Yapma Be Sırrı Süreyya – V.U.Arslan

Yapma Be Sırrı Süreyya – V.U.Arslan

Aslında bu eleştiriyi belki bir ay önce yazmak gerekiyordu, ama o zamanki yoğunlukta arada kaynadı. Ama geçen günlerde TAK’ın yeni “savaş” açıklaması ve tüm şehirlerin hedef alınacağını duyurması sonrası bu yazıyı yazmak gerekliliği bir kez daha kendisini dayattı. TAK konusuna sonraya bırakıp öncelikle S.S.Önder’in insana pes dedirten açıklamalarını ele alalım. 

Sırrı Süreyya Önder Mayıs ayının sonunda Birgün Gazetesi’ne bir mülakat verdi. “Siyaseti bırakıyorum” çıkışı ile gündeme gelen mülakatta S.S.Önder, Kürt sorununda gelinen noktadan duyduğu hayal kırıklığını iç dökme tarzında anlatırken ağzından dökülenler hiç de bu tarza uygun bir samimiyet içermiyordu. 

Konu, Kürt sorununda müzakere sürecinin tıkanması ve çatışmaların yeniden şiddetlenmesi.

Büyük hayal kırıklıklarım var: Yitip giden canlara engel olamamak. Çatışmasız bir dönem yakalamışken, bunu iyi kötü iki buçuk yıl gibi bir zamana yayabilmişken, muhafaza edememiş olmak, başta kendimi sorumlu tutarak en büyük üzüntümdür”. 

Röportajda daha sonra sürecin tıkanmasının sebepleri irdeleniyor ve S.S.Önder “iç dökmeye” devam ediyor:

“Muhataplarımız olan devlet ve iktidar zaten sınıfsal ve siyasal niteliği belli yapılar, onlardan fazlaca bir şefaat beklememek gerekiyordu. Zira herkes kendi konumunun gereğini yerine getiriyor. Ama biz, HDP olarak, bütün bu güçlükleri aşabilecek yaratıcılıklar sergileyebilirdik… Ama başta sol ve sosyal demokrat çevreler olmak üzere, geniş kitleleri barışın toplumsal bir talep haline gelmesinde yeterince seferber ve ikna edememek şeklinde somutlaştırabilirim.”

Sol ve sosyal demokrat çevreleri ikna edemedik diyen S.S.Önder bunun sebebini de röportajda şu şekilde anlatıyor:

“Ama Türkiye’de sol ve sosyal demokrat kesimde mahcup bir milliyetçilik olduğunu gördüm. Sınıfsal kavramlarla düşünme, sistemin oluşturduğu yüzlerce yıllık Kürt kavramı ile karşılaştığında birdenbire sistem gibi ya da sisteme yakın ya da sistemin diliyle düşünmeye evriliyor. İşte bu noktada biz üstesinden gelebilir miydik 100 yıllık bir algının? Denenebilirdi. Bu yönde çalışmamız gerekiyordu. Kıramadığımız birinci olgu bu oldu… İkinci olgu da, CHP gerçekliği. CHP Türkiye’de solu öğüten bir değirmen işlevi görüyor. Bir toplumsal dinamik ve bir enerji açığa çıktığında CHP’li yöneticilerin niyetlerinden bağımsız olarak, CHP çarklarında hep öğütülmüş. Bunu kıramadık.”

Böylece S.S.Önder faturayı, CHP’ye, sosyal demokratlara ve sınıfsal kavramlarla düşünen sola keser. Röportajı yapan Birgün Gazetesi muhabiri 7 Haziran seçimlerini hatırlatarak bir nevi itiraz eder. S.S.Önder ise 7 Haziran faslının açılmasıyla meseleyi kısa keser:   

“HDP olarak biz bunu 7 Haziran’da önemli ölçüde kırmaya başlamıştık. Muhtemelen sistemin telaş ettiği en büyük şeylerden biri buydu. Ama devamını getiremedik.

El İnsaf! 

Şimdi biraz da biz konuşalım.

Zurnanın zırt dediği yer demiştik 7 Haziran seçimleri için çünkü bu süreç S.S.Önder’i baştan sona yalanlıyor. Beraber yaşadık ve gördük: Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP, “seni başkan yaptırmayacağız” şiarı etrafında net bir şekilde AKP ve RTE karşıtı bir pozisyona geçince Türkiye’deki sol güçler üzerinde mutlak bir liderliği tesis etmişti. Zaten Türkiye sosyalist geleneğinin çok önemli bir bölümü, önceden beri HDK çatışı altındaydı. Ama 7 Haziran sürecinde HDP hegemonyasını genişletmiş, Halkevleri ve HTKP gibi farklı damardan gelen köklü gelenekleri de kendisine çekmişti. Mesele oy vermenin de ötesinde HDP için aktif çalışmaktı ve Türkiye sosyalist solunun çok büyük bir kısmı bunu yapıyordu. Açıkçası sosyalist sol bundan daha iyisini de yapamazdı. Yani S.S.Önder sosyalistlerden daha fazla ne bekleyebilirdi ki?

Sosyalist solun örgütlü bileşenlerinden ayrı olarak, belki de daha önemlisi, daha önce HDP ve öncellerine pek sıcak yaklaşmamış geniş bir halk tabanının 7 Haziran sürecinde çok kritik bir kopuş yaşayarak HDP’ye yönelmesiydi. Gezi dinamiğinden tutun, bağımsız aydın ve tabandaki örgütsüz aktivistlerden geniş bir kesim, Demirtaş’ın yarattığı heyecanla HDP’nin kapısını çalıyordu. Bunlar seçim çalışmalarına da katıldılar, sosyal medyada hava estirdiler, kendi çevrelerinden HDP için oy topladılar. Soruyoruz S.S.Önder’e sol taban HDP’ye daha ne verebilirdi ki? 

Bunun dışında HDP’ye oy vermeye henüz hazır olmayan daha da geniş bir kesim de HDP’ye ve özellikle Demirtaş’a sempati duyuyordu. Bu sempatilerini de çevrelerinde açıkça ifade etmekten çekinmiyorlardı. Bu kesim Kürt sorununda bariz bir şekilde bilinç sıçraması yaşıyordu. Toplumdaki kayma o kadar büyüktü ki Demirtaş’a yönelik sempatiyi sağ kesimlerde bile görmek gayet mümkündü. 

Gelelim CHP meselesine. S.S.Önder diyor ki: “Türkiye’de bir CHP gerçekliği var. Biz bunu aşamadık”. Bu da yine samimiyetsiz bir açıklama. Bahsettiğimiz atmosferde CHP tamamen edilgen bir konuma düşmüştü. HDP çizgisini koruyabilseydi CHP tabanından daha büyük kopuşlar yaşanabilir ve HDP%20’leri geçen bir güce dönüşüp CHP’nin önüne geçme iddiasını pekala sergileyebilirdi. Aslında bu kapı aralanmıştı bile. Yani CHP gerçekliği aslında 7 Haziran sürecinde aşılmıştı. Yani S.S.Önder boşuna CHP’nin arkasına saklanıyor. Çünkü, çok iyi bildiği gerçekleri söylemiyor. Gerçeklerden bahsetmek yerine solu, sosyalistleri ve halk tabanını Kürtlere karşı ön yargılılar, milliyetçiler vb şekillerde damgalamaya çalışıyor.  

Şimdi bunları biz söyleyelim: S.S.Önder kusura bakmasın ama kitleleri CHP’ye mahkum eden Kürt Hareketi olmuştur, daha doğrudan söyleyecek olursak PKK olmuştur. Bunu biraz açıklayalım: 7 Haziran HDP ve Kürt Hareketi için muazzam bir zirveyi işaret ediyordu, ama bu zirveden düşüş hızlı oldu. Kırılma noktası 7 Haziran’dan 1 ay sonra çatışmaların yeniden şiddetlenmesiydi.  

Şimdi derhal bizlere çatışmaları başlatan tarafın AKP ve devlet olduğu söylenecek. Tamam da AKP iktidarı 7 Haziran’dan önce çatışmaların başlaması için elinden geleni yapıyordu zaten. Kırsaldaki operasyonları bırakalım, şehirlerde HDP binaları bombalanıyor, Diyarbakır’daki mitingde HDP’liler katlediliyordu, ama PKK yine de herhangi bir misillemede bulunmuyor, gayet dikkatli davranarak çatışma yaşanmasını engelliyordu. Durum böyle olunca başta bölge halkı olmak üzere tüm Türkiye’de teşhir olan taraf AKP oluyordu.     

Ne olduysa 7 Haziran’dan sonra oldu. Daha HDP’nin %13.4’lük zafer atmosferi dağılmadan 11 Temmuz 2015’te KCK ateşkesi bitirdiğini açıkladı. 14 Temmuz’da ise KCK Eş Başkanı Bese Hozat “Yeni Süreç Devrimci Halk Savaşıdır” başlıklı bir yazı yazıp devrimci halk savaşı ve serhıldan çağrısı yaptı. Türkiye ve HDP özelinde tam da yeni bir süreç açılmışken bu acele neyin nesiydi? Ya da şöyle söyleyelim tamam AKP savaş istiyordu, ama istediği savaşı AKP’ye vermenin gerekçesi neydi? Bence S.S.Önder biraz samimi olmak istiyorsa bu soruları sormalıdır ve eleştirilerini doğru kanallara yöneltmelidir. Türkiyelileşme stratejisinden tek taraflı özerklik ve hendek stratejisine bu ani geçişin mantığı açıklanmalıdır. S.S.Önder, röportajda devlet Türkiyelileşmeyi Türkleşme olarak algıladı diyor, doğrudur devletin algıları kolay değişmez; ama bu durum bir ayda mı gelişti? Yanlış anlaşılmasın özerklik de gayet meşru bir taleptir ve haktır, ama bu ayrı bir konu. HDP’nin nasıl ve neden kolunun kanadının kırıldığı konusunda gerçekleri konuşmak zorundayız. HDP’nin çıktığı zirveden zemine çakılması nasıl oldu? Biz söyleyelim: savaş isteyen AKP’ye istediği vererek HDP’nin ipini bir anlamda çeken PKK olmuştur. Kandil’deki son derece tecrübeli PKK lider kadrosunun başlayacak olan savaş süreciyle, hele hele TAK’ın devreye sokulmasıyla, HDP’nin üstüne balyozun ineceğini ve başlatılan şehir savaşına çok hazırlıksız girildiğini bilmeme durumu olamaz.      

S.S.Önder bunları bütün bu konularda cesurca çıkıp konuşacağına topu sol çevrelerdeki “gizli milliyetçiliğe” atıyor. Sonra da kalkıp Kürt Hareketi için “hiçbir hiyerarşik nizam içermeyen” şeklinde “övgü”ye geçiyor. Bu övgüde de S.S.Önder bir kez daha kantarın topuzunu kaçırıyor. Aslında tam da bu hiyerarşik nizam yüzünden PKK liderliğine bir eleştiri geliştirmek gerçekten zor. Ama bunu yapmak gerekiyor.

TAK’ın Son Açıklaması 

TAK yeni saldırılar yapacağını duyurdu. Yine doğrudan konuşacak olursak bunu PKK’nin batıda sansasyonel eylem peşinde olduğu şeklinde okumak gerekiyor. 

Eğer bu tarz bir kampanya başlarsa bu, halka ve diktaya karşı mücadele eden herkese büyük bir ihanet anlamına gelir, RTE için ise 2. bir “Allah’ın lütfu” olur. Otoriter rejim sevdalısı bütün şoven ve gerici odakların arayıp da bulamadığı fırsatları altın tepside onlara sunmanın anlamı, halka ihanetten başka bir şey değildir. 

İnsanlar canı pahasına sokakta mücadele ediyor, gazeteciler tutuklanma tehditi altında, barış akademisyeni ve KESK liler ihraç baskısı altında direnmeye çalışıyor, HDP ve Kürt siyaseti az biraz nefes almaya çalışıyorken TAK’ı devreye sokmak, demokratik mevzileri sabote etmektir.

TAK adıyla yapılan saldırılar, bugüne kadar başta Kürtler olmak üzere ilerici kesimlere büyük zararlar verdi, düşmanları ise güçlendirdi. HDP ezildi, AKP yükseldi; Demirtaş zindanda RTE sarayda. Kısacası Kandil’dekilerin aklını başına toplayıp biraz olsun geçmişten ders çıkararak bu işten vazgeçmeleri gerekiyor.

Keşke S.S.Önder bunları sen söyleyebilsen. Türkiye’de sınıf mücadelesinin amiral gemisi KESK bile Kürt Hareketi’nin liderliği altındayken (ve yıllardır geriliyorken) sol daha neyini versin be Sırrı?

KATEGORİLER