Suriyelilere Neden Düşmanız? – Emre Güntekin
Son günlerde Suriye mültecilerle yaşanan gerilimleri haberlerde sıkça duymaya başladık. Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana Türkiye’ye gelen ve toplumsal yaşamın hemen her alanında var olan Suriyeli göçmenler son yaşanan gerginliklere bakıldığında, Türkiye’de rejimin doğurduğu birçok sosyal problemin esas müsebbibi olarak gösteriliyor. Sosyal medyada yazılanlara bakıldığında Suriyelilerin “yavuz hırsız” gibi tanımlandığını sıkça görebilirsiniz. Son dönemde #SuriyelilerEvineDönsün hashtag’i oldukça ilgi çekiyor.
Meselenin özü aslında şöyle: Eşeğe bir gün demişler sıpan oldu. Eşekte “Ne yapayım. Yükümden almayacak ya yemimden alacak.”
Türkiye’de sömürü düzeni artık bu ülke emekçilerinin kaldırabileceğinden fazla çelişki üretmektedir. İnsanlar çok düşük ücretlerle çok uzun saatler çalışmakta, hatta hafta tatilleri bile ellerinden alınmaktadır. Artık sadece özel sektörde değil, kamuda da çalışan kimse yarın bir işi olabileceğine dair bir garantiye sahip değil. Örgütlülük sindirilmiş, iş güvencesi talan edilmiş halde. Patronlar yerine vergi yükü tamamen ücretli çalışanların üzerine bindirilmiş durumda. Her şeye uçuk zamlar gelirken, maaşların vergi yüküyle erimesi ve bunu iyileştirmek bir yana kırıntı niteliğinde zamlarla emekçilerle dalga geçilmesi söz konusu. Asgari ücret 1.400 TL. Beğenmediğin takdirde kapıda bekleyen milyonlarca işsiz. Kapıda bekleyenler arasında Suriyeliler… Bakanın biri ne diyor: Suriyeliler olmasa fabrikalarımız durur.
Diğer taraftan kadınlara, çocuklara taciz, tecavüz, şiddet almış yürümüş. Üstelik kamu vicdanını rahatlatan bir adalet sağlamaktan aciz bir adalet anlayışı var. Ensarcıysan, iktidara yakınsan çocuklara varana kadar taciz tecavüz serbest.
Ülke gergin ve kutuplaşmış. Dibine kadar mezhepçiliğe, Ortadoğu’nun savaş bataklığına batmışsın. Dış politikada sallayanın yok, iç politikada ülkeyi karpuz gibi ikiye ayırmaya and içmiş bir iktidar var.
Kısaca iler tutar bir yanımız yok.
Bütün bu sorunların yarattığı toplumsal gerilimin faturasının Suriyelilere kesilmesine şaşırılmamalıdır. Hitler Almanyasında baş düşman Yahudilerdi, Türkiye’de bir zamanlar Kürt halkı bu ırkçı ayrımcılıktan çok çekti, şimdi kabak Suriyeli mültecilerin başına patladı.
Bir ülkenin savaştan kaçan insanlara yardım etmesi kadar doğal bir durum olmamalıdır. Fakat bu durum nasıl yapılmaz derseniz AKP iktidarının izlediği politikalara bakılmalı.
Erdoğan başından beri Ortadoğu’da süren savaşta mezhepçi bir politika yürüttü. Suriye’de cihatçı çeteler desteklenirken, Suriye sınırına komşu olan Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis gibi iller cihatçı çetelerin cephe gerisi haline getirildi. Suriye sınırı adeta kevgire döndü. Üstelik Hatay gibi mezhepsel çeşitliliğin fazla olduğu illerde Erdoğan’ın desteğini arkalarında hissetmenin verdiği şımarıklıkla bölge halkına yapmadıklarını bırakmadılar. Daha da uç noktada bu bölgelerde yuvalanan çeteler Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da yüzlerce kişinin katledildiği saldırılar düzenlediler. Bu olayın mülteciler açısından sonucu her Suriyelinin potansiyel birer cihatçı olarak görülmesi oldu.
Büyükkentlerin kaldırımlarına göz attığınızda neredeyse her köşe başında Suriyeli bir aileyi, çocuğu dilenirken görebilirsiniz. İktidarın el uzattığı çok şanslı biz azınlık oldukça rahat koşullarda yaşayabilirken, milyonlarca göçmen açlık ve sefalete terk edildi. İktidar ise bu göçmenlerin sosyal problemlerine çözüm bularak topluma entegre etmek yerine, kaderlerine terk etti. Onları AB ile pazarlık masasında bir koz olarak kullanmaktan başka bir çalışması olmadı.
Irkçı söylemin bir ayağı Suriyelilerin Türkiye’nin plajlarında gününü gün etmek yerine neden Suriye’ye gidip savaşmadığı tezi üzerine kuruluyor. BBC’nin röportaj yaptığı bir Suriyeli kadın şunları dile getiriyor: “Ben bavullarımı üç ay öncesine kadar hiç ortadan kaldırmadım. Hep, her an Suriye’ye dönebilirim, hazır olmam lazım diye düşündüm. Ama artık umudumu kaybettim.”. Bugün kimse kendi ülkesinden ayrılarak başka bir ülkede ikinci sınıf bir konumda yaşamak istemez. Bu nedenle Suriyelilerin büyük çoğunluğu artık ülkelerinden umudu keserken, refah düzeyinin daha yüksek olduğu Avrupa ülkelerine bir şekilde kaçabilmek umuduyla yaşıyor. Başta söylediği savı öne sürenlerin öfke kaynağı ise Türk askerinin Suriye’de iktidar tarafından savaş sahasına sürülmesi ve orada şehit olması. Bunun suçlusu ise ne Suriyeliler ne de Türkiye halklarıdır. Suçluyu Türkiye’yi kirli bir savaşın içine sokarak suçsuz insanların ölümüne cevaz veren iktidarda aramak gerekiyor.
İktidar Suriyeli mültecileri “misafir” konumunda tutarak toplumsal öfkenin de hedefleri arasına sokuyor. Bugün pek çok Suriyeli yasal nedenlerden ötürü kaçak olarak çalışma hayatında yer alıyor. Üstelik Türkiyeli bir emekçiye göre patronlar çok daha düşük ücretlerle kayıt dışı insan çalıştırmanın kaymağını yiyor. Öyle ki OECD verilerine göre göçmenlerin işgücüne katılım oranı, Türkiyeli emekçilere oranla daha yüksek (% 61,3 – % 55,1).
Türkiye Ekonomi Politikaları Vakfı’nın yaptığı bir araştırma şöyle çarpıcı bir sonucu ortaya koyuyor. Aşağıdaki şekilde yer alan verilere bakıldığında Anadolu’da işsizliğin en yoğun olduğu iller aynı zamanda mülteci sayısının da en yüksek olduğu bölgeler arasında yer alıyor.
Bu bölgelerde Suriyeli sığınmacılar ağırlıklı olarak eğitim seviyesi düşük vasıfsız işgücünün yerine ikame edilmektedir. Zaten gelir seviyesinin düşük olduğu, insanların oldukça zor koşullarda yaşam mücadelesini sürdürdüğü, özellikle de savaşın etkilerinin fazlasıyla hissedildiği bölgelerde bu durum göçmenlere karşı milliyetçi tonlu sosyal patlamalara açık kapı bırakmak demektir. Bu durum haliyle toplumda işsizliğin sorumlusu Suriyeliler algısı yaratıyor. Fakat kimse de Türkiye zaten Suriyeliler ülkemize gelmeden öncede işsizlik oranlarında dünya lideri ülkelerden biriydi demeye zahmet etmiyor!
Halihazırda sorunun lokal bir mesele olmaktan çıktığı, her an ülkenin her yerinde pimi çekilmemiş bombanın var olduğu gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine yansıyan olaylarda sıkça görülmektedir.
Öte yandan haberler incelendiğinde Suriyelilerle ilgili en çok gündeme gelen konular kadınlara ve çocuklara yönelik taciz vakaları… Türkiye toplumunda son yıllarda yaşanan Özgecan Arslan gibi örneklerin ne denli büyük travmalar yarattığını hatırlatmak gerekir. Suriyeliler olsa da olmasa da bu toplum kendi başına kadınlara yönelik eşitsizliği, şiddeti, tacizi ve tecavüz vakalarını doğurmaktadır. Diğer taraftan Pozantı Cezaevi, Ensar Vakfı örneklerinde olduğu gibi erkek-kız ayırt etmeksizin çocuklar bu taciz vakalarıyla sıkça karşılaşmaktadır. Peki bu vakaların ne kadarında olayın failleri hak ettikleri cezaları almaktadır? Veya kadınları taciz, tecavüz ve katıksız şiddetten koruyacak bir adalet var mı? Mumla aramanız lazım. İktidardaki zihniyetin topluma ektiği İslami muhafazakârlık sokakta mini etekli, şortlu kadınlara yönelik saldırılarla tezahür etmektedir.
Peki, toplumda zaten böyle bir potansiyel fazlasıyla mevcutken Suriyeli göçmenlerin ev sahibinden gördüklerini yapmalarına şaşırmalı mı?
Elimizde Suriyelilerin taciz ve tecavüz vakalarındaki payını gösterecek maalesef yeterli veri yok. Fakat artık ister Iraklı, ister Afgan ister başka bir ülkeden göçmenlerin adının karıştığı her vakanın sorumluluğu “Suriyeli” kimliğine yüklenir hale geldi. Bu gelecekte sadece taciz ve tecavüz vakalarıyla sınırlı kalmayacaktır. Toplumda var olan her türlü kirli iş, suç ne varsa yakında “kahrolası Suriyeliler, ülkemize geldiler bu hale geldik!” söylemiyle karşılanırsa şaşırmamak gerek. Bir zamanlar Kürt halkı için bu durum geçerliydi, şimdiki suçlu Suriyeliler! Peki, Sakarya’da Suriyeli 9 aylık hamile bir anneye tecavüz ederek, 11 aylık oğluyla öldürülmelerinin suçlusu kim?
Irkçılık bir hastalıktır. Hem de toplumda ciddi kayıplara yol açabilecek bir hastalık. Bugün var olan ne kadar adaletsizlik, eşitsizlik, çelişki varsa sorumlusunu başka bir dinde, milliyette aramak yerine kafayı kaldırıp gerçek sorumlulara bakmak gerek.