Türkiye’ye Bahar Gelecek mi? – Emre Güntekin
Mart ayı bir yandan baharın gelişinin habercisi olurken, Türkiye için adının geldiği kökenleri aratmayacak bir sürecin başlangıcı olabilir. Roma mitolojisinde yeni yıl adını savaş ve tarım tanrısı Mars’tan (Latince: Martius) alan Mart ayında başlar. Havaların ısınmasıyla savaşlarda daha başarılı olacağı düşüncesi oluşur. Mitolojiye göre Martius yani Mars annesinin bir çiçekle birleşmesi sonrasında Marmara Denizi’nde dünyaya gelir. Hatta Romalılar tanrının doğum zamanına denk gelmesi nedeniyle Mart ayında şenlikler düzenlerlermiş. Mart ayı bir yönüyle yaklaşan bereketin habercisi sayılmış. Martius hem savaşın hem de tarımın tanrısı haline gelmiş. Yani Mart ayı da adını aldığı tanrı Martius kadar çelişkilerle dolu bir ay. Yani Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır diye boşuna denilmemiş.
Bu Mart ayı da Türkiye açısından sıcak geçecek görünüyor. Erdoğan, fiili tek adam rejimini iktidar olanaklarını kullanarak bir şekilde yasallaştırma gayreti içerisine girmiş durumda. Meclis, mahkemeler, polis; her türlü erk başkanlığa muhalefet edecek güçleri sindirmek için harekete geçiriliyor. Tabi ki bu saldırıların ana hedefinde Kürt halkı yer alıyor. Kürt coğrafyasında kış aylarında başlatılan operasyonlar durmaksızın sürdürülüyor.
Diğer taraftan Mart ayı çok sıcak bir gündemle birlikte açıldı. Geçtiğimiz ayın sonlarında Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi AKP’nin ağır toplarının başlattığı muhalefetin ardından, bu ayın başında Tayyip Erdoğan’ın haklarında “onları öyle bırakmam” dediği Can Dündar ve Erdem Gül Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararının ardından serbest bırakıldı. Erdoğan bu gelişmenin ardından Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadığını ve saygı duymadığını belirterek konunun kendisi için kapanmadığını ifade etti. Erdoğan yeni kuracağı rejimde kendi kararları üzerinde herhangi bir kontrol mekanizması istemiyor. Ne tesadüftür ki 2010’da demokratikleşiyoruz yaygarasıyla referandumda kabul ettirilen Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı ayak bağı haline dönüştü.
Erdoğan daha önce muhtarlar toplantısında HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gerektiğini dile getirmişti. Erdoğan’ın ağzından çıkanları emir telakki eden Adalet Bakanlığı HDP’li Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder ve Selma Irmak hakkında elinde bekleyen fezlekeleri meclise gönderilmek üzere Başbakanlığa gönderdi. Türkiye geçmişte sosyalist milletvekillerinin mecliste iktidar partisi tarafından dövüldüğü veya Kürt milletvekillerinin meclisten yaka paça gözaltına alındığı dönemleri de yaşadı. Fakat bu travmalar acı sonuçlarına rağmen atlatılmaya çalışıldı. Bugün ise milletvekillerine yapılacak böyle bir saldırının sonuçları çok daha derin etkiler yaratabilir. İki halk arasındaki duygusal kopuş ve birlikte yaşamaya dair inanç daha da zayıflayacaktır.
Öte yandan Abdullah Gül’e yakınlığıyla bilinen Boydak Holding’e Gülen Cemaatine maddi destek sağladığı gerekçesiyle operasyon düzenlenirken, holding CEO’su Memduh Boydak, Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak tutuklandı. Bu operasyonun üzerinden fazla zaman geçmeden Zaman gazetesine kayyum atandı. Erdoğan böylece kendisine muhalefet eden cemaatin en önemli propaganda aracını da kendisine bağlamış oldu.
Kısacası Erdoğan’ın hayallerindeki rejime doğru giden yolda süreç hızlanmış görünmektedir. Meclisteki diğer partilerle anayasa konusunda uzlaşma sağlayamayan AKP’nin önünde şimdi yeni alternatif, anayasa değişikliğini meclisten referanduma taşımak. Şimdiye kadar kazandıkları seçimlerin verdiği özgüven Erdoğan’ın bu seçeneğe daha sıcak yaklaşmasına olanak tanıyor. Bu da olmazsa iktidar yeni bir seçim ihtimalini de masaya yatıracaktır.
Türkiye’de artık Erdoğan’ın siyasi hırslarına düzen içi kanallardan dur diyebilecek herhangi bir siyasi unsur kalmamıştır. Meclis fiilen etkisiz hale gelirken, geçtiğimiz yaza kadar “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemiyle büyük bir kitleyi etrafında toplayan HDP gelişen kirli savaş süreci içerisinde fiilen etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye emekçi sınıfları ve Erdoğan’ın dikta rejimi fiilen siyasi arenada baş başa kalmıştır. Cerattepe örneğinde görüldüğü üzere doğanın korunması için verilen bir direniş bile kısa süre içerisinde toplumsal muhalefetle Erdoğan rejiminin bir mücadelesine dönüşebilmektedir. Erdoğan, açgözlü bir kapitalistin doğayı talan etmesine dur diyen yerel halkın mücadelesinde bile dış mihrakların oyunlarını aramaktan çekinmiyor.
Erdoğan’ın ideallerindeki Türkiye’de ekonomiyi parlak günler beklemezken, işsizliğin artıp, emekçilerin yoksulluğunun daha da perçinleneceği kesin gibi. İktidarın bu durumdan kaçınma gibi bir ihtimali de, emekçi sınıfı harekete geçtiğinde iktidarın elinde devlet zorundan başka kullanabileceği başka bir araç da yok. Erdoğan ve adamları artık dışarısı ne der gibi bir kaygıyı da umursamazken, emperyalist kapitalist sistem açısından (bir başkası dizayn edilene kadar) alternatifsizliklerinin farkındalar.
Medya neredeyse Erdoğan rejiminin arkasında hizaya geçmiş durumda. Fakat şöyle bir acı gerçek iktidarı bekliyor. Bugün havuz medyasının ve merkez medya denilen ama esasında rejime biat etmeyi seçen unsurların da kitlelerin gözünde inandırıcılıkları giderek kayboluyor. Bu yalan deryası ortasında gerçekler adına ortaya konulan en ufak bir çaba bile değerli hale gelirken, bu şekilde en ufak bir ses çıkaranlar Can Dündar ve Erdem Gül örneğinde olduğu gibi iktidar baskısıyla baş etmek zorunda kalıyor. Sosyal medyada da aynı şekilde Erdoğan rejimine aykırı ses çıkaranların peşine düşülüyor.
Kürdistan’da yaşanan kanlı operasyonlar Kürt halkını içinden geçtiğimiz zaman diliminde suskunluğa itmiş görünüyor. Savaş iklimi kitlelerin sürecin içerisine dahil olmasının önüne geçiyor. Kürt coğrafyası kadar Türkiye’nin batısı da AKP’nin yürüttüğü savaş karşısında sessiz bir konumlanış içerisinde. Yapılan katliamlara dayanışmayla yanıt verilemediği ölçüde Türk ve Kürt emekçilerin birlikte mücadele yürütme imkanları da zayıflıyor.
Ortadoğu’da devam eden savaştan kan lekeleri Türkiye topraklarına sıçramaya devam ediyor. Reyhan, Suruç, Diyarbakır, Ankara, Sultanahmet patlamalarının ardından geçtiğimiz günlerde Ankara’da yine bomba patlarken, iktidar savaşa müdahil olduğu sürece bu katliamların arkasının kesileceği görünmüyor. AKP Suriye’nin kuzeyinde Kürt ulusal hareketinin ilerleyişini hazmedemedikçe Türkiye Kürtleri üzerindeki baskıyı arttırıyor.
Batı’da ise emekçi sınıflar ufak da olsa başarı hikayeleri yaratmaya çalışıyor. Otomotiv işçilerinden, Cerattepe’de direnenlere kadar uzanan bir mücadele asgari düzeyde varlığını koruyor ve zaman zaman gündemde yerini alıyor. İktidar her ne kadar güçlü görünse de, ne kadar kendisini sarsılmaz göstermeye çalışsa da emekçi sınıfların ve toplumsal muhalefetin ringde rakibinin açığını aramaya devam etmesi kazanmaya giden yoldaki en önemli kuraldır.
Gezi öncesinde de pek az insan böyle bir patlamanın yaşanabileceğini tahmin edebilirdi. Fakat bu patlama gerçekleşti ve iktidar artık her toplumsal harekete saldırırken bir yandan da Gezi’nin ruhuyla savaşmak zorunda kalıyor. Yeniden böyle bir patlamanın yaşanması ihtimali iktidar sahiplerini ürkütüyor.
Bugün süregiden sessizlik içerisinde de çıkış yolunu arayan bir yanardağ patlamasının işaretleri aranmalıdır. Onca baskıya rağmen bugün hala gerçekleri dile getirmeye, iktidarın saldırılarına dur demeye devam eden ciddi bir potansiyel bulunmaktadır. İktidarın yıkılmaz görünümü karşısında umutsuzluğa kapılmamalıdır. İktidarın fişini çekecek yegane güç bizleriz. Savaşanlar da yenilebilir, ama savaşmayanlar daha baştan yenilgiyi kabullenmişlerdir.
bolsevik.org
Marksist Bakış