Uluslararası Devrimci Sosyalist Bir Birlik İçin Çağrı

Uluslararası Devrimci Sosyalist Bir Birlik İçin Çağrı

Bir süredir uluslararası düzeyde görüşen Anticapitalistas en Red ve Sosyalist Emekçiler Partisi, bu hafta “Uluslararası Devrimci Sosyalist Bir Birlik İçin Çağrı” başlığıyla bir açıklama yaptı. “Proletaryanın devrimci mücadelesine öncülük edecek küresel bir liderlik”, bir dünya partisi ihtiyacından yola çıkılan açıklamada kapitalizmin krizi, reformist ve merkezci hareketlerin sınırları ele alınıyor.

“Küresel çapta hızlanacak sınıf mücadelesi için devrimci Marksistlerin küresel örgütünü yaratmak büyük aciliyet taşımaktadır.” diyen iki örgüt -Anticapitalistas en Red ve Sosyalist Emekçiler Partisi- bu görevi yerine getirmek üzere yola çıktıklarını duyuruyor. Çağrının sonunda uluslararası devrimci sosyalist inşanın bir parçası olmak isteyen sosyalist örgütlere ve bireylere de tartışmalara yeni kurulacak uluslararası harekete katılma çağrısı yapılıyor.

Uluslararası Devrimci Sosyalist Bir Birlik İçin Çağrı

Bir dünya sistemi olan kapitalizmden kurtuluş, küresel bir sınıf olan proletaryanın devrimci mücadelesine öncülük edecek küresel bir liderliği gerektirmektedir. Marksizmin bu temel önermesinin ete kemiğe bürünmüş hali, bir dünya partisi olarak Enternasyonal’dir. Bugün proletaryanın uluslararası devrimci öncüsü olacak bir enternasyonalin yaratılması gereği devrimci Marksist siyasal öznelerin önünde en temel mesele olarak halen durmaktadır. Bu yüzden işçi sınıfının dünya partisine giden yolda uluslararası devrimci Marksist hareketin hamleler yapması ve uluslararası devrimci sosyalist inşa süreci için kolları sıvaması büyük bir aciliyet kazanmıştır. 

Kapitalist sistem ekonomik kriz, emperyalist savaşlar ve şiddetlenen sınıf mücadelesini aşabilecek kapasitede olmadığını sürekli ispatlamaktadır. Emperyalist sistem, tıkanışını ve krizini aşmak için işçi haklarına saldırmakta, dünyanın şu ya da bu köşesinde etnik ve dinsel boğazlaşmaları körüklemekte, işgaller gerçekleştirmekte, faşist partileri yeniden güçlendirmekte, demokratik hakları rafa kaldırmakta; cinsiyetçi, homofobik, milliyetçi ve dinci otoriter kapitalist liderleri iktidara taşımaktadır. SSCB 1991’de yıkıldığında tartışılmaz gerçekler olarak sunulan piyasanın ve liberalizmin sonal zaferi, tarihin sonu ve sınıf mücadelesinin bitişi gibi tezlerin son prestij kırıntıları da ABD’de finansal kriz olarak kendisini açığa vuran 2007-8 kriziyle darmadağın olmuştur. 

Dünya çapında sınıf çatışmasının yükseldiği bir dönemde sisteme karşı yükselen öfkeyi devrimci kanallara yönlendirebilmek için devrimci Marksistlerin mücadele sahasında öne çıkması gerekmektedir. Bu da ancak devrimci sosyalistlerin uluslararası birliğinin inşası çerçevesinde mümkün olabilir. 

Kapitalist Kriz Fırsatları Beraberinde Getiriyor 

2007-8 krizi ve bunun 2010-2011‘de Güney Avrupa’ya sıçraması karşısında ABD ve AB, devasa batıkları olan şirketleri kurtararak finans kapitalin borçlarını toplumsallaştırmıştır. Ekonomik krizin vurucu etkisini savuşturmak için FED ve Avrupa Merkez Bankası aracılığıyla, düşük faiz politikası izlenmiş ve trilyonlarca dolar piyasalara sürülmüştür. Bunun anlamı merkez ülkelerde yaşanan krizi çevre ülkelere taşımak anlamına gelecek şekilde sermaye ihracına girişmektir. Küresel finans kapital olağanüstü spekülatif dalgayla çevre ülkelerde üretilen artı değerin daha büyük bölümünü elde etmek istemiştir. Bunun sonucu da bu defa Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerin krize yuvarlanması olmuştur. 

Diğer taraftan merkez ülkelerde de kapitalist ekonominin ufkunda yeniden kara bulutlar toplanmaktadır. Aradan geçen 11 yıla rağmen krizin aşılması bir yana yeni bir finansal kriz kapıya dayanmış durumdadır. Giderek artan sayıda burjuva iktisatçı yeni bir krizin mayalanmakta olduğunu itiraf edip emperyalist kapitalist sistemin ağababalarına uyarılarda bulunmaktadır Kapitalist sistemin bu tıkanışı, kaçınılmaz biçimde sınıf mücadelesini şiddetlendirdi ve önümüzdeki süreçte daha da şiddetlendirecektir. Halihazırda 2007/8 ekonomik krizinden sonra dünyanın birçok ülkesinde belirleyici toplumsal mücadeleler yaşanmıştır. Yunanistan, Mısır, Tunus, Fransa, İspanya, Arjantin, Brezilya, Güney Afrika, Türkiye, İran, Nikaragua, Venezuela ve daha birçok ülkede şiddetlenen sınıf mücadelelerine ve büyük toplumsal çalkantılara tanık olduk. ABD’de grevler artıyor, Siyonist İsrail devletine karşı Filistin halkının direnişi devam ediyor, AB ekonomik ve siyasi krizlerle çalkalanıyor. Ne yazık ki bu büyük toplumsal mücadelelere etkili bir şekilde müdahale edebilen uluslararası bir devrimci Marksist örgüte sahip değildik. Bugün bu durumun değişmesi aciliyet kazanmaktadır, çünkü önümüzdeki süreçte sınıf mücadelesinin belirleyici kavgaları daha da yaygınlaşacak ve çetinleşecektir. Sömürülen emekçiler ve geleceksizliğe itilen gençler sistemin dişlileri arasında ezilmeyi kabul etmeyeceklerdir. Kadınlar da ezilmeye ve iki kat sömürülmeye daha fazla tahammül etmeyeceklerdir. Protestoları, kızgınlıkları ve başkaldırıları kaçınılmazdır. Emperyalist kapitalist sistemin bu direnişleri gittikçe artan baskı ve şiddetle ezme eğilimleri de aynı ölçüde güçlenecektir. Ciddi ölçüde kutuplaşan bir dünyaya tanıklık ediyoruz. 

İşçi sınıfının devrim mücadelesi ve devrimci liderliğin inşası için değerlendirilmesi gereken yeni fırsatlar ayağımıza gelmeye devam edecektir. Dolayısıyla devrimci Marksist hareketlerin küresel düzeyde yükselen sınıf mücadelesinde rehberlik etmek iddiasıyla yaklaşan zorlu döneme güçlerini birleştirerek girmeleri hayati önemde olacaktır. Bize işçi sınıfı ve gençliğin uluslararası devrimci sosyalist birliği gereklidir. Bu uluslararası örgüt;

  • Kapitalistlere karşı işçi sınıfının savunma mevzilerinde aktif bir şekilde bulunup işçi sınıfının birleşik direniş cephesini örmeye çalışacak. Geçiş Programı’nın metodolojisi ile direnişleri sürekli devrime bağlayacak bir hareket çizgisi oluşturacaktır. 
  • Burjuva rejimlerin otoriterleşme eğilime karşı demokratik hakların savunulmasına için mücadele edecek. Bu mücadelede bağımsız sınıf çizgisini koruyacaktır. 
  • Emek hareketleri, gençlik hareketleri, kadın ve LBGTİ+ mücadelesi gibi kitlesel hareketlere güçlü bir şekilde katılacak, bu mücadelelerde kitle hareketlerine öncülük etmeye çalışırken Leninist partinin inşasını güçlendirecektir. 
  • Emperyalist işgal ve müdahalelere karşı mücadele edecek ve emekçilerin antiemperyalist mücadelesini büyütecektir. Emperyalist güçlerin kışkırttığı dinsel-etnik boğazlaşmalara karşı işçilerin birliği ve halkların kardeşliği ilkesini yükseltecek, faşizme, şovenizme ve her çeşit köktendinciliğe karşı direnişleri örgütleyecektir. 
  • Emperyalizmle kısmi çelişkiler yaşayan ve aynı zamanda kesinti paketlerini uygulayıp halka baskı uygulayan milliyetçi hükümetlere ve rejimlere karşı mücadele edecektir. Emperyalist devletler arası rekabetin getirdiği kamplaşmalar reddedip bu gibi durumlarda bağımsız sınıf inisiyatifinin geliştirmek ve burjuva gerici güçlerin etkisini kırmak için mücadele edecektir. Buna paralel olarak her türlü emperyalist müdahaleye karşı çıkılacaktır. 

Devrimci sosyalistlerin uluslararası birliği, kendisini sistemin mezar kazıcısı değil de sistemin hasta bakıcısı olan reformist soldan, devrimle reform arasında yalpalayan merkezcilerden, etkili oldukları alanlarda devrimci liderliğin gelişiminin önünde engel olan sekterlerden ve karamsarlardan ayırmalıdır. Emekçi ve gençlik hareketinin liderliği için bu güçlerle rekabete girmeden ve nihayetinde bu güçleri yenilgiye uğratmadan kapitalistlerin krizini toplumsal devrime dönüştürmek mümkün olmayacaktır. 

Diğer bir önemli konu da devrimci sosyalistlerin uluslararası birliğinin inşasının yöntemidir. Devrimci sosyalistlerin uluslararası birliğinin inşa edilmesinin metodolojisi enternasyonalist devrimci içeriğe uygun olmalıdır. Bu inşa herhangi bir ulusal sınırda güçlenmiş devrimci Marksist bir partinin kendi küçük benzerlerini farklı ülkelerde örgütlemesiyle gerçekleştirilemez. Uzun yılların deneyimleri bunu ortaya koymuştur. Böyle bir yöntem aslında Enternasyonal’in anlamına aykırı bir şekilde ulusal bir zemini işaret etmekte ve sonuçta ulusal bakış açısının hakim hale gelmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu yöntem ayrıca uluslararası devrimci Marksist harekette sekterlik, dar grupçuluk ve parçalanmaları beslemekte devrimci mücadelenin zayıflamasına yol açmaktadır. Bu yüzden uluslararası devrimci sosyalist birlik için farklı bir yöntem izlemek gerekir. Farklı örgütsel geleneklerden de gelse dünyanın farklı yerlerindeki devrimci Marksist partilerin politik-ideolojik ilkesel ortaklık temelinde bir araya gelmeleri ve uluslararası birliğe yönelmeleri gerekmektedir. Kısmi görüş ayrılıklarının ve tartışmaların hiç olmadığı bir uluslararası örgüt modelini tasavvur etmek, bir çeşit ulusalcılık ve bürokratizmi işaret eder; diyalektik ve devrimcilikle bağdaşmaz. Söylenenlerin tekrarı yerine yoldaşça tartışmayı, politikaların sınıf mücadelesinin testine tabi tutulmasını ve buradan öğrenmeyi esas almalıyız. Uluslararası sınıf mücadelesinin öne çıkardığı belirleyici somut sorunlar temelinde ortak prensipler oluşturup canlı mücadele araçları oluşturan uluslararası birlikler, bir harmanlanma sürecinin sonucunda dünya partisine giden yolda çığır açacaktır. 

Devrimci Alternatifi Güçlendirmek İçin… 

Yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemediği, yönetenlerin de artık eskisi gibi yönetemediğinin en son kanıtı Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketi olmuştur. Ama yine Fransa’da görüldüğü üzere bu çelişkiyi çözecek tek şey olan devrimci önderlik henüz inşa edilmiş değildir. İşçi sınıfının önderlik krizinin sonucu, dünyanın çoğu bölgesinde ırkçı partilerin, aşırı sağın ve sağ popülist demagogların yükselişi olmaktadır. Brezilya’da Bolsonaro‘nun iktidara gelişi bunun son örneği olmuştur.Trump, Erdogan, Şi Cinping, Putin vb liderler sıkışan burjuvazinin insanlığa armağanı olduğu kadar proletaryanın liderlik krizinin de bir sonucudur. 

Kapitalizmin krizi birçok durumda kitlelerde sola kayışı da gündeme getirmektedir. Ne var ki devrimci önderliğin krizi koşullarında bu dalga sendika bürokrasisi, sol popülizm ve neo-reformizmin dalgakıranında gücünü tüketmektedir. Örneğin Fransa’da Stalinci reformist Fransız Komünist Partisi ve bunun CGT‘deki tepe sendikacıları önce Sarı Yeleklileri gözden düşürmeye çalışmış, ardından eylemlerin ertelenmesini önermiş ve en önemlisi de işçi sınıfı tabanından gelen grev talebine rağmen göstermelik birkaç eylemle durumu geçiştirmeyi başarmıştır. Korkuya kapılan burjuvaziye ve koltuğu sallanan Macron‘a bundan daha büyük bir iyilik elbette ki yapılamazdı. Yine kitlelerin sola kayması ile yelkenlerini şişiren sol popülist Luc Melanchon ve örgütü La France Insoumise ise Sarı Yelekliler’i ilk etapta gözden düşürmeye çalışmış, ancak hareket olağanüstü boyutlara ulaştıktan sonra destek açıklayabilmiştir. Reformistler, sendikal bürokrasi ve sol popülistlerin bu tutumunu görünce Fransa özelinde Le Pen‘in güçlenmesine ve bu örnekten yola çıkarak tüm Avrupa çapında aşırı sağın yükselişe geçmesine şaşmamak gerekir. 

Bazı örnekleri daha sıralamakta fayda var. Neoliberalizme uyum sağlayan Almanya’da Die Linke-Sol Parti’nin utanç verici performansının aşırı sağcı AfD‘nin önünü açtığına şüphe yoktur. Benzer bir performansa imza atan İtalyan Rifondazione Comunista meydanı sağ popülist 5 Yıldız Hareketi ve aşırı sağcı Kuzey İttifakı‘na terk etmiştir. Eurokomünist Syriza ve lideri Tsipras Yunanistan’da burjuvazinin kurtarıcı kahramanı olmuştur. Brezilya’da PT iktidarı, Bolsonaro’nun zaferini mümkün kılmıştır. Kirchnerizm Arjantin’de Macri’nin zaferinin sorumlusudur. Venezuela’da, Maduro emperyalizm destekçisi sağı beslemiştir.Hindistan’da Stalinci reformistler CPI ve CPI(M) otoriter sağcı popülist Modi iktidarının alt yapısını hazırlamıştır. Bütün bu örneklerde reformist partiler sosyal kesinti paketleri ve özelleştirmelerden oluşan neoliberal politikalara destek vermişlerdir. Emekçi kitlelerde oluşan öfke ve hayal kırıklığı, devrimci sosyalist alternatifin yokluğu koşullarında, aşırı sağ için çıkış noktası olmaktadır. 

Latin Amerika’daki sol popülist, reformist ve ulusalcı iktidarlar deneyimi de berbat şekilde sonuçlanmıştır. Bu deneyimlerin liderleri büyük yolsuzluklara karıştılar. Bu deneyimlerin merkez üssü Venezuela’da ve Nikaragua’da büyük oranda yolsuzluklara batan, burjuvazi ile iç içe geçen, işçi haklarına saldıran ve kapitalist kriz karşısında sıfırı tüketen bu bürokratlar, yarattıkları toplumsal çelişkilerin altında ezilip kalmamak için hızla otoriterleşmiş ve açıkça halk düşmanı bir çizgiye gelmişlerdir. Brezilya’da, PT hükümeti büyük burjuvazinin bazı sektörleriyle birlikte ülkeyi yönetti ve bölgesel sürecin daha radikal bir tona dönüşmesine karşı bir rol oynadı. Brezilya ve Arjantin’de bu süreç daha az yoğun ama öz itibariyle benzer bir şekilde cereyan etmiştir. Arjantin’de ise burjuva PJ’nin (Partido Justicialista) solu olan Kirchnerism, 2001’deki ayaklanmadan sonra devrimci solun güçlenmesini engellemek için elinden geleni yapmıştır. Arjantin’i farklı kılansa devrimci sosyalist kanatta örgütlülüğün yaygın olması ve kitlelerin devrimci seçeneklere de sahip olmasıdır. Netice olarak Arjantin’de aşırı sağ ve otoriter eğilimler güçlenememiş, güçlenen taraf devrimci sosyalistler olmuştur. 

Son olarak ABD ve İngiltere’de devrimci solun yetersizliği yüzünden sola kayan kitleler Sanders ve Corbyn gibi neo-reformist liderlere yönelmiştir. Reformizm, köklü değişiklikler vaat etmese de uzun yıllardır uygulamada olan neoliberal politikalardan bunalan kitleler için erişebilir hedefler sunuyor olmanın getirdiği bir cazibeye sahiptir. Bu yüzden özellikle gençlik kesimlerinde reformist liderlere karşı oluşan heyecanı önemsemek gerekir çünkü on yıllar sonra emperyalizmin kalbinde binlerce genç kendini sosyalist fikirlerle tanımlıyor. Bunun anlamı devrimci sosyalizmin inşasını hızlandırmak adına kitlelerle temasa geçmek için gerekli taktik adımların devreye sokulmasıdır. Devrimci öncünün izolasyonist, sekter ve yorumcu bir duruma düşmesi kabul edilemez. Ama diğer taraftan kitlelerde reformist liderler ve partilere yönelik yanılsamaları besleyecek tavırlardan uzak durmak, emekçilere ve gençlere gerçekleri söylemek, bayrakları asla karıştırmamak ve eleştirellikten asla kopmamak gerekir. Nitekim Sanders ve Corbyn’in daha muhalefet sıralarındayken yumuşadıklarına şahit olmak bizleri şaşırtmamaktadır. Bu sağa kayış bu liderlerin emperyalist kapitalizmin liderlerine kendilerinin sistemle gayet uzlaşabilen figürler olduklarını gösterme çabası olarak okunmalıdır. Aynı zamanda, bu reformist liderlerin sağa kayışları, devrimci solun bu kitleye yönelik bir siyaseti olduğu taktirde, öncü sektörlerin reformist liderlerle yaşadıkları deneyim sayesinde devrimci sola çok daha hızlı bir şekilde yakınlaşabilmesi anlamına gelebilir. 

Merkezciliğin Etkisi 

Temel stratejimiz Leninist partilerin inşa edilmesidir. USFI örneğinde olduğu gibi Bolşevik Parti anlayışının reddedilmesi ve alternatif olarak reformist güçlerle birlikte geniş kitle partilerinin kurulması perspektifi reformizme adaptasyondan başkası değildir. Leninist parti inşa sürecinde devrimci öncü, gerekli gördüğünde emekçi ve gençlik kitleleri ile somut bağları olan bu tarz partilere katılma taktiğini – eleştirel duruşundan bir an bile ödün vermeden- elbette ki benimseyebilir. Ama bu tarz partiler hakkında yanılsamalar yaratmak büyük bir hata olacaktır. Bu partiler sınırlı bir programa sahiptir ve parlamenter alan için mücadele etmektedirler. Dolayısıyla yerel ya da ulusal alanda yönetime gelmeye ne kadar yaklaşırlarsa düzene entegre olmaya o kadar yakın olmaktadırlar. Bu parti liderlerinin burjuvazinin sol kanat yöneticileri olmaya niyetli oldukları gerçeğinin üstünü örtmeye yönelik her girişim işçi sınıfını aldatmak anlamına gelecektir. Bu sekterlik değil, saf gerçekliktir. 

Sınıf mücadelesini baltalayan ihanetçi işçi aristokrasisinin aşılmasını sağlayacak, devrimci mobilizasyonun sürekliliğini sağlayarak mücadeleci unsurları sürekli ileri itecek, emekçilerin özyönetim organlarının oluşmasına ön ayak olacak ve nihayetinde iktidarın burjuvaziden söküp alınmasına öncülük edecek Leninist devrimci partilerin inşa edilmesi Troçkist geleneğin temel görevidir. Yeni bir çağ iddiasıyla bu temel görevi yadsıyanlar sınıfın öncüsünün silahsızlanmasına hizmet etmektedirler. 

Leninist parti, demokratik merkeziyetçilik, proletarya iktidarı, devrimci öncü vb kavramlar burjuva parlamenter sistemlere uyum sağlamış sözde Marksist partilere fazlasıyla itici gelmektedir. Bu akımlar liberal demokrasinin ve sivil toplumculuğun düşünsel hegemonyası altında ılımlılaşmış ve makul bir eleştirmen noktasına doğru hareket etmiştir. Bunun en iyi kanıtı kendine Troçkist diyen bazı grupların halen daha onca ihanetine rağmen Syriza hükümetine verdiği siyasi destektir. Özetle kapitalist kriz, emperyalist saldırganlık ve sınıf mücadelesinin şiddetleneceği önümüzdeki süreçte işçi sınıfının devrimci uluslararası alternatifinin yaratılması devrimci bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

İşçi sınıfının önündeki tek alternatifin işçi aristokrasisinin güdümündeki reformist partiler ve sendikal bürokrasi olması durumu kabul edilemez. Bunun sonuçları tüm dünyada emekçiler için felaket olacaktır. Kafa karıştıran, yalpalayan ve son kertede reformist bürokrasiye yüzünü dönen merkezci oluşumlar da emekçiler için aynı ölçüde çıkmaz sokaktır. 

Leninist partinin inşa süreci salt ulusal zemin üzerinden gerçekleştirilemez. Proletarya enternasyonalizmi, soyut bir prensip değil, sınıf mücadelesinde hayat bulan gerçek bir kavga ve yoldaşlık ilişkidir. Küresel çapta hızlanacak sınıf mücadelesi için devrimci Marksistlerin küresel örgütünü yaratmak büyük aciliyet taşımaktadır. Bu örgütün yaratılması için SEP ve Anticapitalista en Red yola çıkmış bulunuyor. Bizlerle tartışmak ve uluslararası devrimci sosyalist inşanın bir parçası olmak isteyen sosyalist örgütleri ve bireyleri bizlerle iletişime geçmeye mücadeleyi büyütmeye ve umudu yükseltmeye çağırıyoruz. 

KATEGORİLER
ETİKETLER