“Yerli ve Milli” Özelleştirmede Sıra Şekerde
Şeker fabrikaları için özelleştirme süreci geçtiğimiz hafta resmi gazetede yayınlanan ilanlarla başladı. Afyon, Ağrı, Bor, Burdur, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kastamonu, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat’ta bulunan 14 fabrika bu kararla Nisan ayı içerisinde satışa çıkarılacak. Her ne kadar ihale şartnamelerinde 5 dönem çalıştırılma zorunluluğu getirilecek olsa da bu satış ile birlikte ayakta kalan nadir kamu iktisadi teşebbüslerinden (KİT) olan şeker fabrikaları sermayenin insafına terk edilmiş olacak.
Özelleştirmelerin iddia edildiği gibi kamu yararına olmadığı birçok örnekle kanıtlandı. Özelleştirme sonrası hangi KİT’lerin ayakta kaldığına bakmak yeterli. Geçmişte büyük mücadelelere rağmen özelleştirme süreci engellenemeyen birçok KİT’in yerinde yeller esiyor. Şeker fabrikaları gibi cumhuriyetin ilk döneminde kurulan SEKA, Sümer Bank, Etibank ya özelleştirildi ya da devlet bu KİT’leri kapatarak sektörün kaderini serbest piyasaya terk etti. Türk Telekom, TEKEL ve TÜPRAŞ gibi karlı ve stratejik KİT’ler ise kapanın elinde kaldı. Şimdilerde ise Türk Telekom’un batışını ve devletin el koyma ihtimalini hep birlikte izliyoruz.
Erdoğan, kitlesini motive etmek için miting meydanlarında sıklıkla kendisinden başka neredeyse hiç kimsenin bu ülkede bir dikili ağacının olmadığından bahsediyor. İşin ironik yanı bu özelleştirmelerin neredeyse tamamı AKP iktidarı döneminde gerçekleşti. Demek ki birileri bir şeyler dikmiş ki sata sata bitiremiyorsun!
1986-2000 dönemi arasında gerçekleştirilen özelleştirmelerden elde edilen gelir 8 milyar dolarken, 2002-2017 arasında özelleştirmelerden 62 milyar dolar gelir elde edilmiş. Yani özelleştirmelerin neredeyse % 90’ı bu iktidara kısmet olmuş.
Üstelik “yerli ve milli” iktidarımız Türk Telekom’un % 55’ini Arap OGER Telekom’a, TÜPRAŞ’ın % 51’ini Shell-Koç ortaklığına, 2006’da Petkim’in % 51’ini 2 milyar dolara Azerbaycanlı SOCAR’a, TEKEL’in 6 sigara fabrikasını 1.7 milyar dolara Hollandalı British-American Tobacco’ya sattı. TEKEL’in içki operasyonları 2003’te MEY’e satılırken, şirket 3 yıl sonra içki fabrikalarını 2,5 kat karla ABD’li TPG’ye sattı. Aynı fabrikalar 5 yıl sonra 10 kat karla İngiliz Diageo şirketine satıldı.
Özelleştirme sürecinin ne kadar “yerli ve milli” olduğu ortada!
Şeker fabrikaları da şimdiden yerli ve yabancı sermayenin iştahını kabartıyor. ABD’li gıda devi Cargill’in özelleştirmeler gündeme gelmeden önce Türkiye’deki şeker piyasası ile ilgili bir rapor hazırladığı ve bunu iktidarın bazı bakanlarına verdiği ortaya çıkmıştı. Raporda elbette şeker fabrikalarının nasıl geliştirilip modernize edileceğinden bahsedilmiyor. Şeker pancarından üretilen şekerin nişasta bazlı şekere ve mısır şurubundan elde edilen şekere göre sağlık açısından önemi bilimsel olarak ortadayken, şu sözler şeker fabrikalarını kapatın gitsin demekten farksızdır: “Mısırdan elde edilen şeker ile pancardan elde edilen şeker arasında kimyasal olarak herhangi bir fark bulunmadığı; her ikisinin de kimyasal yapı taşının glukoz ve fruktoz olduğu ifade edilmiştir. Bu araştırmalar gerek mısırdan gerekse pancardan olsun eşdeğer miktardaki şekerin enerji değerlerinin birbirleriyle aynı olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. (1 gram = 4 kilokalori). Sonuç olarak, sağlık açısından temel olan şekerin hangi kaynaktan alındığı değil, diyete ve dengeli beslenme koşullarına bağlı olarak ne miktarda alındığıdır.”
Cargill’in de dünyanın en büyük mısır şurubu bazlı şeker üreticilerinden olduğunu hatırlatalım.
Yani özelleştirmenin bir ucu kamunun elinde var olan zenginliğe, diğer ucu halkın sağlığına dokunuyor. Şeker-İş başta olmak üzere konunun tarafları ise iktidara halkın sağlığı için oluşacak riskleri hatırlatarak özelleştirmeden vazgeçilmesi konusunda ikna edebileceğini düşünüyor olmalı. Şimdilik özelleştirme karşıtı sesler bu minvalde yükseliyor.
Fakat geçmiş deneyimler bize bunun mümkün olmadığını söylüyor. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi daha önce 2010 ve 2012’de iki kez gündeme gelmiş fakat durdurulmuştu. Neden? İktidar TEKEL direnişinin hafızası hala tazeyken böylesine bir adım atmaktan korkmuştu. Yani özelleştirmeleri durdurabilecek tek güç özelleştirme olduğu takdirde geleceğini kaybedecek şeker fabrikaları işçilerinin, bu fabrikalara hammadde sağlayan ve özelleştirme gerçekleşirse açlığa mahkum edilecek olan çiftçinin ve kamusal zenginliğin bir avuç sermayedarın kar hırsı için yağmalanmasına göz yummaması gereken emekçilerin ve toplumsal muhalefetin birleşik mücadelesi olacaktır.
İktidar bugün OHAL eliyle kurumsallaştırdığı diktatörlüğün oldu bittiye getirerek bu özelleştirmeyi sorunsuz gerçekleştirmesine imkan tanıyacağını düşünebilir. Fakat böylesine geniş çaplı ve kitlesel bir emek mücadelesi TEKEL örneğinde olduğu gibi iktidarın kumdan kalelerini yıkabilir.