Nuriye ve Semih Hocalar Kritik Eşikte: İhraçlara Karşı Kitlesel Mücadeleye!
Son KHK’lar hariç, 51 bin 776 akademisyen/eğitimci ihraç edildi. Toplamda 145 bin kişinin işine son verildi. AKP, “Allah’ın lütfunu” toplumsal muhalefeti devlet kadrolarından “temizlemek” için kullandı. Kendi elleriyle yerleştirdikleri Fethullahçıları yine kendi elleriyle alırken dişiyle tırnağıyla kamu emekçisi, akademisyen olan insanları birkaç saat içerisinde yayınlanan KHK’lar ile ihraç ettiler. Ne yazık ki bu kıyıma karşı AKP’ye gereken kitlesel yanıtı veremedik. Kıyımlar devam ediyor; her geçen ay, ihraç edilenlerin sayısı artıyor…
İhraç edilen 51 bin akademisyen/eğitimcinin içerisinde yer alan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, 62 gündür açlık grevinde. Ne yazık ki, artık kritik eşikteler. Nuriye hoca dün fenalaştı. Semih hoca toplamda 17 kilo kaybetti. Her geçen saat ölüme yaklaşıyorlar…
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gibi, ölümü göze alabilen yiğit emekçilerin, kitlesel mücadelenin en önünde olması gerekir. Yitip giden canlarımız, ar damarı çatlamış AKP iktidarının umrunda değil. Bu yüzden, bu güzel insanların, kitlesel mücadelenin en ön saflarında yaşaması ve yaşatması çok önemli. Mücadele sürecinde ölüm doğal karşılanabilir. Fakat mücadeleye çok şey katabilecek insanların erkenden yitip gitmesi, hepimiz için büyük bir kayıp olacaktır.
Evet, 50 binden fazla kamu emekçisi ihraç edildi ve yaprak dahi kımıldamadı. Sendikaların atıllığı, enerjisizliği, dostlar alışverişte görsün algısı çok önemli bir eksiklik. Fakat Sosyalist solun görevi tam da bu noktada başlıyor. Toplamda 150 bin kamu emekçisi ve bu insanların aileleri mağdur. Ortak, somut taleplerin etrafında bir araya gelecebilecek yüz binlerimiz var! Bu mücadele ağını, sabırla, inatla örmeliyiz. Sözünü ettiğimiz kitleselleşme, sınıf mücadelesinin araçlarıyla sağlanabilir.
Nuriye ve Semih hoca gibi öncülerin bu noktada mücadeleye katabilecekleri sınırsızdır. Hesap sormak için; daha iyi bir dünyada yaşamak için bunu başarmak zorundayız.“Yok öyle, umutları yitirip, karanlıklara savurmak! Unutma, aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak!
Nazım Hikmet’in dediği gibi: “…Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu…
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…”