Pandemide de Krizin Yükü Emekçilerde!
Türkiye uzunca bir süredir Cumhuriyet tarihinin en büyük bunalımlarından birisi ile karşı karşıya: İşsizlikten, hayat pahalılığına; düşük ücretlerden, iş cinayetlerine kadar emekçi sınıflar birçok sorunla yüz yüze.
DİSK-AR’ın hazırladığı Salgının Çalışma Yaşamına Etkileri başlıklı raporda yer alan aşağıdaki veriler emekçilerin hayatını özetliyor:
• İşçilerin yüzde 23’ü kısa çalışma yaptı.
• Özel sektörde işçilerin ise yüzde 37’si kısa çalışma yaptı.
• Araştırmaya katılan işçilerin yüzde 36’sı ücret ve gelir kaybı yaşadı.
• İşçilerin yüzde 40’ı daha ucuz besinlere yöneldi.
• İşçilerin yüzde 25’ten fazlasının borçları arttı.
• İşçilerin yüzde 19,4’ü kredi kartının alt limitini ödeyebildi.
• İşçilerin yüzde 16,5’i kredi kartı borcunu ödeyemedi.
İşsizlik Cumhuriyet Tarihinin En Yüksek Seviyesinde!
Salgınla birlikte ülkedeki en önemli ekonomik ve sosyal problem olarak işsizliği ön plana çıkarmak yanlış olmayacaktır. Türkiye, Covid-19 sonrası dönemde Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranlarıyla karşı karşıya. DİSK-AR’ın yayınladığı Temmuz ayı verilerine göre
Covid-19 etkisiyle revize edilmiş geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı 17,7 milyonu aşarken; pandeminin yaklaşık 11 milyon yeni iş kaybı ve işsiz yarattığı belirtiliyor. Verilere göre geniş tanımlı işsizlik ve iş kaybı oranı % 52’ye ulaştı.
İktidarın oyuncağı haline gelen TÜİK bizlerle dalga geçercesine istihdam düşerken, işsizliğin de azaldığını söyleyebiliyor. DİSK-AR’ın verilerine göre sadece son bir yılda 2.585.000 kişilik bir istihdam kaybı gerçekleşirken; iş başında olanların sayısında 7,1 milyonluk bir azalma yaşandı. Ümitsiz işsizlerin sayısı ise 553.000’den 1.310.000’e yükselmiş durumda.
İktidarsa gerçek işsizlik rakamlarını örtbas edebilmek için kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin desteği süresini uzatmaktan başka bir şey yapamıyor ve emekçileri sefalet ücretlerine mahkum ediyor.
Yoksulluğa “Çözüm”: Emekçileri Daha da Borçlandırmak!
Nisan ayında başlayan kısa çalışma ödeneği uygulaması ve ücretsiz izin desteği emekçilerin işten atılmalarını engellese de beraberinde yeni sorunları getirdi. Bunun en doğrudan etkisi milyonlarca emekçinin hızla derin bir yoksulluğun ve geçim sıkıntısının içine itilmesi oldu. İktidarın bu soruna karşı bulduğu çözüm ise dahiceydi: Emekçileri kamu bankaları eliyle dağıtılacak kredilerle daha da borçlandırmak.
Ekonominin çarklarının döndürülmesi zorlaştıkça kredi faizlerini düşürmeyi bir “silah” olarak kullanan iktidarın bu yönelimi özellikle son bir yılda kredi borçluluğunu hızla artırdı.
Bir yıl içerisinde bireysel kredi kullananların sayısının 900.000 artarak 32,8 milyona ulaştığı belirtiliyor. Ayrıca Mayıs ayında 699 bin kişinin ilk kez ihtiyaç kredisi, 43.000 kişinin ilk kez kredi kartı, 25.000 kişinin de ilk kez kredili mevduat hesabı kullandığı görülüyor. Özellikle hükümet tarafından kamu bankaları aracılığıyla geliri 5.000 TL altında olan kişilere Temel İhtiyaç Destek Kredisi verilmesi kararı alınması; konut ve taşıt kredi faizlerinin düşürülmesiyle birlikte Haziran ve Temmuz aylarında borçluluğun katlanarak arttığı tahmin edilebilir.
İktidar yoksulluğa itilen emekçilere sosyal desteği artırmak yerine, onların belki de ödeyemeyecekleri kredilerle geleceklerini ipotek altına almayı tercih ediyor!
Vergi Yükü Emekçilerin Omzunda!
Kapitalist krizin bütün acı faturası iktidar tarafından halkın sırtından karşılanmaya çalışılmaktadır. OECD ülkelerinde toplam vergi gelirleri içerisinde doğrudan vergilerin (gelir vergisi, kurumlar vergisi, emlak vergisi vs.) oranı yaklaşık % 65’ler seviyesindeyken; Türkiye’de bu oran ancak % 35’e ulaşabilmektedir. Geri kalan vergi yükü ise tüketim mallarına, temel ihtiyaç malzemelerine vs. getirilen ÖTV, KDV gibi vergi türlerinden karşılanmaktadır. Bu vergilerin gelir düzeyi düşük olan emekçilerden de, üst gelir grubunda yer alanlardan da eşit oranda alınması adaletsizlik doğurmaktadır. Örneğin gıda üzerindeki KDV’nin % 8 olduğu bir ortamda; pırlanta, elmas, kıymetli ve yarı kıymetli taşlardan ne ÖTV ne de KDV alınmaktadır.
Petrol ve doğalgaz, alkollü içki, tütün mamulleri, otomotiv gibi alanlar üzerindeki ÖTV ve KDV (ÖTV’nin de KDV’si dahil olmak üzere) yükü de göz önüne alındığında alt ve orta sınıflar için yaşam oldukça zorlaşmaktadır.
Öte yandan ücretli çalışanların maaşlarından gelir vergisi otomatik olarak kesilirken; iktidar kendine yakın Cengiz Holding, Albayrak Holding gibi sermaye gruplarının milyarlarca liralık vergi kalemlerini tek çırpıda silebilmektedir. Milyonlarca emekçi için gelirlerini özellikle üst vergi dilimine girilmesi durumunda kuşa çeviren vergi yükünden kaçış bulunmamaktadır. Toplam vergi gelirlerinin yaklaşık % 20’sini oluşturan gelir vergisinin böylece üçte ikilik kısmı ücretli çalışan kesime yıkılmaktadır.
Özellikle pandemiden sonra patronların üzerindeki SGK kesintisi gibi yükler, iktidar tarafından verilen teşviklerle işsizlik fonu gibi emekçilerin alınteriyle oluşturulan kaynaklardan karşılanırken; işsizlik fonundan emekçilere ancak 1177 TL gibi bir sefalet ücreti düşebilmektedir.
AKP iktidarının uyguladığı bu vergilendirme politikası sınıfsal bir tercihi yansıtmaktadır. Her fırsatta Osmanlı torunu olmakla övünenler, vergilendirme söz konusu olunca Osmanlı gibi yoksul emekçilerin sırtına binmekten kaçınmamaktadır.
Yüksek Enflasyon Emekçiye Sefaleti Dayatıyor!
İktidar tıpkı işsizlik rakamlarında olduğu gibi enflasyon hesabında da ali-cengiz oyunlarına başvurarak gerçekleri gizlemeye çabalamaktadır. Özellikle milyonlarca kamu emekçisi ve emekli bu yolla çarşı pazardaki enflasyon oranının altında kalan maaş zamlarına mahkum edilerek yoksullaşmaya maruz kalmaktadır.
Gerçek enflasyon oranı % 30’ların üzerinde seyrederken, TÜİK tartışmalı hesaplama yöntemiyle Haziran ayı enflasyon oranını % 12,62 olarak hesaplamıştı. Sadece muhalif kamuoyu değil; AKP seçmeninin % 66’sı, MHP’li seçmenin ise % 88’i bu oranlara inanmıyor!
Nasıl inanılabilir ki?
Yüksek enflasyonla birlikte, asgari ücretin 2.324 TL olduğu bir ortamda, açlık sınırı 2.431 TL’ye yükselmiş durumda. Bu yoksul emekçiyi açlığın ve sefaletin pençesine itmek demektir!
Tablonun bütünü emekçilere mücadeleden başka seçeneğin kalmadığını gösteriyor. Geleceğimizi bize bahşetmeyecekler, onlar ancak bizi bu sefalet tablosunun içine itip izleyecektir. Geleceğimizi ve haklarımızı elimize almak için omuz omuza mücadeleye!