Üzgünüz, Size Ulaşamadık: Güvencesizliği Protesto Filmi-Derya Koca

Üzgünüz, Size Ulaşamadık: Güvencesizliği Protesto Filmi-Derya Koca


Britanyalı sosyalist yönetmen Ken Loach’un son filmi Üzgünüz, Size Ulaşamadık (Sorry We Missed You). Loach ve onlarca yıllık yoldaşı senarist Paul Laverty, bu kez de kameralarını işçi sınıfının güvencesizlikle mahvedilen yaşamına çeviriyor. Film, yoğun dramatik öğeleriyle dünyanın dört bir yanında neoliberalizme karşı uzun süredir devam eden isyanların kökenindeki neoliberal sorunların evrenselliğine ve derinliğine işaret etmede önemli bir yerde duruyor.
Film, güvencesiz istihdamın Thatcher’dan bu yana işçi sınıfının üzerinde yarattığı yıkımın ekonomik, sosyal, psikolojik boyutlarını ele alıyor. New Castle’da (Kuzey Doğu Britanya’da endüstriyel ekonominin özelleştirmelerle yok edildiği bu küçük kentte) yaşayan bir ailenin güvencesizlik tarafından kapana kıstırılmış hayatını derinlemesine izleme şansı buluyoruz. Filmde, Rick, Abby, Seb ve Lisa’dan oluşan bir ailenin hikayesi ile bütün bir Britanya’yı emekçileri ve gençleri ile ekranda görüyoruz.

Film, güvencesizliğin ekonomik, sosyal, psikolojik boyutlarını ele alırken Rick, Abby, Seb ve Lisa’dan oluşan bir ailenin hikayesi etrafında örülüyor. Rick, 2008 krizinden sonra, inşaat sektöründeki işini kaybetmesinden bu yana pek çok iş değiştirse de bir türlü istikrarlı bir iş bulamıyor ve geçinemiyor. Sonunda bir kargo firmasında işe giriyor ama aslında şirket, işçileri “kendi işlerinin patronu olarak” adlandırıp, parça başı çalışma sistemine mahkum ederek korkunç bir güvencesizlik içine itiyor. Zaman baskısı, trafik stresi, rota takibi altındaki Rick, tuvalet molası bile olmadan günde on dört saat haftada altı gün çalışıyor. (Türkiyeli emekçilere hiç yabancı değil.) Neticede ortaya sadece çalıştığı kadar kazanan, tatilsiz, güvencesiz çalışan işçilere karşılık patronun hiçbir sorumluluk altında olmadığı ağır bir sömürü tablosu çıkıyor. İşçiler her zamankinden daha çok çalışıp hiç olmadığı kadar dibe itiliyorlar. Sıfır Saat Sözleşmesi olarak adlandırılan bu sistem İngiltere’de bugün o kadar yaygın ki, 1 milyondan fazla işçi bu şekilde çalışıyor. Filmin diğer ana karakteri Abby, bir evde bakım işçisi. Yine sıfır saat sözleşmesi ile hasta, engelli ve yaşlılara bakıyor. İngiltere’de evde bakım işçilerinin de yüzde 60’ı bu şekilde çalıştırılıyor. Kısacası film, yakıcı somut bir sorunu merkeze koyuyor.

Özelleştirmeler öncesi güçlü bir sendikal geleneğin olduğu New Castle’ın eski mücadeleci işçi sınıfı hafızası ve kazanımlarını Abby’nin baktığı bir hastası üzerinden kıyaslama şansı buluyoruz. Bu hasta eski bir sendikacı ve Abby ile iyi arkadaş. “8 saatlik mesaiye ne oldu?” sorusu ile kuşaklar arası kötüleşen durumu net biçimde görüyoruz. Ancak arada bir fark daha var: Durmaksızın çalışan ve tamamen atomize olan emekçilerin siyasal, sosyal ve sınıfsal anlamda bir şey düşünecek durumda olamadıkları ve hatta buna kafa dahi yoramadıkları gerçeği çaspıcı bir biçimde yansıtılıyor.

Film boyunca bu güvencesiz, uzun saatler ve ağır koşullar altında çalışmanın, emekçileri sadece ekonomik anlamda sefalete itmediğini aynı zamanda psikolojik ve sosyal olarak da darmadağın ettiğini görüyoruz. Hayatlarını sadece çalışıp yorularak geçiren aile fertleri, daha iyi bir yaşam isterken gerilen sinirler, şiddet, yığılan sorunlar, asla bitmeyen mesailer, duygusal çöküntü ile daha büyük bir trajediye gömülüyor.


İnsani ilişkilerin ve ailenin kapitalizmin basıncı altında parçalanması ise Seb’in öyküsüyle ekrana yansıtılıyor. On binlerce pound borçla mezun olan ve kötü koşullarda, kötü işlerde çalışmak zorunda kalan gençliğin kendi anlam arayışı içinde savrulması hikâyesiyle Seb, çalışıp didinen ailesi açısından bir başka zorlu sınava dönüşüyor. Küçük Liz’in kötü gidişattan travmatik biçimde etkilenmesi ve herkesi bir arada tutma çabası bir başka yan hikayeyle bizi kendisine bağlıyor.  Abby’nin  güçlü karakterine rağmen tüm yükün altında ezilmesi, Rick’in gün be gün omuzlarına çöken ağırlık, gözlerindeki yorgunluk yakın plan çekimler ve derin karakter oyunculukları ile mükemmel biçimde hissediliyor. Normal sayılan bu hayatı yaşayan milyonlara kendi yaşamlarının dramı izletiliyor. Yer yer ‘bu kadar dram fazla değil mi’ desek de son derece gerçekçi bu hikayede kendinizi isyan etmekten alamayacaksınız. Ve “başka seçeneği olmayan” milyonlarca emekçiye çok tanıdık gelecek olan bu his, dünyanın her yerinde filmi izleyen emekçiler için ortak bir öfke yaratacaktır. Buna şüphe yok.

Ken Loach filmlerini “Loach sineması” yapan ciddi bir mutfak çalışması var. Loach ve senarist Laverty, saha araştırmaları ile işçi sınıfının sorunlarını en sahici biçimde yakalıyorlar. Rick’in çalıştığı koşullarda çalışan şoförlerle uzun zaman geçiren Laverty bir söyleşide çok daha kötü hikayeler gördüklerini anlatıyor: Bir şoför, çalışma baskısı ve para cezası sisteminden dolayı diyabet doktoru ile randevularının hiçbirine gidemiyor ve yaşamını yitiyor. Bu ağır fiziksel ve psikolojik koşullar altında intihar eden, intiharı düşünen şoförlerin çok fazla olduğuna da dikkat çekiyor. Ve bu gerçek hikayeleri (Rick dışında) ilk kez ekran karşısına geçen sıradan insanların oyunculuğuyla birleştirmek gibi zor bir işi başarıyorlar. Ancak böyle bir sinemacılık anlayışı gerçekliğe bu denli köklenebilir.

Ekranda ‘bu kadarı da olur mu’ dediğimiz şeyler yanı başımızda yaşanıyor. Türkiye’de siyanürle intihar eden ailelerin içine girdiği sarmalın öykülerini öğrendikçe gerçek hayatın sinemadan daha da dramatik olduğunu zaten deneyimliyoruz. Bu yüzden, son sahnede  yıkılmış, “kapana kısılmış” ve  darmadağın olmuş yüzüyle Rick, neoliberalizm çağında istisnai bir hikaye değil.

Filmin gösterimde olduğu sıralarda Sıfır Saat Sözleşmesi sistemine karşı Amazon emekçileri isyan bayrağı açarak greve gitti. Film İspanya festivalindeyken evde bakım işçileri tıpkı Abby gibi çalıştıkları için grev örgütledi. Fransa’daki gösterim sırasında binlerce şoför, Rick’in trajik kaderini paylaştığı için eylem gerçekleştirdi. Söylenmeyeni söylemek, emekçilere kırmızı halıda başrolü vermek Loach sineması işte bu yüzden özel kılıyor.

Emekçilerin sorunlarına ve dünyanın dört bir yanında cereyan eden devrimci mücadelenin hikayelerine kendini adayan Loach sineması Üzgünüz, Size Ulaşamadık, ile kendi kulvarında bir sınıf filmi daha ortaya koyuyor. Ken Loach, yer yer didaktik olmaya kaçan bir dil kullanmakla ve aynı anda çok şeyi anlatmaya çalışarak senaryoyu estetik anlamda zayıflatmakla eleştirilir. Ancak , açık ki,  elli yılı deviren usta yönetmen açısından bu bilinçli bir tercih. Politik ve aktivist bir yönetmen olarak Loach, kapitalistlerin, emperyalistlerin, paranın insanlığın yaşamını nasıl mahvettiğini göstermeye kendisini adıyor. Taraf almayı sanatının asli vazifesi olarak kabul ediyor.

Üzgünüz, Size Ulaşamadık sert bir protesto şarkısı. Kendisine bu yıkıcı sistem karşısında yeni yollar, arayan isyan halindeki dünya emekçilerine çok anlamlı bir armağan….
 
 
 

KATEGORİLER
ETİKETLER