Röportaj: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Mücadeleyi Büyütüyor!
Öğretmen Sendikası, özel sektörde kölelik koşullarına mahkum edilen eğitim emekçilerinin önemli bir mücadele aracı olarak son yıllarda özel bir önem taşıyor. Sosyalist Gündem olarak sendikanın MYK Üyesi Umut Erkurt, Ankara temsilcileri Ceylan Korkmaz, Mahmut Yıldırım ve sendikanın Vakıf Üniversiteleri biriminin temsilcilerinden Tahsin Mert Saygın ile özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin durumunu ve sendikanın geldiği noktayı konuştuk.
Kuruluş sürecinizi pek çok mecrada aktardınız. O yüzden başlarken şunu sormak istiyoruz: Sendika olarak yola çıkarken önüne konulan hedeflerin neresindesiniz? Hem üye sayısı olarak hem de Sendikanın ulaştığı sayısal verilerle ölçülemeyecek etkisi konusunda beklentilerinizi gerçekleştirebildiniz mi?
Umut Erkurt: Bu sorunun yanıtı aslında epey uzun. O nedenle sabrınızı diliyorum.
Sendika olarak yola “taban maaş” mücadelesi ile çıktığımızı artık sağır sultan duydu diyebiliriz. Söylenecek her şeyin başında, bu mücadelenin haklılığı ve meşruluğunu; yaptığımız eylemler, basın açıklamaları, kanal ya da gazetelere verdiğimiz onlarca haber ve sosyal medyadaki etkili çalışmamız sayesinde sokaktaki yurttaştan basına, oradan Meclise ya da çeşitli siyasal kuruluşlara kadar artık bilmeyen, duymayan neredeyse kimsenin kalmamış olması, biliyoruz ki Öğretmen Sendikasının en temel başarılarından biridir.
Şimdi gelinen bu süreçte artık bu başarıyı tam anlamına kavuşturma, somutlaştırma zamanı. 5580 sayılı Yasa’nın 9. madde 2. fıkrasında yer alan ve 2014 yılında patronların isteği ve yasa yapıcıların çalışmasıyla elimizden çalınan taban maaş konusunda, iki buçuk yıldır verdiğimiz mücadele içinde Meclisteki çeşitli muhalefet partilerine yasa önergeleri ve araştırma önergeleri hazırlattık. Bunlardan birisi Genel Kurulda iktidar partisi ve ortağı tarafından reddedildi ancak bu aşı bir kez zerk edildi. Şimdi MEB’den, taban maaş konusunda çalışıldığına ilişkin gelen haberler duyuyoruz. Elbette patronlarla ayda hatta birkaç haftada bir görüşen Millî Eğitim Bakanı, özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin sendikal tek temsilcisi olan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası ile hâlâ görüşme zahmetine girmedi. Bu yüzden bir çalışma yapılıyorsa dahi bunun bizim taleplerimizi ne ölçüde karşılayacağı ya da bizi aptal yerine koyup koymayacağı hakkında bilgimiz yok.
İşte bu yüzden, asgari ücrete ve hatta asgarinin altına mahkûm edilmek istenen eğitim emekçilerinin sabrının taştığı ve eğitimin de gerçek bir kriz içine girdiği bu dönemde, Sendikamız Tüm Türkiye’den yüzlerce eğitim emekçisi ile 29 Ocak’ta Meclise yürüyecek ve taban maaş hakkımızı kitlesel bir yürüyüşle ve kamuoyunu tanık kılarak bize sağır kalan tüm sorumlulardan isteyeceğiz.
İlk sorunun yanıtı biraz uzun oldu ancak iki buçuk yıllık kısa bir zamana potansiyelimiz ölçüsünde çok şey sığdırdığımızı düşünüyoruz. Bunlardan biri de resmî tatillerde, ara tatillerde ya da yarı yıl (sömestr) tatilinde öğretmenlerin tatil haklarını gasp eden kurumlara karşı yaptığımız çalışmaların verdiği ciddi sonuçlardır. Bu gaspa karşı, temsilcilerimiz ilgili her dönemde telefon uyarılarıyla, yetmezse kurumlara gidip yüz yüze uyarılarla patronlara ve yöneticilere hukuku öğretiyor. Bu uyarıyı alan kurumların %90’a yakını bir sonraki tatil sürecinde bu hukuksuzluklara girişmekten Sendika nedeniyle çekiniyor ve öğretmenler tatil haklarını kullanıyor. Bunun bilgisine, bize gelen onlarca teşekkür iletisi sayesinde ulaşıyoruz.
Sendikamızın Hukuk Sekreterliğine bağlı Hukuk Komisyonu bünyesinde Türkiye’nin çeşitli kentlerinden 40’a yakın avukat dostumuz bulunmaktadır. Bugün özel öğretim kurumları konusunda görülecek herhangi bir davayı iddia ile söylüyoruz ki Öğretmen Sendikasının hukukçularından daha hızlı ve etkili şekilde çözecek başka bir kanal yoktur. Bunun nedeni, aldığımız onlarca davadan çıkan onlarca özgün durumun Hukuk Komisyonumuzda ayrı ayrı değerlendirilip her bir işleyiş ve değişiklikten tüm avukatlarımızın bilgisi olmasıdır; yani derdimiz başka avukatları bilgisizlikle suçlamak asla değil, Sendikamız avukatlarının bu alanda ne kadar yetkin olduğunu anlatmaktır.
Aynı sorunuzdaki üyelik konusuna ilişkin de bilgi vereyim: Sendikamız, ÇSGB’nin Temmuz 2023 verilerine göre -henüz ikinci yaşı dolmadan- 8300 resmî üyeye ulaşmıştır. Ocak 2024 verileri açıklanacak ve Sendikamız şu anda 9100 üyeyi aşmış durumda. Bir yıl içinde yüzde 808 büyüyerek işçi sendikaları tarihinde bir yılda en hızlı büyüyen işçi sendikası olduk. Her geçen gün dayanışmamız katlanarak büyüyor çünkü yerimizde saymadan, geldiğimiz yerden hoşnut olup rehavete kapılmadan, amaçlarımıza odaklanarak ilerlemeyi yöntem belirleyen çok dinamik ve çok genç bir yapımız var.
Ceylan hocam burada size sormak istiyoruz. Türkiye tarihinde eğitim emekçilerinin mücadelesi her zaman özel bir öneme sahip olmuştur. Sendikanın ulaştığı boyut ve etkisi düşünüldüğünde bu tabloda özel bir yeri hak ettiğini düşünüyor musunuz?
Ceylan Korkmaz: Eğitim emekçilerinin mücadele tarihinden, deneyim ve kazanımlarından feyz alarak mücadele sürecimizi ilerlettik. Özel sektör eğitim emekçilerinin koşulları, 5580 sayılı Kanun’da ve daha öncesine dayanan değişiklerle sermaye güçlerinin veya küçük patronların inisiyatifine teslim edildiğini mücadelemiz sayesinde artık işçi sınıfı ile birlikte tüm kamuoyu biliyor. Eğitimcilerin dinamik bir yapıyla mücadelede sermayeye karşı yer alması, sınıfını kendiliğinden belirliyor.
Özel sektörde öğretmen; disiplinde devlet memurları kanunu 657’ye, sözleşmede Özel Öğretim Kurumları Kanunu 5580 ve 4857 İş Kanunu’na tabidir. Meslekteki bu çıkmaz, öğretmen mücadelesinin kendine özgü hukuki ve fiili mücadele yöntemlerini geliştirmeye mecbur bırakıyor. Sendikamızın, bürokratik ve hiyerarşik olmayan ama örgütlü bir disiplinle mücadeleyi ilerleten, kolektif bir akılla ortaklaşan, mücadeleye inanmış gönüllü eğitimcileri olarak çeşitli organ ve komisyonlarda görevler alıyoruz. Özgün koşullara yönelik pratikler geliştiriyor, amatör ruh ve örgütlü tavrımızla her geçen gün sistematikleşen bir öğretmen mücadelesi inşası yapıyoruz.
Eğitimin kamusal bir alan olduğu bilinciyle; sadece özlük hakları mücadelesi vermiyor, öğrencilerimize hak arayışında örnek oluyor ve velilerimizle eğitimin niteliğinde ortaklaşabiliyoruz. Sermayeye karşı verdiğimiz mücadelede sınıf bilincini toplumsal gerçeklikle mücadele alanının tamda merkezine yerleştiriyoruz. Dayanışma ile her alanda sınıfımızın yanında yer alıyoruz.
Eğitim emekçileri mücadelemizde, mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olmalı mı olmamalı mı diye bir tanımlama yapmadık, yapmıyoruz. Ancak hiç kuşkusuz ki bu toplumun yetişecek veya yetiştirecek bireylerine doğrudan temas ettiğimiz için, bir anlamda toplumsal mücadele kültürün inşasında önemli sorumluluklar almaktayız. Sendika olarak mücadele ve eğitim alanına sözümüzü söylüyoruz. Ve belki de bize ‘Mücadele dersini öğretmenler veriyor.’ Diye dayanışma selamını ileten ‘sınıf arkadaşlarımızla’ birlikte mücadele tarihi yazıyoruz.
Bugüne kadar yaptığınız eylemler ve faaliyetleriniz özel sektörde çalışan eğitimcilerin sorunlarının kamuoyunda da tartışılmasına neden oldu ve sendikanın da görünürlüğü epey arttı. İşyerlerinde, patron-işçi ilişkilerinde sendikanın varlığı nasıl bir etki yarattı?
Ceylan Korkmaz: Okullarda, iş yerlerinde toplumun alışık olduğu kutsallık atfedilen öğretmen algısından ziyade emek sermaye çelişkisinin tam da ortasında sıkışan, her geçen gün yoksullaşan, sistematik bir şekilde değersizlik ve yetersizlik hissettirilerek mobinge uğrayan, mesleğine, sınıfına yabancılaşan eğitim emekçileri olduğunu artık biliyoruz. Maaşını söylemeye utanan, mobinge uğradığını, atfedilen kutsallığı vicdanına sıkıştırıldığını fark etse de sessiz kalan, en iyi ihtimalle bireysel mücadele etmeye çalışan büyük bir çoğunluk vardı. Sendikamızın örgütlü tavrıyla, hukuki ve fiili mücadele deneyim aktarımları ile önce üyelerin ücretlerin ifşası, sonrasında iş yerlerinde ortak talepler için bir araya gelmesi, ilgili birimlere iletilmesi, karşılık verilmezse çeşitlilik gösteren ama temelde aynı şeye denk düşen, özgün mücadele yöntemleriyle öğretmenin işçiliğini, kurucuların patronluğunu çıplak bir şekilde mücadelemizle ortaya koyduk. Çeşitli ekonomik ve sosyal kazanımlar elde ettiğimiz iş yerleri var olduğu gibi bu mücadeleyi ileriye taşıyacak kadrolarımızın, sistematiğimizin olduğunu da patronlara gösterdik. Usulsüzlük yapan patron derneklerinin korkulu rüyası haline gelen sendikamız, sendikanın girmediği eğitim kurumu kalmayacak iddiamızı her geçen gün artan üye sayısı, taleplerimizin meşruluğu ve mücadele yöntemleri ile güçlendiriyor. Biliyoruz ki öğretmenin birliği önce küçük patronları oradan sermayeyi yenecek.
Hepimizin bildiği üzere ülkede emekçilerin karşı karşıya kaldığı derin bir yoksullaşma söz konusu. Özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin bu tabloda yeri nedir?
Mahmut Yıldırım: Eğitim emekçilerinin de gittikçe yoksullaştığı bir tablo var ortada. Özellikle son 10-15 yılda daha da düşük maaşlara çalışmak zorunda bırakıldık. Her sene, bir öncekini aratıyor. Binlerce özel sektör öğretmeni, asgari ücrete veya yakın ücretlere çalıştırılıyor. Öğrencilerden yüz binlerce lira kazanan, her yıl yeni şubeler açan patronlar; öğretmenlere kölelik koşullarını reva görüyor. Ailelerin özel öğretim kurumlarına ödemek zorunda kaldığı fahiş ücretlerin onda biri bile öğretmene ödenmiyor. Öğretmenlik, vasıflı bir meslek olduğu halde “asgari ücret düzenine” hapsedilmeye çalışılıyor. Lafta “kutsal” olan ama birazcık saygının bile esirgendiği, açlığa mahkûm edilen bir meslek grubu aynı zamanda. Kirasını karşılayamayan, faturalara boğulan, gıda enflasyonuyla baş etmeye çalışan, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan öğretmenleriz biz. Bu tabloyu değiştirebilmek amacıyla özel sektör öğretmenlerinin sözü ve kararlılığı da emek mücadelesi içinde önemli bir yere denk düşüyor artık.
Özel üniversitelerdeki çalışmalarınızı da sormak istiyoruz. AKP döneminde özel üniversiteler de pıtrak gibi çoğaldı. Sendikanın bu alandaki örgütlülüğü ve çalışmaları nedir? Burada öne çıkan sorunlar ve çözüme dair talepleriniz neler?
Tahsin Mert Saygın: Öncelikle belirtmek gerekir ki Türkiye’de yasalar kâr amacı güden özel üniversite kurulmasına izin vermiyor. Fakat vakıflar tarafından kurulan üniversiteler öğrenci sayısını maksimize edip personel sayısını en aza indirerek, verdiği ücretlerde keyfi davranarak, güvencesiz ve esnek istihdam biçimini hâkim kılarak fiiliyatta özel üniversiteler gibi davranmaktalar. Diğer yandan elde ettikleri kârı dışarı aktarmanın bir yolunu bulabiliyorlar.
Sendikamızın çatısı altında kurduğumuz Vakıf Üniversiteleri Biriminin toplam 80 vakıf üniversitesinin 20’sinden fazlasında üyesi bulunuyor. Bu birim ve sendika olarak alanda gördüğümüz en önemli sorunlardan ilki, vakıf üniversitelerinin çoğunda kanuna uygun biçimde akademisyen maaşlarının devlet üniversitelerinde çalışan meslektaşlarıyla eşitlenmemiş olmasıdır. Vakıf üniversitesi patronları mevzuattaki boşluklardan ve YÖK’ün bilinçli müdahalesizliğinden faydalanarak dört senedir denk maaş kanununu uygulamıyorlar. Bırakalım akademik çalışmalarına zaman ve kaynak ayırabilmeyi, bu tarz bir çalışma rejiminin altında vakıf üniversitesi akademisyenleri geçim sıkıntısıyla karşı karşıyalar. Bu durum karşısında bizler vakıf üniversitesi akademisyenlerini sendikalı olmaya ve kurumlara karşı taleplerini yükseltmeye çağırıyoruz. Üniversite bünyesinde bu durumdan rahatsız olanlara, bununla mücadele etmek isteyen herkesle çalışma yürütüyoruz, hukuki destek sunuyoruz. Bir diğer nokta ise vakıf üniversitelerindeki esnek ve güvencesiz istihdam biçimi. Piyasa mekanizmalarının içerisinde senelik sözleşme dayatması, ders saat ücretli akademisyenliğin giderek artması gibi faktörler öne çıkıyor. Böyle bir çalışma rejimi, kaçınılmaz olarak, bilimsel bilgi üretimi misyonunu taşıması beklenen akademisyenlerde yabancılaşmayı ve örgütsüzlüğü teşvik ediyor.
Ücret meselesinde atılması gereken en önemli adım, YÖK’ün bu sorunun çözümü için her üniversitenin uyması gereken bir standart belirlemesi ve buna uymayanlara caydırıcı yaptırımlarda bulunmasıdır. Bunun da yolu sendikal mücadelenin güçlenmesinden geçiyor. Maalesef meclisten geçmiş bir kanunun uygulanması için bile çetin mücadeleler verilmesi gereken bir düzendeyiz. Son olarak, eğitimin kamusal niteliğine vurgu yapan ve eğitim sisteminin bu yolla tekrar düzenlenmesi gerektiğini savunan bir sendikayız. Sendikamız, ülke çapında tüm eğitim kurumlarını kamusal bir niteliğe kavuşturana dek faaliyetlerini sürdürecektir.
Biraz şimdiye kadar sendikanın elde ettiği kazanımlardan ve önünüze koyduğunuz acil taleplerinizden bahsedebilir misiniz? Örneğin propagandanızda en çok taban maaş ve iş kolu meselesinin öne çıktığını görüyoruz.
Umut Erkurt: Taban maaş konusunda fazlasıyla söz ettik sanıyorum. Biraz iş kolu konusunu açmak isterim.
Özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının belirlediği işçi iş kolları içinde 10 no.lu iş kolunda çalışıyor. Bu iş kolu, birçok hak gaspına neden olan ucube halde bir iş koludur.
Bu iş kolunun tam adı, “ticaret, büro, güzel sanatlar ve eğitim” olarak geçer. Görüldüğü gibi 4 tane temel meslek alanı, bir iş kolunun içine atılıp kaderine terk edilmiştir. Bu dört temel meslek alanının altında ise 200’e yakın faaliyet tanımı vardır. İçlerinde tuvalet işletmesi, ayakkabıcılık, Millî Piyango satıcılığı gibi özellikle eğitim ve güzel sanatlar ile uzak yakın ilgisi olmayan faaliyet tanımları görüyoruz. Böyle bir şeyi kabul etmiyoruz yani bu olabilir mi? Eğitim; sağlık ve adalet gibi toplumun tamamını ilgilendiren en hassas meslek alanlarından biridir ama bulunduğu iş kolunun içinde tuvalet işletmeciliği var.
Bu konudaki asıl teknik soruna gelelim: Bir işçi sendikasının toplu iş sözleşmesi (TİS) ve grev hakkına sahip olabilmesi için içinde bulunduğu iş kolunda çalışan emekçilerin toplamının %1’i kadar üyeye sahip olması gerekir.
10 no.lu iş kolunda toplamda 4 buçuk milyon emekçi çalışıyor ancak elbette bunların tamamı eğitim emekçisi değil. Bizim belirlemelerimize göre vakıf üniversitesinde çalışan eğitim emekçilerini de kattığımızda özelde çalışan ortalama 500 bin civarında eğitim emekçisi bulunmaktadır. 4 buçuk milyon çalışana bakarak bu sayının %1’i 45 bin üye zorunluluğu demektir. Güzel ama bu emekçilerin tamamı eğitimci değil ki! Sendikamız iki yıl içinde zaten 8 bin üyeyi aşmış ki 500 bin çalışana göre baktığımızda bu durum gereken oranın neredeyse iki katı üyemiz olduğunu gösteriyor yani toplu iş sözleşmesi ve grev hakkımız, bu iş kolunda bulunduğumuz sürece açıkça gasp edilyor.
Bu aşamada, 10 no.lu iş kolundaki neredeyse tüm sendikalar ile yüz yüze görüşmelerde bulunduk. Bunlardan çoğu, bizim yaşadığımız sorunu onaylıyor ve benzer sorunlarının olduğunu söylüyor. İş kolundaki en yüksek üyeye sahip (bir anlamda bu iş kolundan rahatsız olmayan ve tersine bu iş kolundan yararlanan) iki sendika dışında, diğer sendikalar ile bir uzlaşı oluşturmak için toplantı yaptık. Bu toplantının sonucunda çıkan temsilciler ile ÇSGB’ye bağlı Çalışma Genel Müdürlüğü ile “Bu iş kolunda düzenleme yapılması için tüm taraflar ve konfederasyonlar ile ortak zeminin oluşturulması adına” talepte bulunmak için görüşmeye gittik. Bu aşamada Çalışma Genel Müdürlüğünde hızla ve acil şekilde bu toplamı sağlamaları için çalışma yapmalarını bekliyoruz.
10 no.lu iş kolu, hantallığı ve anlamsız yapısı ile emekçilerin haklarını gasp etmektedir ve biz kendi özgün konumumuzda, yepyeni bir “eğitim, öğretim, bilim iş kolu” kurulması için tüm gücümüzle çalışıyoruz.
Sendikanızın bulunduğu işkolu ülkede güvencesizliğin en yoğun olduğu alanlardan biri. Bu sektördeki emekçilerin genel taleplerinin yanında gündelik iş yaşamında karşı karşıya kalınan hukuksuzluklara karşı da ciddi çaba harcıyorsunuz. Hem bu tarz pratik durumlardan hem de hukuki yollardan aldığınız geri dönüşler nasıl?
Mahmut Yıldırım: Buna katılmamak elde değil, eğitim emekçileri özel sektörde bir güvencesizlik sarmalında hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar. “Belirli süreli iş sözleşmesi” ile çalıştırılan özel sektör öğretmenleri; önünü görememekte, çalışma sürekliliği ve iş barışı sürekli bozulmaktadır. Her yıl yeni bir kurum aramak zorunda bırakılan birçok arkadaşımız var. Hem bu “sözleşme biçimine” hem patronun keyfiyetine karşı ciddi anlamda mücadele veriyoruz, bunun değişmesi için çabalıyoruz. Aldığımız dönüşler çok olumlu çünkü haklarımızı Sendika ile mücadele ederek yolda öğreniyoruz, desek yeridir. Daha öncesinde ne yapacağımızı bilemezken şimdi doğru bir tavır takınıyoruz çünkü öğretmenlerde bilinçlilik düzeyi gittikçe artıyor. Özel öğretim kurumlarına karşı kazandığımız davalar sayıca artıyor, emsal gösterilebilecek kazanımlar oluyor. Patronlar ise haksızlık yapacakları zaman iki kez düşünmek zorunda kalıyorlar artık. Bilinçli ve örgütlü bir eğitim emekçisini karşısına almak istemiyor. Sendika bu anlamda da caydırıcı oldu.
1 Ekim’de yaptığınız meclis önü buluşma çağrısı talihsiz bir güne denk gelmişti. 29 Ocak’ta yeniden çağrı yaptınız. Meclise taşımak istediğiniz acil talepleriniz nedir?
Umut Erkurt: Bu sorunun Meclis bölümüne aslında yukarıda yanıt oluşturduk ancak kalan bölümü için şunları ifade edelim: Emeğinin karşılığını asla alamayan bir eğitim emekçisi kitlesi var. Öğretmenler, özel öğretim kurumlarında insanlık dışı çalışma saatleriyle çalışma zorunda bırakılıyor. Özel öğretim kurumlarında yapılan sözleşme MEB sözleşmesini esas alır ve bu sözleşmeye göre öğretmen, 20 + 20 olmak üzere haftada toplamda en çok 40 ders saatine girebilir. Buradaki +20, “ek ders ücreti verilmek zorunda” demektir yani 21. saat itibariyle kurumlar, öğretmenlere o yıl anlaşılan aylık ücretin yanında MEB’in o yıl için belirlediği ek ders ücretini vermek zorundadır ancak binlerce kurum, öğretmenin bugüne dek gösterdiği sinmişlik ve hukuki bilgisizlik nedeniyle bu yaşamsal hakkı da pervasızca gasp etmektedir. Bu ek ders ücretlerinin yatmaması bir yana, 6 hatta 7 gün boyunca 55-60 saatlere kadar derse girmek zorunda bırakılarak bütün sosyal yaşamı elinden çalınan ve mesleki gelişimi yok edilen binlerce öğretmen, patronlar tarafından sömürülüyor ve patronlar burada yasal sözleşmeyi delip haddinden çok fazla ders saatleri yazarak büyük bir suç işliyor.
2014’te taban maaş hakkımızın çalınmasının yanı sıra 2013 yılında da yine 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası’nda var olan “belirsiz süreli sözleşme” hakkımız, mevsimlik işçiler için kullanılan “belirli süreli sözleşmeler”e çevrilmiştir. Belirli süreli sözleşmeler, özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin “güvencesizlik”inin temelini oluşturuyor. Biz, belirli süreli sözleşmeleri de parçalayıp atacağız.
Döneme başlarken ödenmek zorunda olan “eğitim-öğretime hazılık ödeneği” (Kırtasiye yardımı diye kullanılır.) yine yüzlerce kurum tarafından gasp edilir. Kimisi bunu görmezden gelip hiç yatırmazken kimisi de bankaya yatırır, böylece MEB’e yasaya uyduğunu gösterir ve sonrasında öğretmenden elden geri ister.
“Elden” kavramı da bizim yaşamımızda önemli yere sahiptir. Dönem başında asgarinin üstünde bir maaş ile anlaşma yapıldığında yüzlerce kurum, öğretmenin asgariye kadar olan maaşını bankaya yatırır, kalan maaşı ise bankaya yatırır. Böylece öğretmene asgari ücret üzerinden SGK primi yatırabilir. Binlerce eğitim emekçisinin emeklilik yaşamı, tam da bu nedenle çok büyük sıkıntı ve zorluklar içinde geçecek.
29 Ocak’ta ise Meclise gidiş amacımız, doğrudan doğruya “taban maaş hakkımız”ı istemek olacak. Bu yaşamsal konuyu, başka konular ile bölmeyeceğiz.
Özel okullarda, kurslarda, rehabilitasyon merkezlerinde ve diğer işyerlerini de dahil ettiğimizde oldukça geniş ve heterojen bir emekçi bileşimine hitap ediyorsunuz. Türkiye gibi siyasi ve kültürel olarak kutuplaşmış bir ülkede bu toplamı aynı örgütlülük içerisinde bir araya getirmenin zorluklarını aşma konusunda nasıl bir yol izliyorsunuz? Zorlandığınız noktalar oluyor mu?
Mahmut Yıldırım: Zorlandığımız tarafları kesinlikle oluyor çünkü bağlı bulunduğumuz iş kolunda yıllardır bastırılmış, sömürülmüş, işten atılma tehdidine maruz kalmış bir öğretmen kitlesi var. Ülkenin içinde bulunduğu her türlü durumdan, ayrışmadan etkilenen ve ön yargılar geliştiren de bir toplamız aslında. Dolayısıyla arkadaşlarımıza sendikayı anlatırken çok hassas davranıyoruz. Bağımsız bir emek örgütü olduğumuz noktasına vurgu yapıyoruz; çünkü bunu soran çok oluyor. Sendikayı takip eden, çalışmalarına katılan her arkadaşımız aslında mücadele içindeki samimiyeti de görüyor. En büyük artımız bu diye düşünüyorum. Kurumlardaki haksızlıkları takip ediyor, arkadaşlarımızla irtibat kuruyoruz ve mücadele hattını birlikte konuşuyoruz. Kararları hep birlikte alıyoruz. Ciddi bir emeğin ortaya konduğunu görüyorlar hem takdir ediyorlar hem mutlu oluyorlar. Mücadele enerjisini çoğaltırken işleri de bölüşmüş oluyoruz. Bu da güzel bir dayanışma ağı oluşmasını sağlıyor. Farklı birimlerde çalışan örgütlü arkadaşlarımızın olması da bu iş yerlerindeki çalışmaları yapmamızı sağlıyor. Hemen her birimde (özel okul, kurs, rehabilitasyon merkezi, kreş, vakıf üniversitesi) çaba gösteren, bu örgütlülüğü büyütmeye çalışan arkadaşlarımız var ve sayımız gittikçe artıyor.
Sorularımızı yanıtladığınız için teşekkür ederiz. Mücadelenizde başarılar diliyoruz.