NATO ve Anlam Kaybı – Emre Güntekin

NATO ve Anlam Kaybı – Emre Güntekin

NATO 70. yılını kutlarken, bugün yapılan liderler zirvesi ittifak içerisinde son dönemde ortaya çıkan gerilimlerin gölgesinde gerçekleştiriliyor. Soğuk Savaş döneminde sınıf mücadelesine ve sosyalist hareketlere karşı ABD liderliğinde domuz topu gibi birleşen, 90’lı yıllarda Ortadoğu ve Balkanlardaki savaş süreçlerinde aktif rol oynayan NATO emperyalist güçler arasında giderek derinleşen çelişkiler nedeniyle eski motivasyonunu kaybediyor. Bir Avrupa gazetesinin de dile getirdiği üzere NATO bünyesinde “yeterli miktarda patlayıcı madde” hazır görünüyor.
İlk olarak üye ülkelerin ekonomik ve politik çıkarlarını korumak ve genişletmek adına birçok noktada karşı karşıya geldiğini belirtmek gerekmektedir. Ortada NATO’yu Soğuk Savaş döneminde motive eden bir “komünizm tehlikesi” de yok. Bu durum gerilimlerin daha fazla dışa vurmasına zemin hazırlıyor. Türkiye-ABD, Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Fransa, Fransa-Almanya, Fransa-ABD… Liste daha da kabartılabilir. Libya, Suriye, Doğu Akdeniz, Rusya ve Çin gibi güçlerle ilişkiler gibi tartışma başlıklarında karşı karşıya gelen ulusal çıkarlar NATO’nun varlık zemininin kaçınılmaz bir şekilde daha fazla sorgulanmasını da beraberinde getiriyor. Macron’un geçtiğimiz yıl bir AB ordusu kurulması önerisi, Trump’ı Avrupa’nın güvenliği için bir tehdit olarak işaret eden açıklamalarıyla başlayıp geçtiğimiz ay “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti.” ve “ABD ile NATO müttefikleri arasında stratejik karar alma süreçlerinde hiçbir şekilde koordinasyon yok. Hiç. Aynı zamanda bir diğer NATO üyesi Türkiye’nin, çıkarlarımızın söz konusu olduğu bir bölgede, koordinasyonsuz saldırgan eylemleri var.” ifadeleriyle süren çıkışlarını bu doğrultuda okumak gerekmektedir.
NATO bünyesindeki hoşnutsuzluklar tek taraflı değil. Trump başkanlık süresi boyunca Avrupalı ortaklarını NATO’ya maddi anlamda yeteri kadar katkı sunmamakla eleştirdi ve halen bu yöndeki eleştirileri sürüyor. Çok az Avrupa ülkesi NATO bütçesine GSYH’nın % 2’sini aşacak şekilde destek sunuyor. 2024’e kadar da bunun sağlanabileceği şüpheli.
Trump, Macron’un AB ordusu önerisine geçtiğimiz yıl “I. ve II. dünya savaşlarında Avrupa’ya saldıran Almanya olmuştu. Fransa o zaman ne yapmıştı? ABD kurtarıcı olarak çıkagelmeden önce Paris’te Almanca öğrenmeye başlamışlardı. Ya NATO’ya ödersiniz ya ödemezsiniz!” şeklinde küçümseyici bir yanıt vermişti. Trump, Macron’un NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğine yönelik çıkışını ise “çok saygısızca” diyerek yanıtlamıştı. ABD, Avrupa’da Rusya ve Çin’e doğru kayışın ve bu ülkelerin de Batı ittifakına hasar verecek gerilimleri kaşıdığının farkında. Rusya’nın Almanya gibi merkez bir ülkeyle enerji üzerinden girdiği ilişki ve Çin’in Avrupa’da özellikle küçük ekonomili ülkeleri siyasi etkisine alan açacak şekilde yatırıma boğması ABD’yi endişelendiriyor. Bu durum ABD’nin NATO’yu Rusya ve Çin karşıtı bir pozisyonda konumlandırmasına engel oluşturuyor; zira şimdilik ne Fransa ne de Almanya böyle bir karşıtlığın faydalı olacağı görüşünde değil. Zirvenin sonuç bildirgesinde de “Rusya’nın davranışları müsaade ettiği müddetçe diyalog ve yapıcı bir ilişkiye hazırız” denildi.
Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkiler ise uzunca bir süredir iki ülke arasındaki rekabetin gölgesinde. Türkiye ile Fransa yakın dönemde ilk olarak Libya üzerinden karşı karşıya gelmişlerdi. 2011 yılında yaşanan iç savaş sürecinde Libya’ya NATO müdahalesi gündeme geldiğinde Erdoğan “NATO’nun Libya’da ne işi var çıkışı yapmış.” ancak kısa süre içinde Batılı ortaklarının uyarısıyla çark ederek müdahaleye destek vermek istemişti. Ancak ABD ve Fransa Türkiye’nin rolünü sınırlayarak bir anlamda pastanın dışına itmişlerdi. Erdoğan rejimi ise aradan geçen süreçte Libya’da radikal İslamcılar aracılığıyla kendisine bir varlık zemini oluşturmaya çabaladı ve bu süreç bitmesi kısa vadede imkânsız görünen bir iç savaşı tetikledi. Benzeri bir senaryo bugün Suriye için de işlemektedir. Türkiye’nin YPG bahanesiyle Suriye’de giriştiği operasyonlar NATO ortaklarını da rahatsız ediyor. Macron Suriye konusundaki hoşnutsuzluğunu “Türkiye, Suriye’de oldu bittiye getirip operasyon düzenlerken, aynı zamanda NATO’dan destek bekleyemez.” sözleriyle dile getirmişti.
Zirveyi kilitleyen konulardan birisi de Türkiye’nin YPG’yi kendisi için bir tehdit olarak niteleyerek oluşturduğu savunma planı. Rusya’ya karşı Baltık ülkeleri ve Polonya için oluşturulan Savunma Planı’nı Türkiye uzun bir süre veto ederken, kendi hazırladığı ve YPG’yi baş tehdit olarak işaret eden Türkiye Savunma Planı’na onay verilmemesini gerekçe olarak gösteriyordu. Sadece Fransa değil, ABD ve Almanya’da bu planı veto edenler arasında. Erdoğan’ın zirveye giderken ajandasında bir adım daha ileri giderek YPG’yi terör örgütleri listesine sokmak için ortakları ikna etmek de yer alıyordu. Böylece iç politika için iktidara muazzam bir milliyetçi hamaset imkânı doğacaktı. Ancak Erdoğan’ın bu planı ABD ve Fransa gibi ülkelerin YPG’ye yönelik yaklaşımına takılırken, uzun süre ayak direse de Baltık ve Polonya Savunma Planı’na onay vermek zorunda kaldı. Kısacası, iktidarın elinde yine var fiyasko.
Erdoğan’ın bu konuda destek alması bir kenara, AB ve ABD kamuoyunda uzunca bir süredir Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerekliliği tartışılıyor. Time’da yer alan bir yorumda dile getirilen şu ifadeler Batı kamuoyunda Erdoğan Türkiye’sine bakışı özetliyor: “Ne olursa olsun, NATO’nun uyum içinde olmasına en büyük tehdit Erdoğan’dan geliyor. Onun Rusya Devlet Başkanı Putin’le yakınlığı ittifak için bir ikilem. Rusya’dan S-400 füzelerini alması NATO’nun Doğu Akdeniz’deki operasyonlarını tehlikeye atabilir.”. Financial Times da yer alan bir yorumda ise Türkiye’yi ittifaktan atmanın tehlikelerine işaret ediliyor: “Erdoğan hükümetinin davranışları artık o kadar dengesiz bir hal aldı ki bazıları ülkenin NATO’dan atılması gerektiğini söylemeye başladı. Ancak Türkiye’yi Batı ittifakından atmak Batı’nın düşmanlarının işine gelir. Özellikle Rusya, bir süredir NATO’yu bölme ve Türkiye’yi kendi yörüngesine çekmeye çalışıyor.”
Uzunca bir süredir iktidar cenahında özellikle lağım medyasında, 15 Temmuz’da aldığı tavra bağlı olarak, NATO’yu baş tehdit olarak gösteren bir yaklaşım belirse de; Erdoğan’ın NATO’nun vefatını ilan eden Macron’a yaptığı çıkış en tepede rüzgârın farklı yönde estiğini gösteriyor. Her ne kadar Suriye ve S-400 meselelerinde Erdoğan Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğunu göz ardı ederek hareket etse de, egemen sınıflar cephesinde NATO’ya bağlılık Türkiye’nin Batı’yla olan tarihsel bağlarının somut bir yansıması olarak sıkı sıkıya elde tutuluyor.
NATO’da üye ülkeler arasında gerilim yaratan bir diğer konu ise Doğu Akdeniz’deki paylaşım kavgası. Son olarak Libya ile imzalanan mutabakatla Türkiye’ni tıpkı Suriye’de olduğu gibi fiili bir durum yaratması ve tek taraflı adımlar atması gelecekte Doğu Akdeniz’i daha fazla konuşmamıza yol açacaktır. Doğu Akdeniz meselesini ayrıntılı olarak ele almak için sonraki bir yazıya bırakmak iyi olacaktır.
Sonuç olarak NATO 70 yıllık kirli ve kanlı bir mazinin ardından birbiriyle çakışan gerilimlerin yükünü taşımaya çalışıyor. Elbette NATO’nun bugünden yarına dağılacağına dair büyük iddiaları dile getirmek için erken. Bu sürecin nasıl bir vadeye yayılacağı emperyalist güçleri bir arada tutabilecek politik gerekliliklere fazlasıyla bağlı. SSCB’nin yıkılmasının ardından “terörizmle savaş” iddiası bir dönem NATO için gereken yakıtı sağlasa da, bu iddianın bizzat ABD, Türkiye ve Fransa gibi üye ülkeler tarafından nasıl delik deşik edildiği ortada.
Emperyalist rekabetin doruğa çıktığı günümüzde çıkarları her anlamda birbiriyle çakışan güçlerin askeri ittifakı ayakta tutabilmeleri giderek zorlaşıyor ve NATO’nun geleceği tıpkı Schrödinger’in kedisinin durumunda olduğu gibi belirsizlikler çoğalıyor. Kısacası, kedi şimdilik ne yaşıyor ne de ölüyor. Tıpkı kedi gibi NATO’nun varlığı ile yokluğunun kesiştiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

KATEGORİLER