18 Yıllık Yıkımın Faturası: Giresun Sel Felaketi – Emre Güntekin
Geçtiğimiz günlerde Giresun’da yaşanan sel felaketi, iktidarın bölgede yıllardır yürüttüğü yıkımın faturasını bir kere daha yüzümüze vurdu. Hemen her şiddetli yağışta Karadeniz’in değişik noktalarında benzeri felaketlerle karşılaşılsa da AKP’nin doğayı yok eden ve bir rant alanı haline getiren politikalarının duracağı yok. Hükümet kanadından gelen açıklamalar ısrarla bu gerçeğin üzerini kapayıp, bütün sorumluluğu dere yatağına ev yapan vatandaşın üzerine yıkmaya çalışsa da; mızrak çuvala sığmıyor.
Öncelikle şunu vurgulamak önemli: İçinde yaşadığımız dünya kapitalist sistemin ekosistemler üzerinde yarattığı yıkım nedeniyle hızlı bir yok oluşa doğru sürükleniyor. İklim değişikliği içinde yaşadığımız sürecin olağan bir sonucu; ancak iktidarlar iklim değişikliğinin olağan sonuçlarının daha da ağır ve hızlandırılmış bir şekilde ortaya çıkmasında başat roldeler.
Daha birkaç gün önce Doğu Karadeniz’in doğal harikalarından biri olan Ayder Yaylası’nı betona boğacak projenin müjdesinin bizzat Erdoğan tarafından verildiği düşünülürse bu gerçeği kanıtlamak için ekstra bir çabaya gerek kalmayacaktır.
Elbette Karadeniz denilince hemen herkesin aklına HES’ler gelecektir. Özellikle AKP’nin ilk döneminde, 2003 yılında yürürlüğe giren Su Kullanım Yönetmeliği ve 2005 yılında çıkarılan Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun ile birlikte HES’ler sermayenin gözde yatırım alanlarından birisi haline geldi. Öncesinde DSİ ve EÜAŞ (Elektrik Üretim AŞ) gibi kamu kurumlarının kontrolünde yürütülen bu projeler yasal düzenlemelerle tamamen kamusal kontrolün dışına çıkarıldı. 2011 yılında oluşturulan YEKDEM (Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması) kapsamında başta HES’ler olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları üzerine yapılan yatırımlara devlet teşviği sağlanırken, devletin verdiği alım garantileri sermayenin iştahını artırdı.
Aşağıdaki tabloda 2011’den bu yana YEKDEM kapsamındaki santrallerin sayısındaki artış görülebilmektedir:
Öte yandan YEKDEM kapsamındaki ödemelerin payı 2011 yılından bu yana katlanarak artmaktadır:
Enerji üretiminde fosil yakıta bağımlılığı azaltıyor gibi görünen bu uygulamanın arka planı ise malumunuz: Karadeniz gibi su kaynaklarının zengin olduğu alanların yıkımı, kamu kaynaklarıyla zenginleşen müteahhitler, kabaran elektrik faturaları… Küçük kapasiteli fakat enerji verimliliği yüksek su kaynaklarından HES yapımının teşvik edilmesi, sermayenin bulduğu hemen her su kaynağının tepesine üşüşmesine yol açarken; ahbap çavuş kapitalizmi burada da devreye girdi ve iktidar hemen her projeyi destek kapsamına aldı. Garanti alımlara dolar cinsinden verilen yüksek bedeller ise vatandaşın elektrik faturalarının günden güne şişmesine yol açmaktadır.
Bu sürecin ekonomik maliyeti… Çevreye ve bölge insanına olan yaşamsal maliyeti ise oldukça ağır. HES projelerinde ÇED raporları bilimsel gerçeklikten, bölgenin ekolojik yapısı üzerindeki olumsuz etkileri yansıtmaktan uzak bir şekilde hazırlanırken; bu etkiler kamuoyunda ancak bölge insanının verdiği mücadeleler sayesinde gündeme gelebiliyor. Elbette bu da şaşırtıcı değil; örneğin Giresun’daki en büyük HES yatırımcıları Doğuş, Kalyon, Bereket, Kolin gibi iktidarın ekmeğini bolca yiyen şirketler. Türkiye genelindeki listeye bakıldığında ise özel sektöre ait en büyük HES yatırımlarında Cengiz, Sanko, Limak gibi iktidarın sermayedarlarının imzasını görebilmek mümkün.
Peki gerçekten Türkiye’nin böylesine felaketlerin önünü açan HES’lere bu kadar ihtiyacı var mı? Aşağıdaki tablo mevcut durumu özetliyor. Aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere Türkiye’de ihtiyacın üzerinde bir elektrik üretim kapasitesi bulunurken, iktidarın teşvikleri ve garanti alımları ödenen bedele rağmen yatırım iştahını daha da açıyor:
HES’lerin yanında, iktidarın beton ve asfalt sevdasının Karadeniz üzerinde yarattığı yıkımı ayrıca belirtmek gerekmektedir. Nitekim hemen her sel felaketinde bölgede dere yataklarına dikilmiş binaların, gelişigüzel bir şekilde doğayla inatlaşarak yapılmış yolların sular tarafından nasıl yutulduğuna tanık oluyoruz.
Geçtiğimiz aylarda Karadeniz Sahil Yolu’ndaki çatlaklar medyaya yansımış ve oluşabilecek tehlikelere dikkat çekilmişti. Bu uyarılar yeni değil, yıllardır konunun uzmanları Karadeniz’in dalgalarına ve olası bir yoğun yağışa -ki bölgenin Türkiye’nin en yağışlı coğrafyası olduğu malum- bu yolun dayanamayacağını belirtiyorlardı. Sonuç ortada. Giresun’daki sel felaketi bize acı gerçeği bir kez daha hatırlattı. Bir yandan doğayla inatlaşmanın acı faturası hemen her yoğun yağış ve fırtınada ortaya çıkarken; diğer taraftan bölge insanının ve kentlerin denizle arasına adeta bir hançer saplandı.
Sahil yoluna karşı verilen hukuki mücadelenin avukatlarından Yakup Şekip Okumuşoğlu meselenin özünü şu sözlerle açıklamıştı:
“Davalarda danıştaydan gelen bilirkişi raporunda dünyanın hiçbir yerinde böyle bir yol olmadığını, olamayacağını, yolun akan suların önünden bariyer oluşturacağını bunun da gelecekte ciddi sorunlar oluşturabileceğini söylemişti.
“Bizler de akademisyenlerin oluşturduğu raporlar ile alternatif yolları sunmuştuk. Bu raporlara göre Karadeniz için en uygun yol projesinin şehrin güneyinden tünellerle ve viyadüklerle geçecek bir yol olması gerektiği belirtilmişti. Bunları önerdik ancak en çok para nereden kazanılacaksa o şekilde oluşturuldu.
Öte yandan inşaatı bir rant alanı haline getiren iktidarın teşvik ettiği konut sektörü ve yapılaşma Karadeniz’in canını okumaya devam ediyor. Dere yataklarına inşa edilen konutların büyük felaketlerin kapısını nasıl araladığını, insan hayatını nasıl bir tehlikeye attığını hemen her vakada görmek mümkün. Ancak ne iktidarın ne de sermayedarların Karadeniz’in eşsiz güzellikteki doğasını tamamen tüketene kadar durmaya niyeti var.
Bu yıkım ve felaketler kapitalist yıkım işlediği müddetçe durmayacak. Ancak ne iktidar ne de patronlar bu yıkım düzeninin sonsuza kadar süreceğini sanmasın. Onlara gereken cevabı sadece doğa vermeyecek. Karadeniz’de sadece Erdoğanlar, Cengizlerin, Ağaoğlular yetişmiyor; onların saltanatını sona erdirmek için ilham kaynağı olacak Kazım Koyuncular, Metin Lokumcular da her zaman var olmaya devam edeceklerdir.