Proletaryanın Sahneye Çıkışı: 1848 Devrimleri (Yahya Bolat)

28 Eylül, 2014

19. yüzyıl Avrupa’sı dünyanın seyrini değiştiren onlarca olaya sahne oldu. Şüphesiz bunların arasında, 1848 devrimleri çok önemli bir yere sahiptir. Çünkü 1848 devrimleri, tarihin “sınıf savaşımları” devinimini net bir şekilde yansıtır.

 

İngiltere’de 1780’lerde başlayan sanayi devrimi ve 1789 Fransız devrimi feodalizmin bağrından yeni bir sınıfın hükümranlığını ilan etmişti: Burjuvazi. Her ne kadar burjuvazi, “özgür emeği” yaratarak, feodalizme göre zamanında “ilerici” bir rol oynamış olsa da onun yarattığı sistem, insanları fabrikalara tıkarak onlarca saat çalıştırıp, sonunda onları evde aç yatmaya mahkum edecek kadar “özgürlükçüydü”. Bir yanda kendi karını muazzamlaştırırken diğer yanda her türlü mülkten “özgür” bir işçi sınıfı yarattı. İşte 1848, fabrikalarda çalışan ve “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan” bu mülksüzlerin, özel mülkiyeti ve dolayısıyla sömürüyü sonsuza kadar kaldırabilecek tek sınıf olduğunu kanıtladığı savaştır aynı zamanda. Bu nedenle 1848 devrimleri, hem kapitalizmi anlamada, hem de sömürünün olmadığı gerçek özgür bir dünyayı yaratacak olan mücadelenin şeklini belirlemede bir kılavuz görevi gördü.

Elbette bu sınıfsal çalkantılar, ideolojik alana da yansıyacaktı. Nitekim insanlığın yüzlerce yıllık eşitlik ve adalet özlemi ile ortaya çıkmış olan sosyalizm fikri, 1848 devriminin bağrında, Marks ve Engels’in elinde bilimsel temellere oturtuldu. Bilimsel sosyalizmin toplumsal devrim ve komünist bir dünya için önder olabilecek tek sınıf olan proletaryaya verdiği başrol, aynı zamanda burjuvazinin de ebedi bir gerici karaktere sahip olduğunun ilanıydı. 21.yy Marksizmini ve bugünün sınıf kavgası için bir hat çizmek adına 1848 devrimlerini anlamak faydalı olacaktır.

Devrimlerin Merkezi: Fransa

18. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşen sanayi devriminden sonra, kapitalist üretim tarzı artık Avrupa’ya hâkim oluyordu. Fakat serpilmiş olan genelleşmiş meta ekonomisinin ve sermayenin sahibi bu yeni sınıfın iktidarı elinde tutan aristokrasi karşısında (her ülkenin kendi özgünlüğünü yadsımadan bir genelleştirme yapılması gerekirse) siyasal olarak hiçbir söz hakkının olmaması, burjuvazinin feodalizmi yıkacak bir güç olarak ilerici niteliklere sahip olması anlamına geliyordu. Feodal aristokrasi varlığını sürdürürken, kapitalizm hızla gelişiyor, yanında proleter sınıfı da geliştiriyordu. İşte kıta Avrupa’sı bu sınıfların kendi çıkarları etrafındaki mücadelelerle şekilleniyordu. Bu mücadelenin en nihai belirleyeni olan işçiler ve burjuvazi arasındaki çatışma ilk olarak Fransa’da gerçekleşti. Aynı zamanda Avrupa’daki mücadelenin fitili de Fransa yaktı. Bu açıdan 1848’i Fransa üzerinden ilerleyerek incelemek daha aydınlatıcı olacaktır.

1815’te Napolyon’nun yenilmesinden sonra iktidara arkasına uluslararası gericiliğin desteğini alan Fransa’da aristokrasinin temsilcisi, Bourbon hanedanlığından 18. Louis geçti. Mutlakiyeti ve kilise hiyerarşisini tekrar yaratmaya çalışan Louis, feodalizmin en büyük otoritesi olan kilisenin gücünü yeniden tesis etmek için kiliseye 1789 Büyük Fransız Devrimi’nde halka dağıtılan topraklarını iade etti ve eğitimi yeniden kilisenin emri altına soktu. Ulusal borçların tahvil faizleri burjuvazi aleyhine düşürüldü. Cizvitler (aşırı kralcı kanat) tekrar ülkeye çağırıldı. Tüm bunlar olurken, Restorasyon döneminde (1815-1830) burjuvazi ekonomik olarak güçleniyordu. Devlet, geçirdiği ekonomik bunalımlardan ancak burjuvazinin maddi yardımıyla kurtulabiliyordu. Bu çelişki, siyasal alana da yansıdı. Bir yanda geleceğin gücü burjuvazi, diğer yanda geçmişin güçleri aristokrasi ve kilise vardı. Bu ikilem içinde, ılımlıların artan muhalefetine karşı Louis’ten sonra gelen kral X.Charles, aristokrasi ve kiliseye destek vererek aşırı kralcı hizipten Polignac’ı 1829’da başbakan olarak atadı. Polignac’ın programı belliydi: kiliseyi topluma hakim kılmak, aristokrasiyi ise siyasal olarak üstün kılmak. Muhalefet Polignac’ın başbakanlığını tanımayarak burjuvazinin programı yönünde bir protesto ortaya koyuyordu. Kral için kabul edilemez olan bu burjuva muhalefet, meclisin feshi ve Polignac’ın 25 Temmuz 1830’da yayınladığı kararname ile seçim ve basın üzerinde baskı kuran kararla baskılanmaya çalışıldı. Kralı doyurmaktan ve baskılardan bıkmış olan baldırıçıplaklar (Sansculottes- işçiler,kent yoksulları ve yoksullaşan esnafları temsil eder), Paris sokaklarına inmeye, aristokrasinin gericiliğine ve içinde bulundukları sefalate karşı seslerini yükseltmeye başladı. Burjuvazinin yayın organı National, halkı sokaklara inmeye çağırıyordu, çünkü aslında toplumun küçük bir azınlığı olan ve henüz palazlanmaya başlayan burjuvazi, kralı yıkacak bir sokak gücüne sahip olamazdı. Bunun için Paris yoksullarının krala olan öfkesinin yıkıcılığını kullanmak niyetindeydi. Ancak madalyonun diğer yüzünde de burjuvazinin bu yıkıcı güç karşısında duyduğu büyük korkunun resmi

mevcuttu. Yine de henüz bir sınıfın kolektif eylem ve siyasal gücüne sahip olmayan yoksulların büyük gücünü onların taleplerini manşetlere taşımak vasıtasıyla açığa çıkarıp bu sayede siyasal iktidara uzanmak da burjuvazi için pekala izlenmesi gereken taktikti.

1830 Temmuz Devrimi ve Lyon Ayaklanması

Ekonomik bunalımın her geçen gün yaygınlaştığı Fransa’da halk, Temmuz 1830’da özgürlük için sokaklara indi. İşçiler, öğrenciler, esnaf üç günlük direnişten sonra belediye binasını ele geçirdiler. Bourbon hanedanı böylelikle kesin olarak yıkılıyordu.

Burjuvazi 1830 devriminde o sırada yoksulların talepleri olan ne cumhuriyeti, ne de genel oy hakkını istiyordu. Onlar otorite ile özgürlük arasında sermaye birikimini sağlamaya yetecek kadar özgürlük, ama kitlelerin sömürülmesini mümkün hale getirecek kadar da bir otorite istiyorlardı. Yani özgürlükten anladıkları yeni kapitalist üretim ilişkilerinin önünü açmaktı. Burjuvazi bu nedenle bir yandan devrimin sürmesini, diğer yandansa aşağı sınıfların devrimci taleplerinin bastırılmasını istiyordu. Bu nedenle onca çabayla Orleans hanedanından liberal monark Louis Philippe’yi başa geçirdiler. Philippe finans burjuvazisini güçlendirmeye çalıştı. Marks Temmuz Monarşisini şöyle anlatır: “Temmuz devriminde sonra liberal bankacı Lafitte suç ortağı, Orleans dükünü, büyük sevinçle belediye binasına götürürken ağzından şu sözler dökülür: ‘Artık bankacıların egemenliği başlayacak.’ Lafitte böylece devrimin sırrını açığa vurmuş oldu.’’

1830’dan hiçbir kazanım elde etmeden çıkan işçiler, küçük burjuvazi ve sanayi burjuvazisi Philippe’nin mali aristokrasiyle el ele verip devletin tüm gelir kaynaklarını kendi tekellerine göre yönlendirmesinden rahatsızdı. Parasını devlet tahvillerine yatıran halk, bir avuç bankacı spekülatörün insafına terk edilmişti. Devrimleri çalınan yoksullar, kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri gerektiğini acı deneyimle öğrenmeye başlamışlardı. Paris’te İnsan Hakları Derneği, Halkın Dostları gibi dernekler işçilerle dolup taşıyordu.

Tabandaki bu kıpırdanmaların ilk patlayışı, 1831’de Lyon ayaklanması ile oldu. 21 Kasım 1831’de ‘Çalışarak yaşamak veya dövüşerek ölmek’ için sokaklara indi ve tarihin ilk büyük proleter ayaklanması böylelikle patlak verdi. 1834’te Lyon’da işçiler tekrar sokağa döküldü. Bu ayaklanmanın kanla bastırılması üzerine’ Halkların Dostları’ Paris’te ayaklanma başlattı. Bunu Mevsimler Derneğinin 1839’daki ayaklanma çağrısı izledi. Bu ayaklanmanın devamında terzi ve marangozlar fazla mesai ve ekmek fiyatlarının düşürülmesi için greve çıktı. Grev dalgası giderek yayıldı ve genel grev havasına büründü. Eylülde çatışmalar şiddetlendi. Ulusal muhafızların işçi kıyımıyla duruma hakim olmasından sonra 900 işçi tutuklandı. 1840’larda devam eden ekonomik bunalımın faturasını ödemek istemeyen işçilerin genel grev dalgası 1848’de Şubat’ında iç savaş haline dönüştü.

Fransa 1848 – İşçi Ayaklanması

Marks, Fransa’da Sınıf Savaşımları adlı eserinde Şubat Devrimi’nin ekonomik nedenlerini şöyle anlatır: “1845 ve 1846 patates kıranı ve kötü hasatlar halk arasında genel rahatsızlığı arttırdı.1847 kıtlığı Fransa’da olduğu gibi Kıta Avrupa’sında da mücadelelere yol açtı. Finans aristokrasisinin pespaye sefahat alemlerine karşılık halkın zorunlu ihtiyacı için mücadelesi!’’ Ayrıca İngiltere’de başlayan sanayi buhranı, fabrikaların kapanmasına neden oluyordu. Sanayinin durmasından yararlanan ticaret burjuvazisi de Fransa’da açtığı büyük müesseseler ile küçük burjuvaziyi ezdi.

Finans aristokrasinin yarattığı bu yıkımlar, tüm muhalefet kesimlerini seçim reformu sloganı etrafında topladı. Seçim kısıtlamaları ortamında halkın düzenlediği akşam ziyafetleri, kitlelerin seslerini duyurmasını sağladı. Bu ziyafetleri kısıtlayan iktidara karşı halk, 22 Şubat’ta toplanma kararı aldı. Bununla birlikte başlayan çatışmalar 2 Mart’ta kralın tahtan indirilmesiyle sonuçlandı.

Kralın devrilmesinden sonra kurulan Geçici hükümetin mahiyetini Marks şöyle anlatır: “Geçici Hükümet Temmuz monarşisini birlikte deviren, ama çıkarları birbiriyle çatışan farklı sınıflar arasındaki uzlaşmadan başka bir şey değildi.’’ Cumhuriyetçi küçük burjuvazi temsilcisi Redru Rollin, liberal burjuvazinin temsilcisi Thiers, ve işçilerin temsilcileri Luis Blanc ve Albert.”

Burjuvazi mevzi kazanıyordu. 23 Nisan’daki seçimden zaferle çıktı. Ancak sokaklarda bedel ödeyen işçilerden sadece dört temsilci meclise girdi. Fakat Temmuz devriminde gereken dersi alan işçiler, devrimi burjuvaziye kaptırmamakta kararlıydı. Artık burjuvazi, işçi sınıfının 1830’da olduğu gibi müttefiki değil, bir düşmanı haline gelecekti.

Kurucu Meclis, ilk iş olarak Ulusal Atölye’lerin ekonomik yük yaptığı gerekçesiyle kapatılmasını istedi. 13 Mayıs’ta Ulusal Atölyeleri kapatma karara bağlandı. Akabinde toplumsal muhalefetin devrimci gücü işçileri merkezlerden uzaklaştırmak üzere işçilerin geldikleri bölgelere gönderilmeleri kararı çıkartılırken, önde gelenleri tutuklandı. İşçilerin bu savaş çağrısına cevabı geç olmadı. Sokaklarda küçük çaplı gösteriler başladı. Burjuvazi bu gösteriler ve barikatlara ses çıkarmayarak bir diktatörlük gerekçesi yaratmak istiyordu. 23 ve 24 Haziran’da da devam eden çatışmalara karşı General Cavaignac görev başına çağrıldı ve bir gün içinde barikatlarda büyük bir kıyım gerçekleştirildi. İşçilerin Paris’i almasına ramak kalmıştı, ama proletarya henüz iktidar için yeterince olgunlaşmış değildi. Paris proletaryası yiğitçe dövüştü, 15 bine yakın işçi katledildi, binlercesi de tutuklandı.Ve haziran ayaklanması yenildi. Marks’ın deyimiyle “Burjuva cumhuriyetinin yüzünün üstündeki peçe kalktı… Burjuva cumhuriyetinin gerçek doğum yeri Şubat devrimi değil, Haziran yenilgisidir.” Devrim öldü! Yaşasın Devrim!

Kıta Avrupa’sında 1848

Avusturyalı Monarşist Başbakan 1840’larda şöyle der: “Fransa hapşırdığı zaman tüm Avrupa nezle olur.’’ Şubat devrimi ile ‘hapşıran’ Fransa adeta Avrupa’yı yerinden edecek bir bombanın fitilini yakmıştı.

1848 Avrupa’sında burjuvazi bir sınıf olarak siyasi açıdan çok zayıftı. Fakat Fransa’daki devrimler ve aristokrasinin yerle bir edilmesi oradaki muhalif harekete müthiş bir atılım getirdi. Marks’ın dediği gibi artık ‘galya horozu’ ötmüştü. Avrupa’nın dört yanında öğrenciler, işçiler ve aristokrasiden kurtulmak isteyen burjuvalar sokakları doldurmaya başladı.

1848 Şubat’ında patlak veren Fransa’daki devrim, Avrupa’daki tahtların altına konmuş bir bomba gibiydi. 1847’de Sicilya’da bir ayaklanma olmuştu bile. Şimdi bunları Viyana, Milan, Venedik, Prag ve Berlin’deki ayaklanmalar izledi.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Almanya ve Avusturya burjuvazisi 1848’e kadar siyasi ve toplumsal muhalefet açısından birikime sahip değildi. Fakat burjuvazi artık Prusya ve Avusturya-Macaristan krallığının onun önünde duran bir engel olduğunu da gayet iyi kavramıştı. Çünkü imparatorlukları sınıfsal tutuculuğu burjuvazinin tüm dünyaya yayılmak ve birikmek için serbest hareket isteyen sermayesinin önünde ciddi bir engeldi. Bu sebeple temel talep, feodal sınırların kaldırılması ve sermayenin özgürlüğüydü sadece.

Ayaklanmanın başrollerinde ise işçiler ve öğrenciler vardı. Burjuvazi ise sadece pasif destekçi konumundaydı. Çünkü ayaklanmacı öğrencilerin eşitlik, özgürlük taleplerinin ve bunun yanında işçilerin çalışma hakkı taleplerinin kendisinin çıkarlarına nasıl zarar verebileceğini ve bu kesimlerin gerektiğinde talepleri için nasıl can verebileceğini Haziran’da, Fransa’da görmüştü. Barikatlarda verilen mücadele ile aristokrasi yerle bir edildi. Milano, Piyamonte, Sardunya Habsburglar’a karşı savaş açmıştı. Venedik, Macaristan ve Bohemya bağımsızlık ilan etmişti. Alman prensliklerine karşı da Frankfurt, Berlin ve daha bir sürü kentte, Marks ve Engels’in bizzat katıldığı, ayaklanmalar başlamıştı. Nihayetinde Metternich kaçmak zorunda kaldı. Burjuvazi yukarda da dediğimiz gibi ayaklanan işçilerden, oların taleplerinden ve devrimci ruhtan, aristokrasiden korktuğundan daha çok korkuyordu. Bu nedenle meclislerde işçileri ve onların isteklerini göz ardı etti. Fakat işçiler, Fransa işçileri gibi devrimlerine sahip çıktılar. İşte tam da bu noktada burjuvazinin 1917 Şubat devriminde de ortaya koyacağı gerici karakter açığa çıktı. Devrimci dalga ile baş edemeyeceğini anlayan burjuvazi, devrimde ülkeden kaçan aristokrasiyi tekrar ülkeye çağırarak imdat frenini çekti. Ve böylece düşman kardeşler, ortak düşmanları işçilere karşı, karşı devrimci bir katliamın örgütleyiciliğini yaptılar.

Marks, Marksizm ve 1848

Marks ve Engels, 1847’de Komünist Manifesto’nun ilk cümlesinde “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor. Komünizm heyulası.” diye yazmıştı. Bu satırlar yazıldıktan birkaç ay sonra 1848 Devrimleri patlak verdi. Manifesto’da yeni doğmakta olan kapitalist sınıfın geçici olduğunu, her ne kadar feodal sistem tam olarak bertaraf edilmese de burjuvaziye musallat olacak olan sınıf çatışmasının kaçınılmazlığını açıklıyorlardı. Fakat ikisi de henüz feodalizmin tam olarak bertaraf edilmediği koşullarda, nihai zafer olan proletarya diktatörlüğünün gelişim seyrinin nasıl olacağı konusunda henüz net bir fikre sahip değillerdi. Daha doğrusu geçmiş mücadelelerin (1789 ve 1830) etkisi altındaydılar. Engels bunu şöyle açıklar: “… Şubat 1848’de Paris’te ilan edilen ‘toplumsal devrimin, proletarya devriminin, nitelik ve gidişatı hakkındaki fikirlerimizin, 1789 ve 1830 devrimlerinin anısının damgasını taşıması, aşikâr olduğu kadar, kaçınılmaz bir şeydi de…’’

Marks, Alman devrimini ele aldığı Talepler metninde Manifesto’da bahsettiği ‘burjuva devrimlerin mülkiyet sorununun onu proleter devrime bağlayacak bir halka olduğu’ görüşünü dile getirmez. Sadece gelecek devrimin bir burjuva devrimi olacağı ve feodal kalıntıları tasfiye edeceği fikrini ön plana çıkarır. 1848 devrimlerine kadar, sanayinin gelişmesi ve proletaryanın toplumsal güç olabilmesi için ön koşul olarak feodalizmin yıkılması gerektiğini söyler. Ancak yukarıdaki anlattığımız gibi burjuvazinin işçileri aristokrasinin kılıcı altına itmesi onların bu fikrini değiştirmişti. “Prusya burjuvazisi, eski toplumun temsilcisi olan aristokrasinin karşısında, bütün modern toplumun temsilcisi olan 1789’un Fransız burjuvazisine hiç benzemiyordu. Bir tür zümre konumuna düşmüş… Daha en başta halka karşı ihanete meyletmişti. Çünkü kendisi zaten eski topluma aitti.’’ diyecekti Marks. Burjuvazi artık ilerici değildi. Ayrıca 1848’den sonra Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’ne önsözde yazdığı “Almanya için bir ütopyacı düş olan, radikal devrim, insanların genel kurtuluşu değil, kısmi ve salt siyasal bir devrimdir. Almanya sonuna kadar giden bir devrim yapmadıkça devrim yapmış sayılmaz’’diyerek Hegel’in idealizminin karşısında toplumsal devrim anlayışını koyarak bilimsel sosyalizme en temel katkılarından birisini yapar. Marks, burada açıkça, proletaryanın kurtuluşunun ve tüm halkların özgürlüğünün, proleter diktatörlük kuruluncaya kadar olacak olan bir sürekli devrim’in sonucu olacağını ön plana çıkarır. Artık eski taktiğin sonu gelmişti. Yeni taktik ise aşikârdı: Zafere kadar sürekli devrim!

Marks ve Engel bu devrimin uluslararası bir işçi devrimi olmasının ehemmiyetini de açıkça ifade ederek dünya devriminin kendisinin sınıf mücadelesi anlayışının ve komünizm hedefinin mantıksal sonucu olduğu açıkça ifade eder ve yazar Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda şöyle yazar:

…Fransa’da her yeni proleter kıyım, doğrudan doğruya bir dünya savaşı ile el ele gidecektir. Yeni Fransız devrimi, kendi milli toprağını derhal terk edip Avrupa alanını fethetmek zorunda kalacaktır. 19. yüzyıl sosyal devriminin üzerinde gerçekleşebileceği tek alan odur.’” 1848 devrimlerinden bu yana insanlığın sırtındaki kambur olan burjuvaziye karşı savaşta Marks, bu satırlarda tekrar haykırıyor: “Bütün dünyanın işçileri birleşin!” 

KATEGORİLER
ETİKETLER