Uçurum İnsanları- Jack London
(01.06.10)
Uçurum İnsanları, 1902 yılının İngiltere’sini; Londra’ nın Doğu ve Batı yakasını anlatmaktadır. Üzerinde güneş batmayan ülkenin en ihtişamlı olduğu yıllarda güneşin üzerlerine hiç doğmayan açlar ordusu kendi uçurumlarında Doğu yakasında yaşamaktadırlar. Sefalet öylesine büyük boyutlardadır ki neredeyse tamamı işsiz olan bu insanların tüm gün boyunca elde edebildikleri şey bir parça ekmek ve ‘sihirli su’ yani çaydır…
Hikaye, bir adamın Doğu yakasını tanımak için işsiz bir denizci kılığına girerek sefalete birebir tanıklık etmesidir. Bu adam yazarın ta kendisidir. Jack London, Doğu yakasında kiraladığı bir evde gördüklerini romanlaştırmıştı. Kendisi de uzun süre işsiz kalan, kuzey kutbuna altın aramaya giden, denizcilik yapan nihayetinde yazar olmaya karar veren London; Doğu yakasını bir laboratuvar gibi kullanmıştır oradaki hayatı gözlemlemiş ve sefaletin insan siluetinde sokaklarda dolaştığı bu dünyayı romanına konu etmiştir.
Sokaklarda yerlerde uyuyan ya da yarı baygın dolaşan, düşkünler evlerinde haftada bir ya da iki gün yatakta uyuyabilen bu insanlar Londra’nın Batı’sıyla karşılaştırıldığında manzaranın ne denli keskin değiştiğini vurgulamak için ‘uçurum’ sözcüğü yazarın tam da yerinde kullanmıştır. Lüks binaları, iş merkezleri, lokantaları, beyleri ve hanımefendileriyle ‘Batı’, Doğunun farkında dahi olmayan bir zenginler sınıfını içinde barındırır. İşte bu uçurum aslında dünyanın her yerinde karşılaşılan manzaranın yalnızca Londra kenti içerisinde bir anlatımıdır. Anlattıkları ile aramızda bir yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen hala bu manzaralar hiçbirimize yabancı değil.
Sömürünün kılık değiştirdiği günümüzde duruma biraz yakından bakınca her şehrin Doğu ve Batı yakasını görmek mümkün İstanbul gibi, Ankara gibi… Batı yakalarını yaratmak için Doğu yakalarına ihtiyaç duyan kapitalizm, tıpkı London’un anlattığı gibi işçilerin iki-üç işte çalışmak zorunda olduğu, açlığın ve sefaletin, pervasız emek saldırılarının olduğu günümüzde uçurum insanları hala varlar. Onlar belki 1902’ deki gibi gece sokakta uyumaları yasak olduğu için sabahı beklemiyorlar ya da yüzlerce kişilik sıralarda düşkünler evlerinden verilecek bir parça ekmek için saatlerce kuyruklarda beklemiyorlar ancak kapitalizm hala emekçileri bir uçurumun ağzında yaşamaya mahkum ediyor.
Hayatını mücadele içerisinde geçirmiş olan yazarın gözünden Londra işçi sınıfı manzaraları emperyalizm aşmasında kapitalist toplumun kirli yüzünü teşhir ediyor. Okunan her satır ise açlık ordusunun gücünün bir avuç zengini ne denli kolay alt edebileceği inancı aşılıyor.