“Normalleşme” Sürecinde Kürt Halkına Yer Yok! – Emre Güntekin

“Normalleşme” Sürecinde Kürt Halkına Yer Yok! – Emre Güntekin

Türkiye’de Erdoğan rejiminin “normalleşme” arayışları Kürt coğrafyasına yeni saldırılar olarak dönmeyi sürdürüyor.

Kısaca geriye dönelim. Hatırlanacağı üzere seçimlerin ardından ilk olarak Van Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilen Abdullah Zeydan yerine, iktidar hukuksuz bir girişimle mazbatayı ikinci olan AKP’li adaya vermek istemişti. Bu badire hem Kürt halkının hem de Türkiye’nin batısındaki kamuoyunun yoğun tepkisi sonrası YSK tarafından geri çekilmişti.

Aradan bir buçuk ay geçtikten sonra Kobane Davası’nda kararlar açıklanmış ve Selahattin Demirtaş 42 yıl, Figen Yüksekdağ 30 yıl 3 ay, yargılanan diğer isimlere ise yine ağır cezalar verilmişti.

3 Haziran’da ise Hakkari Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış on yıldır buzdolabında bekletilen iddialar bir anda raftan indirilerek gözaltına alınırken, peşinden belediye yönetimine kayyum atandı. O günden bu yana belediye binası polis ablukası altına alınırken; Hakkari’de fiili bir OHAL rejimi uygulanıyor.

Hakkari Valiliği, operasyonun ve kayyum atanmasının ardından kentte 10 günlük eylem ve etkinlik yasağı ilan etse de; hem Kürt halkı hem de demokratik kamuoyu dayanışmasıyla iktidarın bu saldırısına karşı mücadeleyi sürdürüyor.  DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanları Çiğdem Kılıçgün Uçar ve Keskin Bayındır ile milletvekilleri Hakkari Valiliği’nin önünde oturma eylemine başlarken; kentte esnaf kepenk kapatarak iradelerinin gasp edilmesine tepki gösteriyor. 

Hakkari Belediyesi’ne kayyum atanması iktidarın Kürt halkına ve siyasi temsilcilerine yönelik saldırıları sürdüreceğini gösteriyor. 

Nitekim Erdoğan 5 Haziran’da grup toplantısında yaptığı konuşmasında kayyum hukuksuzluğunun gelecekte de devam edebileceğini şu sözlerle dile getirdi: 31 Mart’tan önce ne dedik, eğer adaylarınız herhangi bir gayrimeşru, gayri yasal işlemlere girmediyse, katılmadıysa onlara söyleyecek herhangi bir sözümüz yok. Ama gayri yasal işler yapmışsa bizler de yasaları işletmek durumundayız ve işletiriz. Hakkari şimdi bunun ilk adımı olmuştur ve şu anda hukuk da gereğini yapmıştır ve bundan sonra da yapmaya devam edecektir.”

Erdoğan bir yandan CHP ile “normalleşme” adı altında flört ederken; MHP ile ortaklığını sürdürüyor ve Devlet Bahçeli ile Erdoğan ortaklığının başladığı günden bu yana Kürt halkına yönelik sürdürülen baskı konseptinde en ufak bir yumuşama görünmüyor. 

Hakkari kararıyla birlikte iktidar Van’da açamadığı gediği açmayı başarmış görünüyor. Van kararı sonrası ülkenin büyük metropollerinde de toplumsal muhalefet güçlü bir şekilde harekete geçmiş ve kararın geri alınmasında etkili olmuştu. Ancak Hakkari örneğinde iktidar DEM Partili Mehmet Sıddık Akış’ı yapabildiği kadar kriminalize ederek hem burjuva muhalefetin bu konuya tepki vermesini hem de toplumsal muhalefeti milliyetçi hassasiyetleri kaşıyarak ufalamayı deniyor. Akış hakkında suçlamalar neredeyse on yıl öncesine ve gizli tanık ifadelerine dayanıyor ve ne seçim öncesinde ne de adaylık sırasında bunların hiçbiri akla gelmiyor. Bir sözü hatırlayacak olursak: Osmanlı’da oyun bitmez!

İktidarın Diyarbakır milletvekili Suna Kepolu Ataman ise kayyum atanmasının suçunu şu sözlerle neredeyse DEM Parti’ye atacak: “Hepimiz kayyumdan rahatsızız… Bu işe uygun, geçmişte davası olmayan, ceza yemeyen hiç kimse yok mu Kürtlerde aday gösterilsin? DEM Parti’nin bunu yapmaması lazım. Özür dileyerek söylüyorum, bunu yanlış anlamayın, kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum ama ‘bu bilinçli mi yapılıyor?’ diye de sorma ihtiyacını duyuyorum…”

Öyle ya hırsızın hiç suçu yok…

Dahası belediye başkanının suçlamalar sonrası görevden alınmasının ardından iktidarın aklına hukuka uygun bir şekilde belediye meclisinden yeni bir belediye başkanı seçilmesi hiç gelmiyor. Gelmez, çünkü bu takdirde Türkiye, İran ve Irak sınırının kavşak noktası olan Hakkari’de belediyeyi DEM Parti’ye teslim etmemek rejimin “normal”i… 

Son olarak Kürt sorunundan bahsedildiğinde bunun yerel dinamiklerle birlikte uluslararası boyutu da dikkate alınmalıdır. İktidar geçtiğimiz yıldan bu yana Irak’taki PKK hedeflerine yönelik bir operasyon için hem ABD cephesinden hem de merkezi Irak yönetiminden bir yeşil ışık arıyordu. Irak yönetiminin PKK’yi yasadışı ilan etmesiyle birlikte bu konuda kısmi ilerlemeler de kaydetmişti. 

Son günlerde ise iktidarın tehditlerinin odağında Rojava’da 11 Haziran’da yapılması beklenen yerel seçimler bulunuyordu. Rojava yönetimi bugün bir açıklama yaparak “Siyasi parti ve ittifakların talebi ve tamamen demokratik bir şekilde gerçekleştirilmesi amacıyla ertelendiğini” duyurdu. Ayrıca daha önce 30 Mayıs’tan 11 Haziran’a ertelenen seçimlerin Ağustos ayı içerisinde gerçekleştirilmesinin planlandığı belirtildi.

Nitekim hem ABD’den gelen olumsuz mesajlar hem de Erdoğan rejiminden gelen tehditler Rojava yönetimi için bir geri adımı zorunlu hale getirdi. Ancak esas etkili olan neden ABD’nin Kürt halkının bölgedeki temsilcilerinin aralarındaki anlaşmazlık olarak öne çıkıyor.  Suriye’de Barzani’ye yakın Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) daha önce seçimleri boykot edeceğini açıklamıştı. 

Kısacası Kürt halkı hem Türkiye’de hem de diğer ülkelerde bir kıskaç altında. Zaman geçtikçe bu kapitalist gericilik çağında, emperyalizmin kendi içindeki çatlaklar arasında yol almaya çalışarak gerçek bir özgürlüğe kavuşmanın mümkün olmayacağı daha da belirgin hale geliyor.