Sultan Galiyev Gerçeği (I) – V.U. Arslan

Sultan Galiyev Gerçeği (I) – V.U. Arslan

“Ülküsü uğrunda hayatını kaybetti ve idam edildiği tarihe kadar da hiçbir zaman Turancı/ Marksist görüşlerinden ayrılmadı. O, Türklüğün ölmez bir şahsiyeti olarak ta ebediyete kadar kalacaktır”(1) Bir insan ölene kadar hem Turancı, hem Marksist nasıl olabilir? Bu, Sultangaliyev’in tutarsız bir insan olması ile alakalı değildir. Bu, Sovyetler’in yarattığı heyecan, azim, bedel, elle dokunacak kadar yakın hale gelen hayaller ve ızdırap veren hayal kırıklıkları içerisinde iç burkan acı dolu bir öyküdür. Ezilen ulus Marksistlerinin payına düşen Sovyetler’de yakılmış bir türküdür Galiyev’in söylediği.

Milliyetçilik – Sosyalizm

19.yy’da dünya medeniyet tarihine en çok etki eden fikir, milliyet fikridir. Milliyet fikrine, bu büyük kuvvete hiçbir şey galip gelemedi. Yüzbinlerle muntazam ordular, bu fikir karşısında yenildi. Bugün milliyet fikrini yenebilecek kuvvet; şiddet, zulüm, top, tüfek değildir. Belki, milliyet fikrinin ana ve babası olan hürriyet ve eşitlik fikirleri onu yenebilir”(2) Milliyetçiliği, enternasyonalist sosyalizmin yenebileceğini öngören çarpıcı bir iddia. Türkçülüğün kurucu isimlerinden Yusuf Akçura, 1905 Devrimi’nin hemen ertesinde, Ekim Devrimi’nden 10 yıl önce, 1907’de, hayatın ileride haklı çıkaracağı bu iddiayı ortaya attığı sıralarda, ileride bu iddianın ete kemiğe bürünmüş hali  alacak genç bir adam, Akçura’nın da doğduğu Tatar topraklarında milli bir damardan sola doğru kayıyordu. Bu adam Mirsaid Sultangaliyev’den başkası değildi. Sosyalizmin bayrağı geriye düştüğünde milliyetçilik yeniden yükselecek ve Galiyev kendisini içinden çıkılmaz çelişkilerin içinde bulacaktır. Sultangaliyev’i, dönemin siyasi atmosferini ve tartışmaları anlamak için meseleyi Çarlık’tan başlatmak gerekir.

Galiyev, Stalin, Eisenstein, Nevsky, Korkunç İvan…

Sovyetler’de harcanan, doğranan, boyunduruk altına alınan o kadar çok devrimci ve o kadar devrimci icraat vardır ki… Sanat da doğal olarak bunların başında gelir ve Galiyev meselesini anlatmaya pekala sanattan da başlanabilir. Sinema sanatında çığır açan Sovyet yönetmeni Sergey Eisenstein, 1930’lara gelindiğinde Nevsky gibi 12. yüzyıl Rus tarihinin “milli” kahramanlarını filme çekmek zorundadır. Sene 1243’te Aleksandr Nevsky, büyük kahramanlık göstermiş ve işgalci İsveçli Töton şovalyelerini yenilgiye uğratmıştır. Bu zaferde Galiyev’in ataları olan Tatar-Moğol desteğinin de payı büyüktür. Eisenstein, bu işbirliğini filmde çekmesine çekmiştir, ama Stalin’in siyasi polisi buna izin verecek değildir. Bu sahneler toptan kesilip filmden çıkartılır. Ardından sıra başka bir Rus büyüğü Korkunç İvan’ı çekmeye gelince ortaya eleştirel bir film çıkar. Eisenstein, Korkunç İvan’ı biraz “korkunç” çizmiştir. Stalin’in sinirli emirleriyle önce filmin epey bir bölümü yeniden çekilir, sonraki bölümü ise hepten yasaklanır. Galiyev, Stalin, Eisenstein, Nevsky, Korkunç İvan… Stalin’in eleştirel bir gözle resmedilmesine katlanamadığı Korkunç İvan, Tatar Hanlıkları’nı yıkıp Müslüman-Türki halkları boyunduruk altına alan kişidir. Tarihin bir çeşit tekerrürü olacak şekilde Galiyev de Stalin’in ölüm kusan cellatlarınca katledilecektir.

Halklar Hapishanesi Çarlık

Çar ünvanını ilk kullanan Korkunç İvan, Tatarlarla uzun yıllardır süren savaşlara son vererek önce Kazan Hanlığını (1552), ardından Astrahan  Hanlığı’nı (1556) yıkarak Hazar kuzeyi, İdilVolga diyarlarını ele geçirmiştir. Yüzyılın sonunda Sibir Hanlığı’nın da yıkılmasıyla (1598) Rus sömürgeciliğinin önünde Büyük Okyanus’a kadar bir engel kalmamıştır. Benzer tarihlerde Avrupalıların Amerika, Afrika, Avustralya ve Güney Asya’da yaptıklarının bir benzerini Rus fatihleri, Kuzey ve Orta Asya boyunca yapacaktır. Başta değerli kürk ticareti olmak üzere bu uçsuz bucaksız coğrafyanın zenginlikleri Çarlık kontrolüne geçmiştir. Kırım Hanlığı’nın 1774’te ortadan kaldırıldığını, Kafkasya ve Orta Asya’nın da uzun ve kanlı savaşlardan sonra 19.yy boyunca ele geçirildiğini ekleyelim. Çarlık Rusya’sı doğu ve güneye yayıldığı gibi batıda da ilerleyerek Polonya’nın başkenti Varşova’ya kadar ilerledi, bir yandan da Balkanlar’dan aşağıya doğru sarkmaya devam etti. Neticede Çarlık bir halklar hapishanesine dönüştü. Toplam nüfusun %57’si Rus olmayan halklardan oluşuyordu. 

Milliyetçi Fikirler Gelişiyor

İmparatorlukları çözen ulusçu fikirler Çarlığa ulaştığında ilk organize olanlar modern fikirlere en yakın ve bu fikirlerin taşıyıcısı olacak toplumsal güçlere sahip Polonyalılar, Finliler, Yahudiler, Ukrayna ve Baltık halkları olmuştu. Doğudaki Müslümanların ulusal hareketleri ise daha geç devreye girecekti. Çarlık Rusyasında Müslümanların büyük çoğunluğu Türki halklardan oluştuğu için Türk milliyetçiliği, çoğu kez bütün Müslümanları kapsayacak şekilde ele alınıyordu. Çok farklı alt etnik gruplara ayrılan Türklüğün Çarlık’ta en çok öne çıkan grupları Kazan Tatarları, Kırım Tatarları, Azeriler ve Türkistan olarak da adlandırılan Orta Asya halkları idi. Bunlar içerisinde Kazan Tatarları, Rusya içerisinde Çarlık yıkılana dek en kalabalık ve nüfuz sahibi azınlıklardan birisi haline gelmiştir. Tataristan ekonomik olarak gelişmiş, gelişkin bir Tatar burjuva sınıfını içerisinden çıkarmış bir sosyo-kültürel merkez haline gelirken, Çarlık içerisinde Türk dilini konuşanların ve bütün Müslümanların kaderi de Rus-Tatar ilişkilerine göre şekillenmiştir.

Rusya’da devrimci ve diğer radikal fikirlerin halk arasında büyük ivme kazanması ezilen uluslardaki milliyetçi fikirlerin de yaygınlaşmasına yol açtı. Bunun bir neticesi olarak Türk milliyetçiliği, Osmanlı’da değil Türklerin ezilen halk konumunda bulunduğu Rusya’da gelişmiş ve öncülerini buradan çıkarmıştır. 1905 Devrimi’nin yarattığı özgürlük ortamında Bütün Rusya Müslümanları Birliği, 1907’ye kadar 3 tane kongre düzenlemiştir. Bu kongrelerde öne çıkan isimler İsmail Hakkı Gaspıralı (Kırım) ve Yusuf Akçura’dır (Kazan). Hüseyinzade Ali de Azerbaycan’da o dönemdeki Türk milliyetçiliğinin öncü ismidir. O dönemki Bütün Rusya Müslümanlar Kongreleri’nde dil birliği üzerinden Pan-Türkist görüşler öne çıkmış, Turancı hayaller gelişmiş ve Osmanlı ile ilişkiler gündeme gelmiştir. 

İşçi Hareketi ve Marksizmin Gücü Milliyetçileri Sola Çekiyor

İçlerinde küçük bir kısım aristokratik unsur bulunsa da, özellikle Kazan’daki Tatar
burjuvazisi ciddi bir sermaye büyüklüğüne ulaşmış olsa da Müslüman halklar esasında büyük çoğunluğu köylü olan fakir ve gariban bir kesimdir. Rusya’da sömürüye başkaldıran işçi hareketinin gücü ve işçi hareketinin liderleri olan Marksistlerin güçlü enternasyonalist damarı, Müslüman aydınları da sola kaydıracak ve bu dinamik kesim; milliyetçiler, sol milliyetçiler ve komünistler olarak ayrışacaktır. Enternasyonalist kızıl sancağın eşitlikçi damarı, Müslümanlar içerisindeki genç ve yoksul kökenli olanları kendisine çekecek, bu kesimler için milli davanın yerini komünist dava alacaktır.

Öyle ki dönemin devrimci atmosferinde Türk milliyetçiliğinin kurucularının açıktan sol bir retorik tutturduğunu görüyoruz. Üç Tarzı Siyaset adlı eseri ile Türkçülüğü ilk defa sistematize eden Yusuf Akçura örneği kendisini şu şekilde ifade edecektir: “..Türkçülük cereyanının iki kola ayrıldığını ifade etmek istiyorum. Birisine emperyalist, diğerine demokratik Türkçülük diyebiliriz. Demokratik Türkçülük milliyet esasını her millet için bir hak olarak telakki ediyor ve Türkler için talep ettiği bu hakkı, diğer milletlere de aynı derecede bir hak olarak tanıyor. Demokratik milliyetçilik, gasb edilmek istenilen hakkı müdafaya çalışır. Emperyalist milliyetçilik ise taarruzidir. Türklerin taarruzi milliyetçiliği hatadır.”(3)

Akçura, 1910’da yayınlanan bir makalesinde Osmanlı aydınlarına Marksizme karşı kayıtsızlıklarından ötürü veryansın etmektedir. Hüseyinzade Ali de 1906’da çıkardıkları Yeni Hayat Gazetesi’nde “Sol’a, Sol’a, Sol Tarafa” başlıklı yazısında şunları ifade eder: “Sol’a! Çünkü, bu defa uçurum, girdap sağ taraftadır. Haşa- muhafazakar beylerin, köhne ikirli ya da ikirsiz ağaların, dünyaperest sermayedarların, ahiretperest ve sermayeperest mollaların, keşişlerin, küçük akıllı-büyük hileli, mürüvvetsiz, insafsız, münafık, itneci bürokratların, bilumum esaret ve istibdat kullarının sürükledikleri sağ taraftan!.. Feraset, zeka, akıl, us, ilim, tedbir, insaf, mürüvvet, necat, selamet hep sol taraftadır. Özgürlük soldan tevellüd ediyor. Binaenaleyh sol’a, sol’a, sol tarafa!”4

Dönemin Çarlık Rusyası’ndaki esen güçlü rüzgarlar milliyetçi Türk aydınlarını sola kaydırdığı gibi, bu kesim Müslüman toplumların laikleşmesi taraftarıdır ve bu yüzden Çarlık dışında geleneksel Mollalar ve diğer dini elitlerle de çatışma halindedir. Çarlık’ta Müslümanların gariban ve içler acısı halinden Rus yayılmacılığının yanı sıra hiçbir bilimsel yanı olmayan geleneksel medrese ve mahalle mektebi tarzındaki Müslüman okullarını sorumlu tutan İsmail Hakkı Gaspıralı gibi aydınlar, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında modern tipte Müslüman okullarını yaygınlaştırmak için büyük çaba göstermişlerdir. Kendilerine yenilikçi anlamında Cedidci denen bu kesim, milliyetçiliğin taşıyıcısı olmuştur. Diğer taraftan yükselen işçi hareketi ile 1905 ve 1917 Devrimleri, Müslüman Türk aydınlarını sola kaydırmış ve birçoklarını cedidcilikten kopararak sosyalizme sürüklemiştir.

Mirsaid Sultangaliyev

Galiyev, fakir bir aileden gelir. Öğretmen çocuğu olması kendisine çok fayda sağlasa da sert mizaçlı babası 12 çocuğunu geçindirmek için bir hayli zorluk çekmektedir ve mesleği gereği il il gezerken hayatta kalmak için bir çok yan iş yapmak zorundadır. Babası, Tatar soylusu anne tarafı akrabaları tarafından hor görülmenin acısını yaşarken daha ergenlikte benzer sınıfsal öfke Mirsaid Sultangaliyev’i de kavurmaktadır. Ailesinin parası olmadığından ve devlet bursunu da kazanamadığından Rusya’da bilimsel eğitim veren okullar yerine Müslüman cematin çocuklarının gittiği mahalle mektebine gitmek zorunda kalır ve bu da ergenlikte Galiyev’in canını bir hayli acıtacak başka bir sınıfsal konu olur.

Babasının desteğinin yanında esas olarak kendi kendisini yetiştirir. Rusça’ya hakim olması ve Rus edebiyatını su gibi içmesiyle Öğretmen Okulu’ndan itibaren başta Puşkin ve Tolstoy olmak üzere bazı temel eserleri Tatarcaya tercüme edecek ve daha lise sıralarında bu işten para kazanacaktır. 1913 yılında daha sonraları devrimci kadın hareketinin liderinden birisi olacak olan Tatar Rauza Çanışeva ile evlenir. Tutkuyla bağlı olduğu Rauza’dan bir çocuğu olur, ama Rauza kendisini bir başkasıyla aldatmaktadır: 1917 Haziran sonlarıydı.. Beni aldattığını öğrendim. Ayrılmaya karar verdim. Kalbim kırılmıştı, o benim ilk aşkımdı, çocuğumuz vardı. Bağışladım.. Yeniden biraraya geldik. Bundan böyle gerçek bir beraberlik miydi bu? Elbette hayır. Boşamadım, boşarsam daha da düşecekti. Ama tam bir yıl ızdırap çektim, sonra o kişinin kim olduğunu öğrendim ve uzun uzun düşünüp öldürmeye karar verdim, çünkü ben yaşamak istiyordum. Ruhen katledilmiş durumdaydım. İçimdeki ses, ‘Eğer bunu yapmazsan adam değil, kirli bir bez parçasısın’ diyordu..(5)

Müslüman Türk toplumsal dokusunda yoğun olarak bulunan ataerkil düşünce biçimini üzerinden atamadığı belli olan Sultangaliyev, bu cinayeti işler ve ancak bundan sonra karısından boşanır. Yıl 1918’dir ve kendisini bu cinayetten kurtaran Galiyev’i Bolşevizme’e kazanan kızıl safların Tataristan’daki öncüsü ve Beyaz Ordu’nun Kazan kuşatmasında kurşuna dizilen iç savaş kahramanı Mollanur Vahidov’dan başkası değildir: “Gittim teslim oldum. Müslüman komünistlerin arasında katiller saklanıyor denmesini istemiyordum. Mahkemeye çıkmayı arzu ettim. Müslüman İşleri Komiseri Mollanur Vahidov olanca direnmeme rağmen bu işin kapatılması için ısrar etti… ‘Ne olmuş yani, azılı bir müsavatçı (burjuva miliyetçi Türki hareketin mensupları kastediliyor) eksildiyse’ dedi kaşlarını çatarak…”(6İç savaş tüm şiddetiyle başlamıştır ve M.Vahidov, son derece kritik roller üstlenen Sultangaliyev’in bu şekilde harcanmasını göze alamaz ve cinayet örtbas edilir. Bir yıl sonra Vahidov, Kazan direnişinde katledildiğinde yerini alacak kişi Sultangaliyev’den başkası olmayacaktır.

Ulusal Bölgelerde İç Savaş

Ekim Devrimi’nden sonra Ukrayna, Kafkaslar, İdil-Ural Boyları ve Orta Asya’da yerel halk içerisinde büyük mücadeleler olur. Bir tarafta kendi ulusal projeleri için ayrılma yanlısı olan burjuva milliyetçi “devletler” ortaya çıkar. Bunlara karşı çıkıp bunları alt eden de M.Sultangaliyev (Kazan), N.Nerimanov (Azeri), M.Vahidov (Kazan), Frunze (Türkistan), Borotba Örgütü (Ukrayna), Murtazin (Başkurt), I.K.Firdevs (Kırım) gibi yerel Bolşevik unsurlardır. Sultangaliyev’in de işaret ettiği gibi yerel halkı Sovyet ihtilaline kazanan, halkı örgütleyen, işçi ve köylüleri Kızıl Ordu’da silahlandıran az sayıdaki Bolşevik kadro çok büyük tarihsel bir görev üstlenmiştir.

M.Vahidov’un “bir azılı Müsavatçı eksik olmuşsa, ne olmuş yani” çıkışı, milliyetçilerle yapılan bu kıyasıya çatışmayı ifade eder. Nitekim Vahidov’un kendisi ve birçok Müslüman komünist; azınlık milliyetçileri, yerel elitler, işbirliği yaptıkları Çarlık monarşisi yanlıları ve yabancı ordular elinde can verecektir. Kıyasıya bir savaştır bu. Sovyet iktidarı ve bunun yegane direği olan Bolşeviklere karşı; Çarlık yanlıları, milliyetçi ulusal hareketler, geleneksel Müslüman ve Hıristiyan bağnaz dini elit ve önderler, burjuvalar, yabancı ordular, sağ ve ardından sol Narodnikler (SR’ler-Sosyal Devrimciler) ile sayıca daha az olan Menşevikler…

Galiyev Tataristan’da 1917’deki durumu şu şekilde özetler: “Rus burjuvazisi ve bizim bütün düşmanlarımız- SR’ler, Menşevikler ve hatta Rus şovenistleri ‘Tatar Hanlığı’ ilan etmeleri için Müslümanları tahrik ediyordu.”(7Sol farksiyonlardan SR’ler ve Menşevikler ezilen ulus milliyetçilerinden başkası değildir. Galiyev’e göre sol SR’ler de sol milliyetçilerden başkası değildir. Açık ki Bolşevik bir ihtilâldense Batı’da Alman ordularının başkent Petersburg’u işgal etmesini tercih eden Rus burjuvası ve milliyetçileri (aktaran John Reed, “Dünyayı Sarsan On Gün”) doğuda da Bolşeviklere karşı eski Çarlık topraklarında kurulacak olan Tatar Hanlığı’nı istemektedir. Zaten İdil-Ural Devleti adında milliyetçi bir girişim Vahidov ve Galiyev’in önderliğindeki Kızıl güçlerin bastırmasıyla fazla uzun ömürlü olmadan bastırılacaktır. Yani burada durup bir not etmek gerekir.

Bugün çeşitli Türkçü milliyetçi kesimler Galiyev’i milliyetçi bir önder olarak gösterse de 1917’nin ertesinde başlayan olaylarda bir çeşit Tatar  Hanlığı’nın oluşmasını engelleyen ve farklı farklı milliyetçi oluşumları ezen Galiyev’den başkası değildir .

Yoksul Müslümanlar Kızıl Saflarda

Görüldüğü gibi ezilen ulus milliyetçileri sola kaysalar da bu, farklı derecelerde gerçekleşmiştir. Kimileri Kadetlere (anayasal burjuva demokratlar), kimileri SR’lere, kimileri de Menşevik ve sol-SR’lere ve bazıları Türkistan’daki Basmacılar tarzı keskin  milliyetçi projelere kaysalar da Bolşevikler tüm yoksul insanları kendisine çeken büyük bir kopuş gerçekleştirmiştir. Ezilen halklar da bu çekime kapılmıştır, çünkü Bolşevikler ezilen uluslara yönelik sempatik ve destekleyici bir tavra sahip oldukları gibi milyonlarca genci toprağa gömen emperyalist savaştan ülkeyi kurtarmış, toprakları yoksul köylülere vermiş, fabrikaları işçi kontrolüne geçirmiş, asalak zengin ağababalarını ise kaldırıp bir kenara atmıştır.

Yoksul Müslüman halk da bu yüzden Galiyev ve Bolşevikleri desteklemiştir. Öyle ki Galiyev gibi önderleri olan Müslüman Kızıl Ordu birlikleri iç savaşta son derece hayati roller üstlenmiştir. Bunun dışında başta Tataristan olmak üzere Müslümanların yaşadığı bölgelerde ciddi yoğunlukta Rus, Hristiyan ve Yahudi halklar da yaşamaktadır ve işçi sınıfı içerisinde bu kesimlerin ağırlığı büyüktür. Ama yoğun ve savaşçı Müslüman nüfusun milliyetçilerin peşine düşmesi, düşmanları karşısında kızıl Rusya’yı son derece perişan bir noktaya sürükleyecektir. İşte mülk sahibi hakim sınıları deviren işçi ihtilalinin gücü, Bolşeviklerin ezilen uluslara olan sempatisi ve Vahidov-Galiyev gibi liderlerin eşsiz önderlikleri sayesinde Müslüman halk Bolşevik ihtilali için savaşacaktır.

Galiyev’in Faaliyetleri

Büyük çelişkilerle sarsılan Çarlık Rusyası politik bir ülkedir ve Galiyev de diğer birçok devrimci gibi okul sıralarında radikalleşir. Öğretmen olduktan sonra da yarı aç yarı tok yaşayan Tatar-Başkurt bölgelerinde Çarlık karşıtı propagandalar yapar. Hayat onu ve eşini işçi hareketinin merkezlerinden olan kozmopolit Bakü’ye sürüklediğinde Birinci Dünya Savaşı’nın dönüştürücü etkisi Galiyev’i de sarar. Çarlık karşıtı enerjinin etkisiyle Cedidcilikten koparak devrimciliğe geçiş yapar. 

Şubat Devrimi Çarlık rejimini yıktığında çok güçlü ve açık alanda devam eden devrimci süreçte ezilen ulus hareketleri de atılım yapma gayretindedir. Mayıs 1917’de Moskova’da Tüm Rusya Müslümanları Kongresi’nde Galiyev bir hayli öne çıkar ve Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği görevine getirilir. Moskova’dan Kazan’a geçen Galiyev orada ünlü Tatar Bolşevik Molla Nur Vahidov’un başkanlığındaki Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne (MÜSKOM) katılır. Müslüman halk içerisinde milliyetçilerin etkisinin kırılmasında birinci derecede rol oynayan MÜSKOM’un programı şu şekildedir:
1. Tatar feodalizmi, büyük mülk sahipleri ve Müslüman gericiliğine karşı mücadele etmek.
2. Müslüman Türk halklarının Rus şovenizminden kurtarılmasını sağlamak.
3. Ulusal kurtuluş ve sosyalizmin bütün Doğu halklarında zaferinin sağlanması için mücadele  etmek.

Adeta özerk bir parti gibi eyalet ve il örgütleri kurmaya başlayan MÜSKOM kısa sürede yayılır ve 8 Mart 1918’de Moskova’da Rusya Müslüman Emekçileri Konferansı’nı düzenler. Konferansta Müslüman Sosyalist-Komünist Partisi isimli bir parti kurulmasına karar verilir. Bu partinin amacı Bolşevik Parti’ye henüz üye olarak kabul edilmemiş Türk halklarından sosyalistleri örgütlemek ve Bolşevik yapmaktır. Konferansın bir diğer kararı da Müslüman askerlerden oluşan ve Kızıl Ordu’ya bağlı oluşturulacak bir Müslüman Kızıl Ordu kurulmasıdır. Lenin başta olmak üzere pek çok Bolşevik lider, MÜSKOM sayesinde Tür Halkları arasında Bolşevik örgütlenmenin hızla yayıldığını görür ve MÜSKOM’un çeşitli talepleri kabul edilir:
1. Kazan’daki Tatarların tarihsel önem atfettiği Süyüm Bike Minaresi’nin Tatarlara devri
2. Petrograd Milli Kütüphanesi’nde bulunan Hz. Osman’a ait Kur’an-ı Kerim’in MÜSKOM’a hediye edilmesi
3. Rusların Tataristan’ı işgalinin simgelerinden sayılan ve Rus askeri karargahına dönüştürülmüş tarihsel Ufa Kervansarayı’nın sivil idareye teslimi.

Bu saatten sonra Bolşevik Tatarlar ile her türden milliyetçi arasında Tatar diyarının kontrolü konusunda mücadele başlar. Kerensky kontrolündeki Geçici Hükümet’in savaştan yana olan, aynı zamanda işçi-köylü ihtilalinin önüne geçmeye çalışan politikaları zaten Bolşevik karşıtı sol- milliyetçi kesimleri zor durumda bırakmaktayken bir de Müslüman toplumunun kongrelerinin engellenmek istenmesi Galiyev’in işini bir hayli kolaylaştırır. 26 Ekim’de Kazan’da iktidar Bolşeviklerin eline geçer. Ama iç savaş kapıdadır. Birinci Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık elde etmek için Çarlık Rusya salarında savaşan on binlerce kişilik güçlü Çek lejyonu iç savaşta Beyazlar’dan yana saf tutar. Çek taarruzu ile bir müddet sonra Kazan düşer ve Beyazlar’a Moskova kapıları açılır. Troçki’nin bölgeye yetişmesi ve Volga boyunca bir dizi riskli savaşı bizzat komuta etmesinin ardından Kızıl Ordu Kazan’ı yeniden ele geçirir.

Galiyev, o zorlu günleri şu şekilde anlatır: “Alafuzov fabrikasında Tatar işçilerin mitinginde yaptığım konuşmayı hatırlıyorum. İki saat konuştum; (Beyaz general) Kolçak’ın Sovyet hakimiyetini boğması durumunda onların düşecekleri felaketlerin manzarasını çizdiğim zaman ağladım. Sesim gür ve yüksektendi, fakat gözümden yaşlar dökülüyordu. Onları tutamıyordum, işçiler de ağlıyordu. İyi hatırlıyorum; ak sakallı, yüce boylu bir ihtiyar bir adam ayağa kalkarak kendini doğrulttu ve dedi ‘Oğlum, ben uzun zamandır ağlamıyordum, sen beni ağlattın… Senin çağrına uyarak Kızıl Ordu’ya gönüllü yazılıyoruz; ama,senin bizi savaşa götürecek dirayetli adamların var mı?’ -Evet, babacığım, bulunur…” Daha sonra Galiyev, Tatar işçilerin yayınladıkları bildiride işçileri Sovyet iktidarını korumaya çağıran bildiriler kaleme aldığını, Kızıl Ordu’dan firar edenlere ağır cezalar verilmesini talep ettiğini, Tatar işçilerinin bu ruh halinin kısa zamanda Rusları da etkilediğini anlatır: “Ben, Troçki Yoldaş ile beraber cephenin ileri hatlarına kadar gittim. Troçki Ekim Günlerinde Modern Sirk’teki gibi konuşuyordu. Gerçi sesi daha tiz ve daha sertti. Gözlerinden birbiri ardına damlalar dökülüyordu. Büyük çatışmadan önce Troçki’nin son sözlerini hatırlıyorum:
‘Köprüden geriye bir adım olsun çekilmek yok. O bizim elimizde kalacaktır. Vyatka’dan geri çekilmek yok.” (
8)

İç savaşın en çetin ve en kritik çarpışmalarından birisi Kızılların zaferiyle sonuçlanacaktır.
Müslüman savaşçıların Kızıl Ordu’da çok büyük bir işlevi olacaktır.

KATEGORİLER
ETİKETLER