim ve enerji ihtiyacı reddedilmeli. Oysa planlı ve ihtiyaç merkezli bir üretim olmadan (ki bunu ancak bir sosyalist düzen yapar) şimdiki enerji ihtiyacını azaltmak mümkün değil. Söz gelimi, otomobil endüstrisinin dayattığı bireysel ulaşım anlayışının yok edilmesi gerekir. Ama kapitalizm bunu elektrikli “yeşil” araçlarla bir piyasa fırsatına çevirmeye çalışıyor. Tesla’nın hisseleri eylülden bu yana iki katından fazla artış gösterdi. Yani kapitalizme dokunmadan güya çevreci oluyorsunuz. Aynı miktarda “yeşil otomobil” üreterek başka kaynakları tüketiyor, başka hammaddeler üzerinden doğayı yıkıma uğratıyorsunuz. Sonuç değişmiyor. Kaynaklar insanların ihtiyaçlarına değil, patronların karlı sektörlerine akıtılıyor.
  2. Yenilenebilir enerji”ye yatırım yapınca yeşillenmiş olmuyorsunuz. HESler, rüzgar tribünleri, güneş panelleri ya da jeotermal kaynaklardan sağlanan yenilenebilir enerji, sadece bir vitrin. Kendi ülkesinde yenilenebilir enerji kullanan ilk 10 ülke şunlar: İsveç, Kosta Rika, Nikaragua, İskoçya, Almanya, Uruguay, Danimarka, Çin, Fas, ABD, Kenya. Evet dünyanın en çok karbon salınımı yapan Çin ve ABD başı çekiyor. Geri kalan ülkeler ise üretim ve tüketim kapasitesi açısından kıyaslama bile yapamayacağımız kadar küçük ülkeler.
  3. Yenilenebilir enerjiye geçmek, petrole sahip olmayan (örneğin Avrupa kapitalistleri gibi) coğrafyaların egemenlerinin çıkarlarıyla çok derin çelişkiler içermiyor. Avrupa’nın bu alanda yatırım yapan kapitalistleri, iklim eylemlerine destek veriyor, toplumsal hareketlerin fosil yakıtları bırakma merkezli söylemini ve hareketin meşruiyetini kendileri için bir ideolojik vitrine dönüştürüyor. Dünyanın en büyük sanayi ülkeleri ABD ve Çin açısından ise durum bu kadar kolay değil. Yine de ikisi de, devasa alanlara güneş panelleri kuruyor. Diğer yandan ABD, kaya gazından kendi petrolünü üretiyor ancak maliyeti yüksek. Alternatif enerji kaynaklarına yönelmek burjuvalar için pekala bir yatırım ve rekabet alanı. Yüksek maliyet sorununu aştıkları takdirde tüm gezegeni daha yeşil biçimde sömürebilirler.
  4. Yenilenebilir enerji doğaya zarar vermemek anlamına gelmiyor, asıl sorun enerji ihtiyacını azaltmak. Örneğin güneş panelleri bile kapitalizmin elinde hiç de “temiz” bir enerji değil. Çin’de ucuz üretilen güneş panelleri ağır metaller içeriyor. Geniş tarım arazilerine kurulup enerji patronlarının tarım topraklarını işgal etmesine neden oluyor. Bu büyük panel çiftliklerini ayakta tutabilmek için çok geniş tarım alanlarını kurutmak pahasına tonlarca su kullanılıyor. ABD’nin çeşitli bölgelerinde bu vakalar yaşanıyor. HES’ler güya “temiz” ancak sonuçlarını Karadeniz’den biliyoruz. Sanayinin yüksek enerji ihtiyacını karşılamak için her yeri rüzgar tribünleri ile dolduran emperyalist ülkeler ise canlı yaşamına ciddi zararlar veriyor. Yani, karbon salınımını bitirmek mesele değil. Kapitalizmin elinde en “masum” enerji kaynakları bile doğaya zarar verecektir.

Davos Zirvesi’ndeki “çevreci hassasiyetler” Greta’yı vitrine koymak için düzenlenen bir panelden ibaret. Kapitalistler ve düzenin tepesindeki siyasetçiler gezegenin koşar adım sürüklendiği felaketle pek de ilgili değil. Yalnıza “mış gibi yaparak” imaj peşinde koşuyorlar çünkü bir yılı aşkın süredir dünyanın çeşitli yerlerinde ( bilhassa da gelişmiş kapitalist ülkelerin metropollerinde) büyük iklim eylemleri gerçekleşiyor. Ve görünen o ki, bu tip bir protesto eylemciliği biçiminin düzenin efendileri üzerinde herhangi bir yaptırım gücü yok. Liberal eğilimleri çok güçlü olan ancak düzenin işleyişi ve çıkarlarıyla da derin çelişkilere sahip olan iklim eylemlerini devrimci bir niteliğe kavuşturmak ve emekçilerin (grev gibi) yaptırım gücü ile silahlandırmak zorundayız. Çünkü iklim sorununa ve her türden çevresel yıkıma karşı radikal tedbirler alınmadan bu gidişat tersine döndürülemez. Bunun için de üretimin miktarı, üretimin yeri, üretimde kullanılan enerjinin kaynağı ve hammaddenin türü gibi en temel alanlarda değişikliler gerekiyor. Bu alanlarda hiçbir söz hakkı olmayan milyonlarca emekçiye tüketim kalıplarını değiştirmesini salık veren burjuva liberaller ve sivil toplum örgütleri tamamen sahte bir bilinç yayıyor. Düzeni hedef almayan, kapitalizmi her yönüyle reddetmeyen bir çevre mücadelesi bu yüzden Davos gibi emperyalist zirvelerde orta oyun konusu olabiliyor.

Kapitalizm, yeni modellere uyum sağlayıp buralardan da kar elde edebilecek kadar esneklik kapasitesine sahip ama tarihsel gelişimin seyri nedeniyle de bir o kadar fosil yakıtlara bağımlı. Avusturalya kıtası cayır cayır yanar, buzullar tehlikeli biçimde erir, kasırgalar fakir Asya ve Afrika ülkelerinden Güney Avrupa’ya doğru gelirken dünyayı kapitalizme karşı savaşmaktan başka bir şey kurtarmayacak. Bireysel tüketim kalıplarının değiştirilmesi propagandasıyla milyonlarca insan oyalanırken, savaşlar ve kirletici endüstrilerin bir avuç patron için kar sağlaması üzerine kurulu düzen sorgulamaya açılmadan gezegenin de insanın da geleceği yok.

ETİKETLER