Yunanistan’da Seçimlerin Sonuçları: Derinleşen Kriz, Yükselen Faşizm

Yunanistan’da genel seçimler, ana burjuva partilerin iflasını ortaya koyarken geniş yığınların radikal alternatiflere yöneldiği ve bununla paralel olarak faşizmin çok büyük bir tehlike olarak kendisini gösterdiği seçim sonuçlarıyla birlikte tartışmasız hale geldi. Resmi sandık başı anketlerine göre 2009’da %43,9 olan PASOK oyları %15,5’e, sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nin (ND) oyları ise %33.5’ten %18.9’a gerilemiş durumda. Böylece iki ana partiye dayanan Yunan siyasetinde geleneksel olarak %80’lere ulaşan PASOK ve ND toplam oyları bu seçimde %35’in altına düşmüş oluyor. Bu sonuç açık bir şekilde kapitalist krizin Yunan burjuva siyasi sistemini uçurumun kenarına getirdiğini göstermekte. Emekçi kitleler AB ve IMF’nin acı reçetelerini uygulayan bu iki partiyi cezalandırdılar ve yeni kesinti paketlerini gündeme almak durumunda olan müstakbel iktidar adaylarına da çok açık bir mesaj gönderdiler.
Kitlelerdeki radikal alternatif arayışı kendisini en net şekilde Syriza (Radikal Sol Birlik) ve Neonazi Altın Şafak örgütünün gerçekleştirdiği oy patlamasında gösterdi. Yunanistan Komünist Partisi KKE ise oylarını sadece %1 civarında arttırarak %8.3’lük bir oy oranına ulaşabildi ki bu açıkça bir hezimet anlamına geliyor.
Bunun dışında kesinti programlarına muhalefet ederek ND’den kopan, milliyetçiliğe oynayan sağcı popülist Bağımsız Yunanlılar çoğunlukla ND’den devşirdiği oylarla %10.6’ya ulaşırken Syriza’dan PASOK’a doğru bir sağ kopuş olarak ayrılan Demokratik Sol %6.1 oy oranına ulaşarak %3 seçim barajını aşan 7. ve son parti olmayı başardı. Bir diğer aşırı milliyetçi LAOS, ND ile kısa hükümet ortaklığının bedelini ağır ödeyerek %2.9’a gerilerken Yeşiller de %2.9 oranıyla barajın altında kalan bir diğer parti oldu. Seçimlere en sol alternatif olarak giren ve içerisinde kendisini Troçkist olarak adlandıranından Maoist’ine dek geniş bir yelpazeyi barındıran Antarsya (Kapitalizmi Yıkmak için Antikapitalist Sol Birlik – İsyan) derli toplu bir oluşum görüntüsü çizemeyerek kendisini gösteremedi ve oylarını çok küçük oranlarda arttırarak %1.2’de kaldı. Seçimlere katılımın önemli ölçüde gerileyerek %60’lara indiğini belirtmek gerekiyor. Bu da giderek daha çok sayıda seçmenin mevcut partilerden ve politik sistemden ümidini kestiğinin göstergesi.
Bu seçim aritmetiğine göre 300 üyeli Yunan parlamentosunda tek başına hiçbir parti çoğunluğu sağlayamazken kapitalist çevrelerin beklentisi olan ND-PASOK koalisyon hükümeti de 149 vekilde kalarak suya düştü. Gerek ND gerekse de PASOK kesinti paketlerini esas alacak bir hükümet içinde olacaklarını belirtirlerken ikinci gelen Syriza kesinti karşıtı bir sol hükümetten yana olduğunu belirtti. Diğer taraftan KKE hiçbir ittifak ve koalisyonda yer almayacağını çoktan deklare etmiş durumda.
Önümüzdeki günlerde yoğunlaşacak olan hükümet kurma girişimlerinde kesinti paketleri karşısında alınacak tavır belirleyici olacak. Kesinti paketlerine ortakçı olmanın rezil rüsva olarak siyasi kariyerin sonlanması anlamına geldiği ortadayken popülist tutumlar sergilemenin birçok düzen partisine daha çekici geleceği muhakkak, ama bir de emperyalist kapitalist sistemin efendilerinin bunlara yapacağı baskılar ve vereceği rüşvetler var… PASOK ve ND yanlarına ortakçı bulsalar da bu koalisyon hükümetinin de fazla uzun ömürlü olamayacağı ortada. Bir sonraki seçimlerde ise gamalı haçlı Altın Şafak örgütünün daha da büyük bir sıçrama yapma ihtimali uykuları kaçıracak derecede ciddi bir tehlike olarak görünüyor.
Syriza
Syriza, anketlerin gösterdiğinin üzerine çıkarak seçimlerde oylarını neredeyse üçe katladı ve oranını %4.6’dan %17’e yükseltmiş oldu. ÖDP’nin kardeş örgütü olan Syriza, KKE’den euro komünist bir kopuş olarak kurulan Synapsismos’un çekirdeğini oluşturduğu daha küçük sol grupları da içeren bir birlik. Son dönemde Maoistlerle kendisini Troçkist olarak adlandıran küçük örgütlerin ayrılmasıyla Eurokomünist Synapismos Syriza’nın kesin hakim gücü durumuna geldi. Syriza, başarısını esas olarak sosyal kesinti paketlerini eleştirip radikal bir görüntü sunmasına borçlu. Syriza, aynı zamanda önemli bir hamle yaparak seçimlerde KKE’ye ittifak teklifi ile gitti. Geniş sol kitleler bu ihtimalden heyecan duydular, zira Yunan seçim sistemine göre birinci partiye hükümet kurması için fazladan 50 sandalye veriliyor ki Syriza ile KKE’nin ortak liste ile yarışmaları durumunda birinci parti olmaları kesin gibiydi. KKE, bu teklifi hiç de şaşırtıcı olmayan şekilde geri çevirdiğinde KKE tepki çekti ve kazanan Syriza oldu.
Syriza’nın görünüşteki radikalliği oldukça aldatıcı. Nasıl olmasın ki? Bir yandan sosyal kesinti paketlerine karşı sol lafazanlıklar içerisindeler diğer yandan da acı reçetelerin arkasındaki güç olan AB’den ve Eurozone’dan çıkılmaması için kampanya yapıyorlar. Bunun anlamı sadece ve sadece kitleleri aldatmak olsa da belli ki henüz gerçek bir çıkış yolu göremeyen geniş yığınların kesinti düşmanlığı ile AB’yle özdeşleşen (!) eski refah dönemine duyulan özlem Syriza’nın bu aldatıcılığının prim yapmasını sağlıyor. Ama bu aldatıcılık fazla uzun ömürlü olamaz. Syriza, olsa olsa kitlesel radikalleşme sürecindeki bir ara durak olabilir. AB’nin uygulattırdığı kesinti paketlerine keskin bir şekilde karşı çıkıp ama yine de AB ve Euro’da kalmayı herşeye rağmen savunmak gibi bir tutarsızlığın daha ilk sınavda foyasının açığa çıkacağı ortadadır.
KKE
%8.3 ile açık bir hezimete uğrayan KKE hiçbir hükümette yer almayacağını ilan etse de aynı KKE’nin 1990ların başında yolsuzluğa batan ND ile koalisyonda olduklarını hatırlatmakta fayda var. Opurtünist zikzaklarla dolu tarihi bir geleneği olan KKE’nin esas misyonu ise örgütlü proletaryayı zincirlemek ve düzene bağlamaktır. Nitekim işçi sınıfının en militan kesimlerinin bağlı olduğu PAME gibi sendikaların kotrolünü elinde tutan KKE, kesinti paketlerine karşı yapılan 17-18 genel grevin göstermelik düzeyde kalmasında en az PASOK tandanslı diğer sendika bürokratları kadar sorumludur. İçi boş sosyalist retorik, koyu bir milliyetçilik, mutlak bir pasifizm ve teslimiyet KKE’nin en görünür çizgisi durumunda. Bunun dışında emekçi tabandan yükselen radikal seslerden rahatsız olan, birleşik sınıf hareketine karşı olabildiğince sekter, bağımsız taban inisiyatifinden hoşlanmayan ve nihayetinde sistem karşıtı hareketlere düşmanlık besleyen KKE, burjuva sistemin en önemli payandası durumunda tıpkı Yunan toplumunun geçirdiği birçok kritik aşamada olduğu gibi.
Örgütlü işçi hareketini kilitlemekte belirleyici bir rolü olan KKE’nin boynunda faşizmin yükselişinin vebali asılıdır.
Faşizm Yükselirken Alarm Zilleri Çalıyor
Birkaç düzinelik çete boyutlarından %7 oy oranına sahip bir partiye dönüşen ve gamalı haçlı bayrağını Yunan parlamentosu önünde dalgalandıracak olan Altın Şafak’ın yükselişi neyi ifade ediyor? Açıkça bir iç savaş aygıtı olan bu paramiliter örgüt devrimci sınıf hareketine karşı hazırda tutulmak üzere uzun yıllar boyunca el altında tutuldu ve şimdi Yunanistan kapitalizminin krizinde devreye giriyor. Kapitalistler açıkça ırkçı, azınlıklara ve sosyalistlere saldırılar düzenleyen bu paramiliter kuvveti derhal dağıtabilirler, ama bunu niye yapsınlar ki? Ne de olsa emperyalist kapitalizmin Yunanistan’daki ajandasında iç savaştan askeri darbeye kadar her türlü kirli tezgah bulunuyor. Altın Şafak da tam da bu tip kirli işlerin örgütüdür. Bu yüzden de Fransa’daki ya da diğer Avrupa ülkelerindeki aşırı sağın yükselişinden çok daha tehlikeli bir durum söz konusu Yunanistan’da.
Faşist tehlikeye karşı ne yapılmalı sorusunu cevaplamak için evvela faşizmin yükselişinin temellerini açıklamak gerekir. Klasik düzen partilerinden umudunu kesen ve radikalleşen emekçi kitleler sol radikalizm namına şimdilik etraflarında KKE ve Syriza’yı görüyorlar. Diğer tarafta bu güçler sınıf hareketinin önünü tıkadıkça hayal kırıklığı artıyor ve ibre aşırı sağa kayıyor. Devrim umudun adıysa faşizm umutsuzluğun ifadesidir. Sınıf hareketinin önü kesildikçe umutsuzluk ve öfke yaygınlaşıyor ve bu da faşizmin gelişmesi için en uygun şartların oluşmasını sağlıyor. Tıpkı 1920lerin Almanyasında tüm ipler Alman Komünist Partisi’nin elindeyken Stalinist ihanet okulu sayesinde devrimci fırsatların heba edilmesi ve ardından Hitler’in hızlı yükselişinin başlamasında olduğu gibi. Şimdi Yunanistan’da da o dönemi hatırlatan uğursuz gelişmeler yaşanııyor. Kriz insanları uçurumun kenarına getirmiş durumda, burjuva partiler çökmüşler, sözde komünistler sınıf hareketinin önünde engelleme yapıyorlar, devrimci umutlar suya düşüyor ve umutsuzluk ve öfke küçük burjuvazinin çılgınlaşan katmanlarını faşizmin kucağına itiyor.
Faşizm hastalığının ilacı sınıf savaşıdır. İşçi sınıfının grev hareketlerini şiddetlendirmesi, savunma birliklerini örgütlemesi, grev komitelerini ülke çapında hayata geçirmesi ve grev komitelerinin ulusal konseyinin kurulması zorunludur. Böyle bir durumda faşist tehlike ciddileşmeden darmadağın olacaktır.
Diğer taraftan hızla devrim ve karşı devrim ikilemi içerisine giren Yunanistan’da esas belirleyici olan Bolşevik bir öncü örgütün varlığıdır. Böyle bir örgütlenmenin olmaması durumunda kapitalistler her krizi atlatmayı bileceklerdir. Ama her durumda Yunanistan’da sınıf mücadelesinin devrimci duruma doğru evrilmesi tüm dünya solunu heyecanlandıracak ileri doğru itecektir. Sınıf mücadelesinin yükselişi, devrimci Marksist güçlerin toparlanması ve Bolşevik geleneğin güçlenmesi için gerekli yakıtı sunmaktadır.
ETİKETLER