Yalta, Postdam ve Yüzdeler… – Elif Altunay

Yalta, Postdam ve Yüzdeler… – Elif Altunay

Image result for yalta konferansı

Bu yazı Sosyalist Dergi’nin 8. sayısında yayınlanmıştır.

2.Dünya Savaşı’nın bitmesine birkaç ay kala ABD, İngiltere ve SSCB temsilcileri bir araya gelerek yeni emperyalist düzenin sınırlarının pazarlığı için masaya oturdular. 4-11 Şubat 1945 tarihlerinde Kırım’a bağlı Yalta şehrinde gerçekleşen bu konferansı sadece toprak paylaşılmasıyla, yeni sınırlar çizilmesiyle hatırlamıyoruz elbette.

2.Dünya Savaşı sonlanırken “yeni dünya”ya son şekli Yalta ve bir dizi daha konferansta verildi. Bu anlaşmalar, kapitalizmin 1.Dünya Savaşı ile başlayan Ekim Devrimi ile zirvesine ulaşan ölüm kalım savaşından hayatta kalarak çıkışını müjdelemiştir. Kapitalizm 1945 dönemecini döndüğünde muazzam güç kazanmıştır. Stalinizm ise görünüşte yeni topraklar fethederek sınırlarını genişletse de bu aslında Pirüs zaferidir. SSCB’nin 1991’de yıkılışı ve serbest piyasa ekonomisine teslim oluşu aslında kendi çelişkilerinin kaçınılmaz sonucudur.

Bu sonuç, 2.Dünya Savaşı sonrası devrimlerin engellenmesi ile mümkün olmuştur. 1.Dünya Savaşı sırasında sistemi yıkmak isteyen devrimci unsurlar ciddi güçlere sahipti, bunların başını çeken Bolşevikler Ekim Devrimi’ne imza atmışlardı. 2.Dünya Savaşı’nda ise işçi hareketini %100’e yakın bir şekilde domine eden Stalinist KP’ler SSCB’den gelen direktiflerle devrimleri boğdular. Kapitalizmin başarısı bu kritik ihanetler sayesinde mümkün olmuştur. Bu devrimler bazı ülkelerde tamamen olgunlaşmıştı, bazılarında ise sarsıcı boyutlara ulaşmışlardı. Bu deneyimleri ayrı ayrı özetleyecek yerimiz yok ama Avrupa’da; Yunanistan, Yugoslavya, İtalya, Fransa gibi ülkelerde devrimler somut gerçekler durumundaydı. Asya’da ise Çin, Endonezya, İran, Hindistan gibi ülkelerde devrimci durumlar söz konusuydu. Ama bunlar SSCB güdümündeki Stalinci KP’ler eliyle aktif şekilde sabote edildi. 

Yalta Konferansı bu yüzden Stalinizm’in devrimlere ne kadar düşman olduğu, SSCB’yi emperyalizmin payandasına çevirişi ve çürümüş siyasetinin ayyuka çıkışı olarak da dünya tarihinde yerini aldı. Bu yazıda, dönemin diğer konferanslarını da dahil ederek konunun bütünlüğüne dair bir perspektif sunmaya çalışacağım. 2.Dünya Savaşı, öncesi, sonrası ve ‘Stalinizm’in ihaneti’ tanımını ortaya çıkaran sebeplere bakacağız.

Savaş ve Devrimler

Savaş ortamının getirdiği kıtlık, yıkım ve hayatı çekilmez kılan diğer tüm unsurların etkisiyle tıpkı 1.Dünya Savaşı sonunda olduğu gibi dünyanın her yerinde devrimci ayaklanmalar patlak veriyordu.

Dönemin devrimcileri, 2. Dünya Savaşı’nın eşi görülmemiş bir devrimci mücadelenin yükselişine yol açacağını öngörüyordu. Savaşın sonuna gelinirken tam da bu sebepler Stalin’i ve emperyalist yöneticileri bir araya getirdi. Kitlelerin maruz kaldıkları sefalet, savaş ve diktatörlük yıllarından sonra düzeni yok edecek bir devrimci patlamayı yaratması korkusuydu bu.

Stalin’in bakış açısı sosyalizmi yaymak değil kapitalizmle barış ve ittifak içinde kalarak bürokratik etki alanını genişletme arzusuydu. Buna milliyetçi yayılma anlayışı diyebiliriz. Kuşkusuz Çarlık geleneği sürmekteydi. Bunu Molotov’dan okuyabiliriz. O dönem SSCB dış işleri bakanı olan Molotov Stalin’in 2.Dünya Savaşı sonrasında ele geçirilen yerleri nasıl bir zevkle incelediğini bariz bir şekilde anlatır. Tabi ki boğazlatılan Yunanistanlı devrimciler Kremlin’deki Nomenklatura’nın zerre umurunda değildi.

Sadece Yalta Konferansı değil, 1943-45 arası art arda yapılan diğer paylaşım ve karşı devrim konferansları da bunun ispatıdır: Tahran Konferansı, Potsdam Konferansı, Yüzdeler Anlaşması. Stalin buralarda birçok kez Churchill, Roosevelt ve Truman ile aynı masaya oturdu ve dünya nüfuz bölgelerine göre paylaşıldı, devrimler ise boğuldu. Bu konferansların tarihteki diğer emperyalist anlaşmalardan pek farkı bulunmaz. Aradaki fark Rus çarları ve bürokratlarının masadaki yerini Stalin ile Molotov’un almasından başka birşey değildir.

Yugoslav Örneği

Yalta ve Potsdam Konferansları, emperyalizme SSCB üzerinden komünist partileri ve dolayısıyla işçi sınıfını kendi etki alanına çekme fırsatı verdi. Bu fırsatı tehlikeye sokan, yani SSCB’nin disiplinine uymayan partiler ise Stalinizmin hışmına uğramaktan kaçamadı. Yugoslavya bu durumun oldukça somut bir örneğidir. Savaş sırasında Stalin sürgündeki Yugoslavya kraliyet hükümeti ile ilişkiler kurdu ve İngilizlere Kral Peter’ın geri getirileceğine söz verdi. Bunun anlamı Yugoslav devrimi ve partizanlarının satılmasıydı. Yugoslav partizanlar ki Hitler’in ordularıyla amansız bir mücadele vermiş ve olağanüstü güçlenmişlerdi. Naziler çekildiğinde ülkeyi ellerine almaları işten bile değildi. Ama Stalin’in Yugoslavya ile ilgili başka planları vardı. İngilizlere verilen sözler doğrultusunda Stalin, Yugoslavya Komünist Partisi lideri Josip Tito’ya burjuva partileriyle Halk Cephesi kurma talimatı verdi. Bu halk cephesi zırvalığı, “iktidarı ele geçiremezsiniz” demekten başka bir anlama gelmiyordu. “Yugoslavya sosyalizme hazır değil” vb saçmalıklarla ihanete teorik kılıf biçiliyordu.

Ancak kendisi de Stalinci okuldan yetişme biri olan Tito, hangi tuzağa çekildiğinin gayet farkındaydı. “Burjuvazinin ilerici kesimleri” ile iş tutarak halk cephesi oluşturmayı reddetti ve ayaklanmayla iktidarı ele geçirme yolunu seçti. Yugoslavya KP’sinin önderlik ettiği 800.000 kişilik partizan ordusu, Nazilerle işbirliği yapan kraliyetçiler ve burjuva örgütlerine karşı bir iç savaş başlattı. Bu dönemde SSCB, sürgündeki kraliyet hükümeti ile müzakere ediyordu. Neticede Tito Stalin’i alt etmeyi başarmıştı, asıl zor olan da buydu; yoksa zayıf burjuvazi ve kraliyet yanlılarını ezmek partizanlar için kolay bir işti. Tito hatta Yunanistanlı partizan liderlerini de ihanete karşı uyarmış, onlara birleşik bir Balkan Devrimci Karargahı oluşturmayı önermişti. Ama Yunan Partizan liderleri Tito kadar dirayetli değillerdi. Yunanistan Komünist Partisi (KKE)’nin liderliği Moskova’ya kölece bağlıydı ve partizan liderleri parti disiplinini çiğnemeyerek kendi sonlarını ve bu arada Yunan devriminin sonunu hazırladılar. Tito ise Stalin tarafından Troçki’den sonraki en büyük şeytani unsur olarak ilan edildi. Tito, kurulmasına liderlik ettiği bürokratik sistemin kaynak ihtiyacını Batı’dan kredi alarak karşılamak durumunda kalacak ve dış politikada SSCB’ye rakip bir Bağlantısızlar Bloku örgütleyecekti. Bir diğer farklı öykü de Çin’de Mao tarafından yazılacaktı. Stalin’i dinlemeyerek kendi yolunu çizen Mao’nun Çin’i de bürokratik milliyetçi kalkınma yolunu tercih etti ve zamanla SSCB’nin en büyük düşmanına dönüştü. 

Stalin’i savunanların en büyük argümanı Hitler’i yenenin esasta Stalin olduğudur. Peki Alman Komünistlerini Hitlere karşı hiçbir direniş göstermeden teslimiyete götüren, güçlü Alman işçi sınıfını felç ederek Hitler’in zaferini döşeyen kimdir? Hitler ile müttefik olup savaşın ilk iki yılında beraber işgal hareketlerine girişen kimdir? Unutulmasın savaş başladıktan iki yıl sonra o da ancak Hitler SSCB’yi işgal etmeye başladığında Stalinizm antifaşizmi hatırlayabilmiştir. Sovyet işçilerinin ve köylülerinin 21 milyonunun canı pahasına askeri zafer mümkün olmuştur. Askeri zaferden sonra ise bahsettiğimiz gibi devrimler ihanete uğramış, ezilen halklara yönelik baskılar kaldığı yerden devam etmiştir.

Savaşın tüm dünyada olduğu gibi SSCB üzerinde de yıkıcı bir etkisi oldu. Üç buçuk yıl boyunca 1.700 kasaba ve 70.000 köy tamamen tahrip edildi, yirmi bir milyon insan öldü. 1950’de bile, SSCB hala savaş öncesi nüfusunun yalnızca yüzde 90’ına sahipti ve doğum oranı düşüyordu.

Kapitalizmin savaş sonrası yeniden inşası ise ABD’ye ve Stalinizmin desteğine dayandı. 1947’de ABD Başkanı Harry Truman, Truman Doktrini’ni ilan ederek Soğuk Savaş’ı başlattı. Stalinizm ve faşizmin çifte baskısına soğuk savaş şartları da eklenince SSCB ve Avrupa’da devrimci Marksizmi istediği atılımı yapamadı. Diğer taraftan maruz kalınan tüm cinayet ve katliamlara rağmen tüm dünya genelinde yayılmaya devam etti.

Kapitalizmin inşası için emperyalistlere payanda olmakla tarihe geçen Stalin’i görünce, aklımıza Brest-Litovsk Anlaşması sırasında geçit kıtasındaki askerlere broşür dağıtarak “Bu savaş sizin savaşınız değil, silahlarınızı üstlerinize çevirin!” çağrısı yapan Troçki geliyor. Bir devrimci için savaşın anlamı ganimet hayalleri olamaz. Sosyalistler özellikle de böyle kriz anlarında kitlelere kurtuluşun devrimle geleceğini söyledikleri ölçüde sosyalist kalırlar.

Stalin, eli kanlı emperyalist katillerle kadeh kaldırarak halkların ezilmesinden kendine düşen payı almak için mümkün olan tüm sınırları zorladı. Bugün dünyada ve ülkemizde Stalinizm geleneğinden beslenen geleneklerin sert politik koşullarda eriyip gitmesi tesadüf değildir. Bu kaynaktan beslenerek ayakta kalmak, kitlelere ulaşmak, devrimci bir rüzgar yaratmak mümkün olamaz. Devrimcilerin, tarihin önlerine çıkardığı fırsatları iyi değerlendirebilmeleri için geçmişi utançla dolu bu geleneğin eleştirisini vermeleri ve temiz bir bayrakla yola devam etmeleri şarttır.

Kaynakça

1) Toplumsal Mücadeleler ve Sosyalizm Ansiklopedisi

2) Molotov, Molotov Anlatıyor, Yordam Yayıncılık

3) https://www.marxists.org/subject/stalinism/origins-future/ch2-1.htm

KATEGORİLER