Türkiye’de Sınıf Mücadelesi ve Bir Örnek: OSTİM – Gökçe Şentürk
Türkiye gibi etnik, mezhepsel, siyasi ve bireylerin toplumda kendilerini temsil ettiklerini düşündükleri kimlikler üzerinden bölündüğü ve düşmanlaştırıldığı toplumlarda, hem sağ hem de sol cenahta birlik tartışmaları gerçekleştirilir. Sağın, içinde yaşadığımız kapitalist sistemin ayakta kalmasından çıkarı olanların, birlik anlayışı; din ya da milliyetçilik üzerinden doğası gereği çıkar çatışması içinde olan sınıfları uzlaştırmak, “milli mutabakat” sağlamak, ezilen sömürülen kesimlerin hayata dolayısıyla da sisteme karşı bilinçli şekilde tanımlayamadıkları öfkelerini siyasi bilince (sınıf bilincine) varmadan dağıtmaktır. Solun, özellikle de diğerinin aksine eşitlikçi bir toplum yaratma iddiasında olan sosyalist solun birlik anlayışı, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda gelişir, gelişmelidir. Çünkü egemenlerin doğası gereği çıkar çatışması içinde olduğu ve ortak hareket etme zeminlerini din ve milliyetçilikle ortadan kaldırmak istediği kesim de işçilerdir. Böylece varlığını tehdit eden ve sistemin çelişkilerinden dolayı onunla sonu gelmez bir savaşım içinde olan toplumsal olarak en geniş kesimleri bertaraf etmiş olur.
Türkiye’de solun yıllardır içinde olduğu krize, son dönem darbe girişimi ve OHAL ile muhalefete yapılan ağır saldırılar ve Erdoğan’ın toplumu yeniden yapılandırma süreci de eklenince, bu gidişe kimin nasıl dur diyeceği ülkenin geleceğinden endişe duyan kesimlerce dile getiriliyor. Peki Türkiye’de hiç de azımsanmayacak bir güce sahip olan sosyalistler bu denkleme neresinden dahil oluyor? Muhalif gazetelerin ve kanalların kapatıldığı, yazarların mesnetsiz iddialarla tutuklandığı, muhafazakâr dönüşümün hızlandırıldığı bugünlerde, sorunun asıl kilitlendiği nokta, tüm bunlar olurken siyasi iktidarın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu cüreti ve gücü nereden aldığıdır. Tüm bu yapısal dönüşümleri gerçekleştirip, demokratik haklara saldırı düzenlerken toplumun hiç de azımsanmayacak bir kesimini ikna etmiş olmanız gerekir.
NEDEN VE ISRARLA SINIF MÜCADELESİ?
Tarihsel olarak sağın ikna mekanizmalarında bahsettiğimiz şekilde, bir yenilik yok. Sosyalist solun bu ülkenin emekçi sınırlarını AKP’nin ve sermayenin pençesinden kurtaracak bir gücü var, ama pratiği yok. İdeolojik olarak yanlış kaynaklardan beslenen, geçmişteki yenilgilerinin
faturasını Marksizm’e ve sınıf mücadelesine kesen, yerine koyduğu kimlik siyasetiyle de toplumsal çelişkilerin derinleşmesinin önüne geçemeyen bir sol var karşımızda. Oysa sosyalist bir örgütsel yapı olmanın kendisi, suyun akışına yön verme ve sınıf adına ortak toplumsal çıkarlar için mücadele etme iddiası taşır. Kutuplaşmanın ayyuka çıktığı, mecranın sudan kaçtığı (sosyalistlerin sınıf siyasetinden uzaklaştığı) böyle olağanüstü dönemlerde AKP karşıtlığı da yalnızca ne yazık ki yaşam tarzı, laiklik ve cumhuriyet üzerinden tartışılıyor. Ya ne olacaktı diyenleri duyar gibiyim. Peki, yaşadığımız sorunların temeline AKP yerleştiriliyor madem, o zaman AKP toplumsal desteğini nereden alıyor?
Çeşitli sol kurumlar tarafından farklı nitelendirmeler kullanılsa da herhalde herkesin kabul etmek zorunda olduğu bir gerçek var; en çok sömürdüğü, yoksullukla, asgari ücretle, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarıyla terbiye ettiği, kredi borçlarıyla katlanma eşiğini yükselttiği emekçilerden. Açıkça söyleyelim, ucuz emek cennetinin ücretli köleleri olan ve her yandan AKP’nin propagandasına maruz kalan bu kesimi onun pençesinden kurtarmadan hiçbirimize bir gelecek yok. Erdoğan’ın tam da istediği şekilde bu ülkenin emekçilerini yaşam tarzları üzerinden bölmek, bu doğrultuda gerici vb sıfatlar kullanmak kutuplaşmayı derinleştiren, düğümü körleştiren asıl şey. İşte tam bu noktada düzen dışı bir alternatif sunarak düşmanlık ve nefretten harap olmuş kitleler için birleştirici bir harç olan sınıf mücadelesi sadece Türkiye’de değil tüm Ortadoğu coğrafyasında çok daha yakıcı bir biçimde eksikliğini hissettiriyor… Çünkü bu sadece kendi tutarlılığı içinde kabul edilebilir bir cümle olmaktan çok daha fazlasını ifade ediyor; hangi kimlik, din, mezhep, siyasi görüş sahibi olursa olsun, çelişkiler ülkesinde herkes emeğinin karşılığını alamadığının, kendisi için artık vazgeçmiş olsa bile çocukları için bir gelecek olmadığının farkında.
Sosyalist solun hantallığı yüzünden kitlelerin gözünde alternatif olamaması, başka yöntem ve söylemler geliştirilmesi gerektiği yanılsamasını yaratıyor. Oysa klasik söylem ve yöntemler layıkıyla yerine getirilmiyor ki yenileri üretilerek çözüme gidilsin.
Bu ülkede AKP’nin toplumsal desteğini yok sayarak sadece kendimiz gibi düşünen insanlarla sözde muhalefet üretmek, kendi kazdığımız çukurda kimsenin duymayacağı şekilde bağırmaktan başka bir anlam ihtiva etmez. Üstelik de benzer düşüncelerde olan insanlar için bile heyecan uyandırmayan ortalama bir siyaset yapmak, sosyalistlerin düzen siyasetinden kendini ayıran özgün yanlarının da kaybedilmesi anlamına gelir. Zaten yapılan sağ, sosyal
demokrat, kimlik siyasetlerinin benzerleri aslını yaşatır. Başka bir ülkeye adım atmak
istiyorsak fiziksel anlamda geriden ileriye doğru attığımız ayağın geçmişten bugüne her merhalesini hesaba katarak hareketi tamamlamak, tamamlarken de kaideyi sağlam seçmek zorundayız. Bu da işçi sınıfı ve onun üretimden gelen gücünden başkası değil. En azından adımı alırken geçmişe baktığımızda diğer bütün alternatiflerin tüketildiğini, denenmekten vazgeçilen tek yöntemin bu olduğunu görüyoruz. Üstelik de sınıf mücadelesinin yüksek olduğu zamanlarda solun yol göstericiliğinde bu ülkede yaşanan deneyimler de ortada. Özellikle bugün, işçiler bu kadar ‘sessiz, pısırık ve biat etmişken’ bu nasıl olacak dendiğini duyar gibiyim?
İŞÇİ SINIFINDAN NE BEKLEMELİ?
Öyle mi gerçekten? Yoksa kendisini çok ilerici gören çevrelerin aslında burnunun ucunu bile
görememesi mi var karşımızda? Şu an bile açıp bakılsa OHAL gibi işçi haklarını törpülemek
için fırsatlar elde edilen, grevlerin aynı bahaneyle durdurulmak istendiği, sendikalı olduğu için işten atılan emekçilerin sayısının her geçen gün arttığı bir dönemde kaç tane grev vardır. Daha geçen sene, metal fırtınayı yaşamadık mı? Ya AKP’nin tekerine çomak sokan unutamadığı Tekel Direnişi. Bunlar en gözle görülenler daha nice direniş ve grev var AKP’li yıllarda. AKP’nin ve patronlarının tepkilerine bakarak dahi çözümün nerede olduğunu görmek mümkün. Sadece laiklik üzerinden yapılan ya da kimlikler üzerinden yapılan söz söyleme sanatını bertaraf etmek, onlar açısından çok kolay. Hem toplumun büyük bir kesiminden umut kesiliyor, hem de zaten muhalif olan kesime bile bir şey vadedilmiyor.
Elbette bir işçinin greve çıkması ekonomik talepleri için sesini yükseltmesi, otomatik olarak onu AKP karşıtı yapmaz ya da siyasi bilincini ileri taşımaz. İşte burada devreye sosyalistlerin girmesi gerekir. Ama sadece greve çıkan işçilere desteğe gitmek noktasında değil. Siyasi amacı baştan buradan koymadan; AKP’yi ve sistemi çözecek olan siyasetin sınıf mücadelesiyle geleceğini bilmeden yola çıkılsa da kaybolunur. Evet Türkiye solu kendini ifade ettiği teori içinde tam olarak kaybolmuş durumda. Oysa örneklerle bakidir ki; işçilere kendi hayatlarına dokunan söylemlerle gidildiğinde hangi görüşte olursa olsun, önce dikkati uyanır. Eğer kayda değer bir çalışmayla örgütlü mücadele içine çekilebilirse de işte siyasi bilince o zaman varır ve bunların hiçbiri de zannedildiği gibi aşama aşama değil kırılmayla gerçekleşir. İşte AKP’ye ödün verdirecek ve işçileri de sosyalistler etrafında kenetlendirecek yol buradan geçiyor. Kolay mı? Değil elbette, çünkü kökten bir değişimi hedefliyor. Ama başka çözüm yolu da yok .
NEFES ALDIRACAK BİR ÖRNEK OSTİM
Ankara’da yaklaşık 100 bin işçinin küçük atölyelerde çalıştığı OSTİM OSB’de İşçinin Yolu gazetesiyle Sosyalist Emekçiler Partisi’nin gerçekleştirdiği çalışma, yukarıda yazılan her şeyin pratikte ne kadar karşılığı olduğunu gösteriyor. Çoğunlukla sağ kökenden gelen, küçük atölyelerde az sayıda işçi çalıştığı için sendikalılaşma imkânı çok az olan bir yer OSTİM. Fakat gözlemlenebilecek en önemli noktalardan biri, işçiler kendileriyle ilgili gündemleri neredeyse iş hukuku uzmanı olacak kadar biliyor ilgileniyorlar. Patronla olan çıkar çatışmalarının da farkında olmamaları mümkün değil, çünkü her gün sömürü çarkları arasında eziliyorlar. Çay molasının bile ellerinden alınmak istendiğini, küçücük yaşta mülteci çocukların 6 gün kölelik koşullarında çalıştırıldığını, kendileri iki vesait kullanarak işe gelirken atölyelerin önünde lüks arabaların yattığını çok iyi görüyorlar. Peki, neyi göremiyorlar? Göremedikleri değil gösteremediğimiz bir şey var; o da bu ülkede emekçinin hakkını hiçbir çıkar gözetmeksizin savunacak örgütlü bir yapının varlığı. Bütün konuşmaların düğümlendiği nokta bu: “kim ne zaman hakkımızı verdi ki” diye düşünüyor ve alternatifsizlik yüzünden ülkede hakim kılınan politik kutuplaşmanın hedefi haline geliyorlar. Muhafazakar-laik,Türk-Kürt ayrışmaları siyasi tercihleri domine ediyor.
Oysa sosyalistler olarak işçilere gittiğinizde eğer samimiyetinize inanırlarsa hayatları boyunca uğradıkları haksızlıkları bir bir anlatmaya başlıyorlar. Hatta bir sonraki hafta
çalışmayı dört gözle bekliyorlar. Çünkü hayatı boyunca sömürülen ve aşağılanan bu insanlar,
derdini anlatabilecekleri bir siyasi muhatabı ilk defa görebiliyor. Rahatlıkla söylenebilir ki
sınıf mücadelesi adına yaratılacak bir odak, bir başarı hikâyesi, işçilerde de hayata dair bir
umut yaratacaktır.
Her hafta OSTİM’de gördüklerimiz, ülkenin çeşitli yerlerinde patlak veren grevler, bu ülkeden umutlu olmak için yeter. Nasıl ki zincirlerimizi fark etmek için hareket etmemiz
gerekiyor, umutlu olmak için de öyle.