Irak ve Lübnan'da İsyanlar Nereye Evrilecek? – Emre Güntekin

Irak ve Lübnan'da İsyanlar Nereye Evrilecek? – Emre Güntekin


Ortadoğu’nun iki çelişki yüklü ülkesi Irak ve Lübnan’da emekçiler ve gençlik bir ayı aşkın bir süredir sokaklarda. Özellikle Irak’ta her gün yaşanan ölümlere ve Lübnan’da da hassas etnik ve dini dengeler nedeniyle her an iç savaş tehlikesiyle yüz yüze olmalarına rağmen… Her iki ülkede benzeri kaderlere sahip: Irak onlarca yıl Saddam Hüseyin’in kanlı diktası altında yaşadı ve 2003’te sözde “demokrasi vadeden” emperyalist müdahale adeta bu on yılları bile aratır oldu. Lübnan ise on yıllarını ve yüzbinlerce insanını kanlı bir iç savaşa kurban verdi. Her iki ülkenin de hayatlarında aradan geçen bunca zamanda en ufak bir değişimin gerçekleşmesini bırakın, böyle bir değişim umudunun cılız bir ışığı bile belirmedi. Ta ki geçtiğimiz ay başlayan eylemlere kadar. Milyonlarca insan Şili’den Irak’a kadar hemen her coğrafyada içine itildiği toplumsal koşullara, kendileri sınırsız zenginlik içinde yaşarken alt sınıfları sınırsız bir sefaletin içerisine itenlere isyan etmekten başka çıkış yolu bulamıyor. Geleceğe dair ufak bir umut ışığı varsa, bunu yaratan Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar gelişen isyan dalgasıdır.
Yaklaşık 9 yıl önce, Arap coğrafyası onlarca yıllık baskı rejimlerine, yolsuzluklara, neoliberal politikaların yarattığı yakıcı sorunlara karşı yükselen bir isyan dalgasına tanıklık etmişti. İşsiz bir üniversite mezunu olan Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010’da kendisini yakmasının ardından Tunuslu emekçiler ülkeyi 23 yıl demir yumrukla yönetmiş olan Zeynel Abidin Bin Ali diktasına karşı isyan etmiş ve onu devirmeyi başarmışlardı. Bu isyan hızla koşullar açısından neredeyse birbirinin kopyası olan Kuzey Afrika ülkelerine sıçramıştı. 2011 Ocak’ında Mısır diktatörü Hüsnü Mübarek’in devrilmesi bölgede onlarca yıllık saltanatların fiilen sona yaklaştığını gösteriyordu. Ancak sürecin devamında önce Libya’da ardından Suriye’de yaşananlar bölge halklarının haklı isyanlarının emperyalist müdahaleler ve kimlik çatışmaları etrafında hızla manipüle edilmesine ve sonu görünmeyen bir savaş sürecinin başlangıcına yol açtı. Önce Libya’da daha önce pek çok ülkede kanlı iç savaşların aktörü olan radikal İslamcı çeteler sahaya sürüldü ve NATO müdahalesiyle Kaddafi alaşağı edildi. Sonrasında neredeyse bütün Ortadoğu’yu bir şekilde içine çeken ve halen ne zaman sona ereceği meçhul olan Suriye İç Savaşı gelişti. Emperyalist rekabetin tüm aktörleri (ABD, Rusya, İran, Türkiye, Sünni Körfez rejimleri…) bu süreci içinden çıkılmaz bir hale getirmeyi ve milyonlarca Suriyeliyi bir kan deryasının içine hapsetmeyi başardılar. Suriye’nin çok kimlikli demografik yapısı hızlı bir şekilde parçalandı; Libya’da misyonlarını tamamlayan radikal İslamcı cihatçı çeteler Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri tarafından donatıldı ve Suriye’de tıpkı Libya modelinde olduğu gibi rejimi değiştirmek için sahaya sürüldü. Kısacası Arap halklarının büyük umutlarla başlayan isyan dalgası Suriye’de yaşanan finalde emperyalist güçlerin rekabeti etrafında kanlı bir iç savaşa dönüştü, bölgede belki de onlarca yıl tamir edilmesi mümkün olmayacak bir sürecin önünü açtı.
Lübnan ve Irak’a dönecek olursak… Bu ülkelerde yaşanan isyanlar üzerine daha şimdiden emperyalist rekabetin gölgesi çökerken emekçi sınıflar, yıllardır Suriye’de olduğu gibi, ABD-İran rekabetinin yarattığı siyasal sancıların sonuçlarını sırtında bir kambur gibi taşıyor. Toplumlar dini ve etnik kimlikler etrafında kamplaşırken, burjuva siyasetin köşetaşları bu kimlikler üzerinde yükselen ultra zengin aileler ve paramiliter-silahlı güçler tarafından kapılmış halde.
Geçmişteki bütün ayrımlara ve düşmanlıklara rağmen, bütün kimlikleri ekonomik ve sosyal talepler etrafında bir araya getirmeyi başaran kitle eylemlilikleri siyasal alanın paylaşımına dayanan statükoyu dağılma aşamasına getirdi. Böyle bir ortamda çöken siyasal yapıların yeniden nasıl inşa edileceğine yönelik mücadele kaçınılmaz hale geliyor. Kesin olan tek bir şey var: Lübnanlı ve Iraklı emekçilerin yaşadığı sorunlar ve talepler kimsenin umrunda değil!
İran’daki Molla rejimi başından itibaren bölgedeki eylemlere kuşkuyla yaklaştı. 31 Ekim’de yaptığı açıklamada İran Dini Lideri Ali Hamaney Irak ve Lübnan’daki eylemleri ABD ve Batılı istihbarat eylemlerinin kışkırttığını ve bu güçlerin bölgede kaos yaratmak istediğini ifade etti. Yine aynı gün ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo şu sözleri dile getirdi: “Lübnan halkı verimli ve etkili bir hükümet, ekonomik reform ve yaygınlaşan yolsuzluklara bir son verilmesini istiyor.”(1) Ne kadar da iyi niyetliler!
Mesele elbette her iki gücün demogojileriyle sınırlı kalmadı. Molla rejimi her iki ülkede yıllardır yaptığı siyasal, ekonomik ve askeri yatırımları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmak istemiyor ve eylemlerin bastırılması konusunda kendi ülkesinde emekçi sınıflara karşı yıllar içerisinde geliştirdiği tecrübeleri vekillerine aktarmaktan geri kalmıyor.
Irak’ta İran destekli güçler (özellikle paramiliter Haşd El Şabi’ye bağlı keskin nişancılar) eylemlere özellikle Bağdat’ta ve ülkenin güneyindeki Şii kentlerinde sert bir şekilde müdahale ederek sayısız can kaybına neden oldular. Geçtiğimiz hafta Mukteda Sadr hareketi kontrol altına alabilmek ümidiyle eylemlere destek vermek için Necef’te sokağa insede tepkiler dinmedi. Eylemlerde sıkça yakılan İran bayrakları ve Hamaney posterleri tepkinin kolay yatışmayacağını gösteriyor. Hamaney’in danışmanlarından gazeteci Husein Şeriatmadari ise bu tepkilere karşılık olarak Iraklı ve Lübnanlı emekçileri Suudi Arabistan ve ABD büyükelçiliklerine saldırmaya çağıran bir açıklamada bulunmuştu.(2) Oysaki bu çağrıların artık Iraklı emekçiler ve gençler nezdinde bir anlamı yok! Kitleler zaten kendilerini edilginleştiren ve dışlayan siyasal yaklaşımlara karşı yıllardır öfke depoladılar.
Yıllar içinde birçok isyana sahne olan Irak’ta (en önemlileri 2011, 2015 ve 2018’de gerçekleşti.), genel olarak bu isyanlar Şii siyasal öznelerin kontrolünde gelişiyordu. Ancak bu sefer dikkat çeken en önemli nokta artık emekçilerin bilincinde bu sekter ve kimliklere dayalı ayrımların aşılmasıdır. Fehim Taştekin’in Iraklı bir gencin isyanından aktardığı sözler bunu yansıtıyor: “Biz Sadrcı değiliz, Sistanici değiliz. Sünni de değiliz Şii de. Biz Iraklıyız. Bize neden ateş ediyorsun? Yaşamak için günde ancak 8 dolar kazanabiliyorum.” (3) Taştekin Irak’ta özellikle Şii Abdulmehdi iktidarına rağmen eylemlerin özellikle Basra, Kerbela ve Necef gibi yerlerden yükselmesinin ve Sünni bölgelerin daha yavaş bir şekilde harekete eklemlenmesinin Batı komplosu söylemlerini kasan bir durum olduğunu belirtiyor.L
übnan’da ise Hizbullah ve Şii Emel Hareketi mevcut statükoyu korumak için çabalamaya devam ediyor. Hizbullah lideri Nasrallah eylemlerin başlangıcında hareketi “Dürüst, mezhepler üstü, kökleri bir parti ya da bir büyükelçilikte olmayan halk hareketi” (4) olarak nitelemişti; ancak radikalizmin ve kitleselliğin hızla yükselişi ve kitlelerin Şii siyasal unsurları da hedef alması Hizbullah’ın hızla kitlelere sırtını dönmesine neden oldu.
Bu güçler eylemleri doğrudan karşısına almasada Hizbullah militanları arasında eylemlecilere yönelen saldırılar sosyal medyaya yansımıştı. İran ve Lübnanlı ortakları şimdilik Şii tabanı eylemlerden ayrıştırmaya –ki Nasrallah açıktan kendi tabanını eylemlerden uzak durmaya çağırmıştı.- ve hareketi parçalamaya yönelik bir politika izliyor. Korkularının kaynaklarından birisi de bu eylem sürecinden etkilenme potansiyeline sahip olan tabanlarının yüzünü sola dönmesi ve kendi hegemonyalarından uzaklaşmaları…
Evet, bölge halkları hayatlarını cehenneme çeviren emperyalist güçlere ve onların yerel müttefiklerine tehditle yaklaşıyor. Fakat bu öfke sadece İran’a yönelik değil. Eğer uluslararası medyayı okuyacak olursanız Iraklı ve Lübnanlı emekçilerin sokağa çıkmalarının tek sebebini İran’a yönelik öfkeleri olarak okumak mümkün. Fakat Lübnanlı emekçiler bu manipülatif yaklaşıma karşı çok yerinde bir sloganı önplana çıkardılar: “All of them means all of them“. Yani hepsi, hepsi demek! Ülkenin Sünni ve Suudi destekli Başbakanı Saad Hariri’nin tepkiler nedeniyle 29 Ekim’de istifa etmesinin ardından Lübnanlı emekçiler statükoyu korumaya çalışan Cumhurbaşkanı Michel Aoun, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve Emel Hareketi Lideri Nebil Berri’yi de istemediklerini dile getiren sloganları yükselttiler. Eylemciler Aoun’a “Leave, leave, leave! You are not our father!” (Bırak, bırak, bırak! Bizim babamız değilsin!) sloganıyla tepkilerini gösterdiler. (5) Benzeri sloganlar Irak sokaklarında da yankılanıyor. Eylemlilik sürecinde Twitter’da “I want a nation” (Bir ulus istiyorum!) (6) sloganı trend topic haline gelmişti.
Irak’ta ve Lübnan’da isyanlar nasıl başarıya ulaşabilir?
Ortadoğu’da emperyalist kapitalist sisteme bağlı hiçbir siyasal gücün emekçi sınıfların yakıcı sorunlarına çözüm getirmesi mümkün görünmemektedir. Emperyalist müdahaleler ise hem kitlelerin haklı isyanlarının meşruiyetine uluslararası kamuoyu nezdinde gölge düşürmekte hem de Hizbullah gibi, Sadr gibi emekçi düşmanı öznelere güç kazanmasına yol açmaktadır. Aynı şekilde İran’ın çürümüş Molla rejimi de emperyalist baskıları, uluslararası yaptırımları ülke içerisinde muhalefeti kriminalize etmenin ve bastırmanın bahanesi olarak kullanıyor. Üstelik bu politikayı artık sadece ülke içinde değil, ABD ve müttefiklerine karşı nüfuz mücadelesi verdiği Irak’a ve Lübnan’a da taşıyor. Bu da sebepsiz değil: Molla rejimini en çok korkutan şey isyan dalgasının bir şekilde İranlı emekçilere de sirayet etmesidir.
Batılı emperyalist güçler ise isyan dalgasına ikiyüzlü bir tavırla yaklaşmaktadır. Sanki Irak’ta 2003 işgaliyle insanlığı derin bir sefalet çukuruna iten ABD ve Batılı ortakları değilmiş gibi Iraklı emekçilerin haklı mücadelesi İran karşıtı bir isyan olarak araçsallaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysaki her iki ülkede emekçi sınıfların düzenin her türlü unsuruna karşı tepkiyi yükselttiği daha açık nasıl ifade edilebilir?
Yıllardır yoksulluk ve sefaletin pençesine itilen, yolsuzluklarla bir avuç azınlığın zenginleşmesini dişlerini sıkarak izleyen emekçiler ve gençlik için artık birşeylerin değişme vakti gelmiş görünüyor. Onca bedele rağmen sokaklardan bir an olsun geri adım atmamaları ve sekter bölünmelere geçit vermemeleri bunun göstergesi. Ancak tek başına bu durum isyanların başarıya ulaşmasını garanti etmiyor. Özellikle de kitle hareketleri üzerinde bugüne kadar her türlü manipülasyonun rahatça yaşama geçirilebildiği ve sınıf eksenli örgütlenmelerin oldukça zayıf olduğu Ortadoğu coğrafyasında…
Gelinen noktada hem Irak’ta hem de Lübnan’da burjuva siyasal düzenler iflasını ilan etti. Güç paylaşımına dayalı düzenler emekçi sınıflara istedikleri hiçbir şeyi veremiyor. Egemen sınıflar isyan dalgasını püskürtmeyi başarsalar bile bu gerçek değişmeyecek. Neoliberal saldırılar, ağır vergiler, işsizlik, yolsuzluklar sürdüğü müddetçe, Irak’ta 2011, 2015 ve 2018’in ardından bugün olduğu gibi, kitleler yeniden ve yeniden bir yüzünü sokağa dönecektir. Ancak gerçek bir başarı ve geleceği kökten değiştirebilmek için yüzünü sokağında ötesine sola ve sosyalizme dönmeleri zorunludur. Iraklı ve Lübnanlı emekçilerin başarısı ancak sosyalist bir örgütlenme etrafında verilecek örgütlü sınıf mücadelesiyle mümkün olabilir. Uluslararası Sosyalist Birlik (ISL)’in tarihsel görevlerinden birisi de Ortadoğu halklarını “Sosyalist Ortadoğu Federasyonu” hedefiyle biraraya getirebilecek bir öncüyü inşa etmektir.
Kaynakça

  1. https://www.aljazeera.com/news/2019/10/khamenei-stoking-chaos-iraq-lebanon-protests-191030160139954.html
  2. https://www.nytimes.com/2019/10/31/world/middleeast/protests-iraq-lebanon-iran.html
  3. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/10/07/irak-yine-bir-komploya-kurban-mi-gidiyor/
  4. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/11/04/lubnani-cekistirmek-hizbullahin-basi-belada-mi/
  5. https://aawsat.com/english/home/article/1955411/all-them-means-all-them-lebanon-protest-slogans
  6. https://time.com/5721115/lebanon-iraq-protests-iran/
KATEGORİLER