Suriye Yeni Bir Şiddet Sarmalının Eşiğinde – Emre Güntekin

Suriye Yeni Bir Şiddet Sarmalının Eşiğinde – Emre Güntekin

8 Aralık gecesi Suriye’de bir devir kapandı: Yarım asırdan fazla bir süredir ülkenin kaderine hükmeden Esad rejimi devrildi. 2011’de patlak veren ve yüzbinlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının ülkesini terk etmesine yol açan kanlı iç savaşın bir perdesi kapandı. Bir perdesi kapandı diyoruz, çünkü ülkenin kaderini ele alan mevcut aktörlerle ve yeni dönemi şekillendirmek için gelmesi muhtemel emperyalist müdahalelerle şiddet sarmalının sona ermesi mümkün görünmüyor.

Ortadoğu’da herhangi bir ülkede yaşanan hemen her bir gelişme iç dinamiklere sahip olduğu kadar, ABD-İsrail blokunun mevcut hedeflerinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Esad rejiminin büyük bir hızla çöküşünü de bu iki boyutuyla ele almak gerekmektedir. Öncelikle Halep’in düşmesinin ardından Esad rejiminin Hama, Humus ve Şam’ı hızla kaybetmesi 13 yıllık yoğun bir iç savaşın ardından rejimin tükenmişliğinin geldiği noktayı gösterir. 2014 yılında da benzeri bir noktaya gelinmiş; fakat Rusya’nın savaşa müdahil olmasıyla rejim ayakta kalmayı başarmıştı. O günden bu yana Fırat’ın doğusunda ABD desteğiyle PYD-YPG’nin, batısında Türkiye ve Erdoğan destekli cihatçı aktörlerin hakim olduğu; yüzbinlerce cihatçının İdlib’e sıkışmaya zorlandığı ve Akdeniz kıyılarından güneye doğru rejimin egemen olduğu bir statüko kurulmuştu. Elbette aradan geçen yıllarda mevcut aktörler arasındaki güç dengelerinde ciddi bir değişim yaşandığını 27 Kasım’da başlayan saldırıların ardından görmüş olduk. Hatırlatmak gerekirse bir önceki yazımızda durumu şöyle özetlemiştik:

Esad yönetimi içten içe kof burjuva yapısıyla toplumda bir savaş motivasyonu oluşturamamış, yeni savaşçı askeri birlikler örgütleyememiş, toplumu motive edememiş. Üstelik cihatçılardan ölesiye nefret eden geniş halk kesimleri olduğu halde Esad yönetimi bunu başaramamıştır. İç savaşlar çok güçlü şekilde politik ve sınıfsal dengelere bağlıdır. Esad rejiminin burjuva yapısı halkta gerekli dinamizmi, kararlılığı ve fedakarlığı örgütlemekten çok uzaktır. Buna ekonomik kriz, dış yardımların kesilmesi, kötü yönetim ve çürüme de eklenince Suriye Ordusu cihatçı tehlikeyi süzmeyi bırakın saldırı anında darmadağın olmuştur. Başka bir dolu örnek verilebilir belki ama düşünün yanınızda drone üreticisi olarak kendisini ispatlamış bir İran var, yine yanınızda bunları Ukrayna’da yoğun biçimde kullanan Rusya var; ama Suriye Ordusu drone alanında da tamamen yaya kalmış. Tersine drone savaşlarına adapte olan HTŞ olmuş. On binlerce cihatçının saldırı hazırlığı içerisinde olduğu istihbaratına bile sahip olamayan bir Suriye-İran-Rusya aksı görüyoruz. HTŞ önderliğindeki cihatçılar ise çok iyi donanımlılar, istihbaratları çok kuvvetli, teknolojik silahlara erişimleri oldukça yüksek… Üstelik savunma yapmak böyle savaşlarda her zaman daha kolay olduğu halde Suriye Ordusu’nun mevzileri tutacak asker bile bulundurmadığı anlaşıldı.”

Rejimin devrilmesinin önünü açan bir başka önemli etken Ortadoğu’da 7 Ekim 2023’ün ardından ABD ve İsrail’in İran merkezli direniş eksenine karşı başlattığı topyekün savaşta yaşanan gelişim sürecidir: Bu 14 aylık süreçte öncelikle Gazze’de Filistin halkına karşı başlatılan soykırım sürecinde Hamas ciddi bir güç kaybına uğradı. Peşinden Lübnan’da Hizbullah ciddi saldırılarla oldukça yıpratıldı; tarihsel lideri Hasan Nasrallah katledildi. Hizbullah, İran destekli Şii milis güçleriyle birlikte iç savaş boyunca Esad rejimini ayakta tutan önemli askeri güçlerden birisiydi. ABD ve İsrail’in, Hizbullah’ın peşisıra Esad rejimi üzerindeki baskıyı artıracağı bekleniyordu ve nitekim son aylarda ciddi saldırılar gerçekleştirildi. İran’ın vekil güçleri Suriye içerisinde paralize edildi ve çekilmeye zorlandı. Sonuç olarak Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi ile birlikte İran’ın direniş ekseni fiilen çökertildi. İran ile Lübnan’ı birbirine bağlayan yol tamamen kapanmış oldu. Bu sonuçla birlikte İran’a yönelik bir emperyalist müdahalenin de kapıları ardına kadar açılmıştır.

Esad’ın kaderi, emperyalist paylaşım mücadelesinde sonsuz dostluklar ve ortaklıklar olmadığını; aslolanın ulusal ve emperyalist çıkarlar olduğunu tekrar hatırlatmıştır. Putin rejiminden bahsediyoruz. Ukrayna’da yaklaşık üç yıldır oldukça maliyetli bir savaş yürüten Putin yönetimi en nihayetinde bir karar vermek zorunda kaldı ve Ukrayna’yı öncelik haline getirdi. Öte yandan hem Putin Rusya’sı hem de İran’daki Molla rejimi artık ordusu ve devlet aygıtı çözülmeye başlamış ve bu yüzden savaşmaya mecali kalmamış bir rejimi ayakta tutmaya çalışmanın maliyetini üstlenmek istemediler. Rusya’nın gelinen noktada Tartus ve Lazkiye’de bulunan üslerini koruduğu takdirde kendini kazançlı sayacağı aşikar.

Şimdilik İsrail’deki Siyonist rejim ve Erdoğan istediklerini elde eden aktörler olarak öne çıkıyor. İsrail ordusu, Esad düşer düşmez Golan Tepeleri’nin silahsızlandırılmasını içeren ve 1974 yılında imzalanan Kuvvetlerin Çekilmesi Anlaşması’nın çöktüğünü ilan etti ve Suriye topraklarında ilhaka girişti. Kuzeyde ise PYD-YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile mücadeleye kanalize edilen Suriye Milli Ordusu (SMO) Münbiç’i ele geçirdi. Trump’ın X üzerinden Biden yönetimine yaptığı “Suriye bizim savaşımız değil, müdahil olmayın” çağrısını fırsat gören Erdoğan rejiminin yeni bir denge oluşana kadar Rojava’dan en geniş parçayı koparmaya çalışacağına şüphe yok.

Elbette Rojava meselesine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Salih Müslim ve Mazlum Abdi Esad rejiminin devrileceği belirginleşince HTŞ hakkında olumlu açıklamalarda bulundular ve diyaloğa açık olduklarını belirttiler. Bu 13 yılda Kürt halkı büyük bedeller ödedi şüphesiz. Ulusal özlemleri gerçekleştirmek ve elde edilen tarihsel kazanımları korumak için mevcut güç dengeleri içerisinde yer tutmaya, büyük güçlerle ortaklıklar kurmaya çalışmak bir ulusal hareket için yadırganacak bir tutum değil. Esas tartışılması gereken gelinen noktanın Kürt halkı için gerçek bir kurtuluş yolunu açıp açamayacağıdır. Kürt ulusal hareketi, Erdoğan rejimi ve Suriye’de başat aktör haline gelen cihatçılar başında demoklesin kılıcı gibi sallanırken kaçınılmaz bir şekilde ABD-İsrail ittifakı ile ilişkilerini sıcak tutmak zorunda kalacak ve gerektiğinde bu güçlerin çıkarlarını kollamakla yükümlü kılınacaktır.

ABD-İsrail ve ortakları uluslararası medyada imajını cilalamaya başladıkları Colani ve HTŞ öncülüğünde Suriye’nin karanlık geleceğini şekillendirmeye çalışacaklar. Ancak bunun mümkün olup olmadığı tartışılır. Radikal İslamcıların tek bir bütün olmadığı ve her ne kadar ısrarla “ılımlı” damgasıyla piyasaya sürülselerde içlerindeki radikal eğilimlerin palazlanmak için Suriye’de uygun iklimi bulacakları su götürmez. Suriye’de selefi-cihatçı radikalizmin yükselişinin, Türkiye’ye nasıl yansıdığını geçmişte kanlı katliamlarla gördük. İktidarın besleyip, büyüttüğü bu unsurlar elbetteki Türkiye halkları için her zaman bir tehdit teşkil edecektir.

 

Sonuç olarak Ortadoğu’da bir devir kapandı. Anakronik bir rejim tarihe karıştı. Esad rejiminin günahları, işlediği suçları tartışmayı ve buradan bir devrim yaygarası çıkarmayı Ufuk Uras gibi düzenle hemhal olmuş liberallere bırakalım. Emperyalizmin müdahalelerinin bu coğrafya için hiçbir zaman hayırla sonuçlanmadığını öğrenmek için Suriye meselesinin nasıl noktalanacağını beklemeye lüzum yok. Ortadoğu’da tüm ezilen, sömürülen halklar için bir gelecek olacaksa bu ancak enternasyonalist bir devrimci odağın yaratılmasıyla ve Sosyalist Ortadoğu Federasyonu için verilecek bir savaşımla mümkündür.

 

 

 

 

 

 

 

KATEGORİLER

Yorumlar

(0)