Mücadele Olmadan Değişim Beklemek – Emre Güntekin
Geçtiğimiz günlerde İzmit’te Bekaert işçilerinin mücadelesine SEP olarak bir ziyaret gerçekleştirdik. Direnişin belki de diğer işçi direnişlerine nazaran en çok dikkat çeken yönü işçilerin inancı ve kararlılığıydı. Bu inanç ve kararlılık soyut bir olgu olarak değil, geçmiş mücadele deneyimlerinin bir birikimi olarak karşımızda duruyordu. Zira direnişte olan işçilerin büyük bölümünün, aynı işyerinde geçmişte de mücadele etmişliği ve kazanmışlığı var. Bu birikimin getirdiği özgüven halihazırda süren direnişe olan inancı da artıran bir faktör.
Emeğinin karşılığı için, yaşam alanını savunmak için veya en temel demokratik bir hak için mücadele yürütmek; sonucu ne olursa olsun mücadelenin gücüne ve bir şeyleri değiştirebileceğine dair inancı besler. Nitekim eninde sonunda yalnız olmadığını, aynı idealler doğrultusunda mücadele yürütebilecek birilerinin varlığını ve kolektif hareket etmenin gücünü görür. Hareket etmeyen karşısındaki imkanları, zorlukları, o zorlukları nasıl aşabileceğine dair yol ve yöntemlerin nasıl yaratılabileceğini öğrenemez.
Buradan Türkiye’de mevcut siyasal tabloya dönelim: Kendi içerisinde kafa karışıklığı had safhaya ulaşmış altılı masa etrafında kümelenen bir muhalefet, iktidarı bırakmama uğruna elindeki her türlü devlet gücünü harekete geçirme iradesini kullanacağını gösteren bir rejim ve bu kör dövüşünü şimdilik kendi haline bırakan bir toplumsal yığın…
Emekçi sınıfların mevcut her türlü sorununa karşı burjuva muhalefet şimdiye kadar bir baraj kapağı rolü işlevi gördü, özellikle Kılıçdaroğlu tabanının öfkesinin kendi çizdiği sınırlar içerisinde kalması adına özel bir çaba sarf etti; bununla birlikte sokağa çıkmanın doğurabileceği maliyet kitleleri iktidardan kurtulmanın kolay bir yolu olan seçimle gönderme seçeneğine ikna etmede önemli bir rol oynadı.
Geçtiğimiz hafta İmamoğlu’na düzmece bir dava sonucunda verilen ceza önemli bir kırılma noktasıydı. Zira altılı masa bugüne kadar hesaplarını olağan bir seçimin gerçekleşeceği varsayımına dayanarak yaparken; iktidar heybesinden yeni sürprizler çıkarma kapasitesine sahip olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. İktidarın hem ekonomik hem de siyasal düzlemde seçime kadar yeni adımları geliştireceğini biliyoruz: EYT ve asgari ücret artışlarından, konut kredisi gibi kampanyalara; yeni savaş senaryolarına hazırlıklı olmak gerekiyor. Ekonomik sorunların, yolsuzlukların, kirli mafyatik ilişkilerin ortalığa saçılmasının seçimi kazanmayı tek başına garantilemediği, masa başında yapılan aritmetik hesapların pamuk ipliğine bağlı olduğu bir kez daha görülmüştür.
Şimdi muhalefet cephesinde bir süre daha Erdoğan’ı yenme konusunda sihirli formül arayışları devam edecek. Özellikle aday belirleme etrafında sürdürülecek olan tartışmaların muhalefeti yıpratma potansiyelinin ne denli geniş olduğu son bir haftadır gözlemlenebiliyor. İktidar da muhalefeti mümkün olduğunca bu tartışma içerisine sıkıştırmak istiyor, başarılı da oluyor. Ancak altılı masayı asıl krize sokan şey Erdoğan’dan ziyade kendine çizdiği sınırlardır. Kitlelerden ve onun alanlarla buluşmasından korkmanın bedelini muhalefet kendi siyaset alanının Erdoğan tarafından sistematik bir şekilde daraltılmasıyla ödüyor. İktidara yarar korkusunun kendisinin iktidara ne kadar yaradığını bu bir hafta kanıtladı. İktidar hızlı bir toplumsal refleks verilmediğinde köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam edecektir.
Ekrem İmamoğlu’na yönelik kararın açıklandığı gün hızlı bir refleksle örgütlenen Saraçhane Mitingi muhalefetin altılı masa kurulduğu günden bu yana sokağa dair attığı neredeyse tek adımdı. Halbuki Kılıçdaroğlu’nun kendi yakın geçmişinden görmesi gerekirdi: Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasına karşı başlatılan Adalet Yürüyüşü OHAL iklimine rağmen iktidarın ihraç ve tutuklama dalgasını frenlemesi konusunda yarar sağlamıştı. Ancak, hesaplar cumhurbaşkanlığı seçimine yoğunlaştığından beri bu tarz seçenekler bilinçli olarak geri planda tutuluyor. Kılıçdaroğlu, emekçi sınıflar nezdinde bir dönem ciddi bir karşılığı olan elektrik faturaları meselesinde bile “Bu eylemim sivil itaatsizlik çağrısı değil bir direniştir. Bu sizin hakkınızı arama mücadelemdir.” sözleriyle meselenin toplumsallaşmasından kaçınmıştı. İlk Saraçhane Mitingi’nin ertesi günü düzenlenen ve altılı masa liderlerinin katılım gösterdiği mitingle birlikte öfkenin yeniden kontrol altına alındığını ve CHP özelinde yeniden konunun soğutulduğunu görüyoruz. O günden bu yana sahne yeniden altılı masanın aktörlerinin eline kaldı.
Yazıyı toparlarken özellikle CHP’den beklenti içerisinde olanlar için bir not düşmek yerinde olacaktır. Bekaert Direnişi ile başlamıştık. Ülkede burjuva siyasetinin karanlık sokaklarına sıkışmış bir alternatif arayışını beklemekle vakit kaybetmemek gerekiyor. Bir alternatif yaratılacaksa tam da bugün CHP başta olmak üzere muhalefetin elini eteğini çektiği meydanlarda, sokaklarda, işyerlerinde mücadele yürütmenin vaktidir. Bekaert işçisi hakkını nasıl kazanacağını biliyor ve gerekeni yapıyor. Aynı şekilde çok fazla gündeme gelemese de Anadolu’nun birçok yerinde, tıpkı Amasya’nın Çambükü köyünde olduğu gibi yaşam alanlarını savunanlar dişle tırnakla mücadele yürütmeden yönelen saldırıları püskürtemeyeceklerini yaşayarak deneyimliyorlar. İktidar muhalefetin siyaset alanını daraltıyorsa, bu sadece altılı masa için değil diğer tüm özneler için de geçerlidir, yapılması gereken toplumsal muhalefetin enerjisini harekete geçirmektir; Kılıçdaroğlu’nun veya bir başka burjuva politikacısının bizler adına bir şeyleri çözüme kavuşturmasını beklemek değil.