Saldırılar Neden Yoğunlaşıyor? Ne Yapmalı?
Selçuk Tepeli, Gülşen, Sezen Aksu, Sedef Kabaş…
Bu hafta içerisinde iktidarın lincine ve baskısına maruz kalan isimler… Mesele ya iktidara yönelik eleştiriler, ya bir şarkı sözü ya da bir kıyafet. Özellikle bizzat cami minberinde Erdoğan’ın ağzından Sezen Aksu’ya yönelik “dilini koparırız” tehdidinin yükselmesi ve gazeteci Sedef Kabaş’ın bir atasözü nedeniyle apar topar tutuklanması mevcut rejimin gidişatını anlamak açısından önemli.
Erdoğan rejimi olağan yollarla iktidarda kalabilme potansiyelini kaybederken, baskı politikaları artık sadece muhalif figürlerle sınırlı olmaktan çıkıyor. Örneğin, Sezen Aksu gibi geçmişte AKP’nin açılım politikalarına ve 12 Eylül referandumuna destek vermiş bir isim yıllar önce yayınladığı bir şarkı nedeniyle hedef tahtasına oturtulabiliyor.
İktidarın uzunca bir süredir haddini bil söylemi etrafında yürüttüğü saldırılar bugüne kadar Aksu gibi pek çok ismi hedef aldı. Sadece sosyal medyada değil, iktidarın had bildirme timleri sokakta da kendisini gösteriyor. Süleyman Soylu’yla ilişkisi bilinen Milli Beka Hareketi ve 15 Temmuz Şehitleri Platformu da Aksu’yu hedefe koyan güruhların arasında yerini aldı.
Yani iktidar elindeki bütün araçları muhalefete bir tehdit aracı olarak kullanıyor ve bundan sonra da kullanmaktan sakınmayacaktır. Bu politikalara devlet kurumları da aynı doğrultuda eşlik ediyor: Diyanet uzunca bir süredir İslami-muhafazakar söylemin koçbaşılığını üstlenirken, hedef gösterme konusunda büyük bir enerji harcıyor. RTÜK muhalif medya üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanıyor ve muhalif medya organlarındaki en ufak bir muhalif söylem yaptırımlarla karşılaşıyor. RTÜK Üyesi İlhan Taşçı’nın paylaştığı rakamlar da bunu gösteriyor: Halk TV, Tele 1, Fox TV, KRT ve Haber Türk’e 2021 yılında 21 milyon 500 bin TL para cezası verilirken; iktidar medyasına tek kuruş ceza çıkmadı!
Saldırılar neden yoğunlaşıyor?
İktidarın en büyük korkularından birisi derinleşen ekonomik krizin yarattığı yoksullaşmayla birlikte toplumda biriken öfkenin bir patlamaya dönüşmesi. Zira, emekçi halkın sırtındaki geçim yükü artık taşınamaz hale geliyor. Kış sertleşirken elektrik ve doğalgaz faturaları gündem olmayı sürdürüyor. Özellikle küçük esnaf batışlarında bu zamlarla birlikte bir patlama yaşanması ihtimali kapıda beliriyor. Çarşıda, pazarda gıda fiyatları el yakıyor. Bunların üstüne kış ortasında bütün üretim faaliyetlerini durduran enerji tedariki sıkıntısı ekonominin ne kadar pamuk ipliğine bağlı yürüdüğünü ortaya koyuyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar gündem tekrar tekrar bu noktaya saplanıyor. Haliyle sınıfsal öfkenin birikmesi rejim için önü alınması gereken bir tehdit. Erdoğan 5 Ocak’ta “Sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Cumhur İttifakı sizi gideceğiniz yere kadar süpürecektir.” sözleriyle sokağa çıkmayı düşünenlere yönelik tehditlere bir yenisini eklemişti. Bu konuda yanına onlarca yıldır toplumsal hareketlere yönelik saldırılar konusunda özel olarak yetiştirilmiş Bahçeli MHP’sini de yedeklemiş durumda.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde karşımızdaki ihtimaller az çok belirmektedir. İktidar, sandık aritmetiğini garanti edemediği ölçüde toplumsal muhalefeti sindirmek için elindeki her imkanı kullanacaktır. Bu süreçte toplumun İslami-muhafazakar söylem ve politikalar etrafında daha fazla disipline edileceğini de yeni saldırıları ve linçleri de göreceğiz.
Bu saldırılarda iktidara cesaret veren nokta CHP öncülüğündeki muhalefetin iktidarın baskısına karşı sinik bir yaklaşım sergilemesi ve bunları birer provokasyon olarak niteleyerek itidalli kalmayı alışkanlık haline getirmesidir. Bütün mesele sandığa havale edilerek toplumun muhalif kesimleri saldırılara karşı bir nevi silahsızlandırılmaktadır. Sessiz kalındığı ölçüde iktidarın saldırılarının çapının genişlediğini hatırlatmaya lüzum yok.
Bütün bu karanlığı aşmanın yolu korkup sinmek veya bütün bunların birer provokasyon ve gündem değiştirme çabasından ibaret olduğunu düşünerek kendimizi sandığı beklemenin konforuna alıştırmak değildir. Saldırılara karşı toplumsal muhalefet amasız fakatsız karşı durabilmeli ve toplumda büyüyen öfkenin Erdoğan’ın yutabileceği bir lokma olmaktan çıktığını göstermelidir.
Bizlere saldırılar karşısında salt yaşam tarzı ve özgürlükler eksenine sıkışmayıp onu aşan sınıf temelli bir mücadele çıkış yolunu açabilir. Örneğin 2001 krizinde koalisyon hükümetini çöküşe götüren emekçilerin ve özellikle küçük esnafın krize karşı sokağa taşıdığı öfkeydi. Elbet bugün bundan çok daha ötesine ihtiyaç var. İçinden geçtiğimiz süreç böyle bir mücadelenin yükselebilmesi için bütün maddi şartları içerisinde barındırıyor.