Mısır’da Mücadele Yeni Sınavlarla İlerliyor!

(14.07.2012)

Arap baharı, Aralık 2010’da Tunus’tan start almıştı. Ardından Ocak 2011’de ayaklanmalar Mısır’a sıçradı ve Mübarek grevler ile gösterilerin ayaklanmaya dönüşmesiyle bir süre sonra düştü. Mübarek’in devrilmesinin ardından Mısırlı emekçiler ve gençler çok hızlı bir süreç yaşadılar, çok önemli deneyimlere sahip oldular. Diğer taraftan bu hızlı süreç kesintisiz devam ediyor. Çıkarılması gereken sayısız ders de bizleri bekliyor. Ne de olsa Arap Baharı konusunda büyük bir kafa karışıklığı var. Özellikle süreçteki ABD ve İslamcıların etkisi ve müdahaleleri, Türkiye’deki Kemalizmden etkilenmiş kesimlerin “büyük komplo” iddiaları için yeterli oluyor. Buna göre her şey çok önceden planlanmıştı ve zamanı geldiğinde düğmeye basıldı. Sınıf mücadelelerini bu kadar basitlikle ele alma ve komplolara havale etme alışkanlığı oldukça yaygın bir hastalıktır. Ulusalcılar ve onlarla aynı duvara yaslanan Stalinistlerin çoğu bu hastalıktan muzdariptir. Ama emekçiler tarihin öznesi olacaklarsa bu tür ulusalcı refleksleri çöpe atmalıdırlar, bunun yerini sınıf eksenli enternasyonalist bakış açısı doldurmalıdır.
Mısır’da elbette ki ABD ve Müslüman Kardeşler etkililer, her zaman etkililerdi. ABD, Mübarek rejiminin arkasındaki en önemli destekçiydi. İsrail’den sonra en büyük ABD finansal yardımlarını alan ülke Mübarek’in Mısır’ıydı. Müslüman Kardeşler ise Mübarek rejiminde tabiri caizse el altında tutulmuştu. MK, Mübarek döneminde çalkantılı da olsa legal siyasetin tadını çıkarabilen nadir örgütlerden birisiydi. MK liderleri aynı zamanda Mısır’ın en güçlü dolar milyarderi iş adamları haline geldiler (örneğin MK’nin perde gerisindeki esas lideri Hayrat Şater yüz milyonlarca dolarlık servet sahibidir). Ordu ve MK, Mısır’ın en önemli iki büyük sermaye grubunu temsil ediyor. Bu nedenle Mübarek’in devrilmesinin ardından Mısır’ın en yaygın ve en güçlü örgütü olan MK’nin önünün açılması kaçınılmazdı. Diğer taraftan Mübarek’in devrilmesi sırasındaki ayaklanmalarda MK’nin Mübarek’i destekleyecek şekilde hareket ettiği bilinmelidir. Zira, alt sınıf radikalizmi burjuva refleskleriyle MK için de engellenmesi gereken bir durumdur. MK, devrimin ertesinde devrimci enerjinin zirve noktasında kurucu meclis ve yeni anayasa taleplerini redderek cuntayla uzlaşıp rejimin anayasasında yapılacak, kendine uygun birkaç düzenlemeyle yetinmeyi kabul etti. Taraftarlarını eylemlere katılmamaları yönünde uyaran MK, çoğu durumda tabanındaki gençlerin önemli bir bölümüne söz geçiremeyerek deşifre olmuştur. MK’nın kitle hareketi karşısında oynadığı rol bu dönemde iyiden iyiye belli olmuş ve eylemlerin ileri unsurlarıyla MK arasında büyük bir güven bunalımı oluşmuştur. O kadar güçlü ve etkili gözüken MK son seçimleri ancak kıl payı farklarla kazanabilmiştir. Aslında seçimleri gerçekten Mursi mi kazanmıştır, yoksa Yüksek Askeri Konsey (YAK) ile MK arasında yapılan pazarlıklar neticesinde seçimin galibi olarak mı açıklanmıştır, burası bir hayli tartışmalı. Kimse sonuçlara güvenmiyor, Mısır gazeteleri bu konudaki iddialar ve dedikodularla dolu. (Robert Fisk)
Kitle Hareketi Esas Olarak Sınıfsal Dinamikleri Yaslanıyor
Mübarek’i deviren kitlelerin temel motivasyonu yoksulluk, işsizlik, gençliğin gelecek kaygısı ve siyasal özgürlük talebiydi. Eylemleri başlatanlar ve ileriye sürükleyenler aralarında sosyalistlerin de bulunduğu laik tandanslı solcular, demokratik hareketler, sendikacılar, ulusalcılar ve liberallerdi. Bu kesimler çabalarını onurlu ve umutlu bir geleceğe yöneltmiş yeni gençlik kuşağının temsilcileriydi. Hareket büyüdüğünde MK’nin tutamadığı gençlik tabanı da dahil olmak üzere geniş emekçi yığınlar kanları ve canları pahasına mücadeleye atıldılar. Bahsini ettiğimiz eylemleri forse eden inisiyatiflerin bu kadar büyük bir hareketi yönlendirebilecek ne yaygın örgütlülükleri vardı ne de tutarlı bir programları. Neticede hareket bu örgütleri kat ve kat aştı. Şimdi bu farklı farklı oluşumlar ilk defa açık alanda siyasal çalışmalarını örgütleyebiliyorlar ve herkes kendi yolunu çiziyor. Geçmiş yılların baskılarından ötürü zayıflar, ama örgütlenme ve güçlenme olasılıkları sonuna kadar açık. Örneğin, açık bir sol söylem kullanan Mübarek rejiminin en tutarlı karşıtlarından birisi olan sol Nasırcı Hamdin Sabbahi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük bir sürprize imza atarak %21.5 oy aldı ve kıl payı farkla üçüncü oldu. Elbette ki asıl önemli olan sosyalistlerin güçlenmesi ve bunların içinden işçi sınıfının Bolşevik öncüsünü inşa edecek Marksist odaklarından şekillenmesidir. Ama Sabbahi’nin başarısı İslamcılar ve ordu dışındaki aktörlerin –ki bunların arasında sosyalistler de bulunmaktadır- Mısır’da güçlenme şansının olduğunu kanıtlamaktadır.
Diğer taraftan MK de bahsini ettiğimiz laik eğilimli güçlerin kazandığı önemin farkında ve bu örgütlere kendi iktidarında kimi mevkiler teklif etmekte. Böylelikle bir yandan meşruiyetini arttımak diğer yandan da bu örgütlerin soldan yapacağı taarruzları baştan engellemek niyetinde. Bu tekliflere bahsini ettiğimiz laik ve sol kesimlerin belirli dereceye kadar itibar ettikleri gözlemlenmektedir. Sınıf eksenli duruşları olmayan bu tarz grupların meseleyi salt askeri rejim karşıtlığına indirgedikleri ve bu yüzden MK’yi bir çeşit müttefik olarak algıladıkları anlaşılmaktadır. Aynı zamanda yüksek siyaset ve kariyer imkanlarının bu küçük burjuva grupları cezbettiği de ayrı bir gerçek. Sağlam bir antikapitalist çizgileri olmayan bu grupların batı tipinde liberal parlamenter rejim hülyaları, onları hızla emperyalist kapitalizmin ortakçısı olan MK’nin kucağına itmektedir. Neticede bu gruplar, MK’ye öyle veya böyle destek vererek boylarından çok daha büyük bir etkiye sahip oluyor. Zira MK bu sayede siyasal sistemin bütününe doğru hegemonyasını tesis etme imkanına sahip oluyor.
ABD’nin Müdahalesi
ABD’ye gelince. ABD uzun uzun yıllardır Ortadoğu’daki kanlı diktatörleri destekledi ve karşılığında istediğini aldı. Ters düşen istisnalar Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi’ydi ki bunlar yakın zamanda ABD eliyle öldürüldüler. Şu anda da Esad’ı devirmek için elinden geleni yapıyorlar. Diğer taraftan halen daha Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri başta olmak üzere bir çok Arap ülkesinde bu tarz diktatörler ABD’nin en yakın müttefiki durumunda. Bahreyn ve Suudi Arabistan’daki ayaklanmaların ve onların bastırılmasının dünya basınında hiç işlenmemesi de bu yüzden.
Diğer taraftan Arap gençliği ve emekçilerinin geçen yılın başında başlayan isyanları bu diktatörlerin en azından bir kısmının son kullanma tarihinin geçtiğini kanıtladı. ABD başlangıçta Bin Ali, Mübarek ve Abdullah Salih’in ayakta kalması için çalıştı ama belirli bir aşamadan sonra bunların arkasında durmanın mümkün olmadığını görerek pozisyon değiştirdi ve bu diktatörlerin gidişini kabullendi. Ne de olsa diktatörlerin en güçlü alternatifi olan MK’ye güvenebileceklerini biliyorlardı ve MK üzerinden sürece müdahale etmeye koyuldular. Artık bir çok ülkede MK iktidarı var, diğer birçoğunda da iktidara hazırlanacak kadar aşama kaydettiler.
ABD’nin Arap baharı karşısındaki bir diğer taktiği de arasının iyi olmadığı diktatörlere karşı başlayan kitle hareketlerini suistimal ederek o ülkelerdeki sürecin kontrolünü ele geçirmekti. Hatta bu ülkelere yapılan müdahalelerle Arap baharının enerjisini kontrol etme ve bütün Ortadoğu’da kendi emperyalist politikalarının hizmetine sokma gayretine girdiler. Libya’da sonuç aldılar, Suriye’de de sonuca doğru ilerlemekteler. Buradaki kitle hareketleri NATO’nun güdümüne girdi, sınıf merkezli olmaktan çıkarak, etnik-dinsel-aşiretsel farklılıların kışkırtıldığı bir boğazlaşmaya çevrildi. ABD ve müttefikleri böylece bir yandan da Arap ayaklanmalarının üzerine büyük bir gölge düşürdü. Kitle hareketleri ABD’nin işi miydi? ABD, Arap baharını kendi enstrümanına mı çevirmişti? Uzun uzun örnekleri bir yana Bahreyn’de süregiden ve gündeme getirilmeyen ayaklanmalar bu tarz şüpheleri dağıtmaya yeter. Fars körfezindeki bu kritik ada ABD’nin 5. Filosuna ev sahipliği yapıyor. Muhalefetteki Şiileri çoğunluğun iktidara gelmesi bölgede kritik bir noktanın daha İran saflarına geçmesi anlamına geliyor ki bu da ABD ve bölgedeki dostlarının uykularını kaçırmaya yeter. Gösterileri engellemek için Suudi ve Katar ordusu ülkeye asker gönderdi ve şimdi ülkede adeta yabancı işgal söz konusu.
ABD’nin Suriye’den sonra İran’a yöneleceğini bilmeyen yok. Bu çerçevede İslam coğrafyasındaki Sünni-Şii yarığı derinleştiriliyor. İslam aleminin çoğunluğunu oluşturan Sünniler açısından MK çok önemli bir bileşen. Bu yüzden ABD’nin Mısır’da Mübarek sonrası dengelerde MK’yi kenara itmesi mümkün değil, her ne kadar askeri cuntanın sadakatinden emin olsalar da. Bu nedenle askeri yönetim MK’yi sıkıştırıp dursa da kaldırıp bir kenara atamıyor. Ne de olsa MK’nin uluslararası desteği çok büyük boyutlarda.
Askerler – Müslüman Kardeşler Dengesi
Mısır’da cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçları bir sürü şaibenin gölgesi altında açıklandı ve Müslüman Kardeşler’in adayı Mursi, Mısır’ın yeni devlet başkanı oldu. Bu arada halen ipleri elinde tutan askeri cunta parlamentoyu feshetti, seçimin tekrar edilmesi kararı alındı. Bu da yetmezmiş gibi askeri yönetim devlet başkanının yetkilerini azaltan kararlar aldı. Diğer taraftan Mursi’nin seçildikten iki hafta sonrasında bile görevi kimden, nasıl devralacağı, nerede yemin edeceği bile belli değildi. Kimi iddialara göre Mursi YAK ile anlaşmıştı yeminini fesh edilme kararı verilen Parlamento önünde değil bu emri veren Anayasa Mahkemesi’nde edecekti ki öyle oldu. Bir diğer gelişme de Mübarek yönetiminin kilit isimlerinin, üyeleri Mübarek döneminde atanmış olan yüksek yargı organlarınca kurtarılmasıydı.
Aslında herşey bir orta oyununu andırıyor. Belli ki askeri yönetim ve Müslüman Kardeşler, kapalı kapılar altında ABD nezaretinde bir iktidar paylaşımı yapıyorlar. Seçim sonuçlarının “saptanması”, parlamento ve devlet başkanlığının paylaşımı, yetkilerin dağıtımı gibi meseleler açık ki Müslüman Kardeşler ile müzakeler aracılığıyla hallediliyor. Buradaki anlaşmaların içeriği değişebiliyor, kartlar biraz karıştırılıyor, güvensizliğin hakim olduğu bir atmosferde ufak tefek didişmeler yaşanıyor. Ama bakarsanız parlamentonun feshi, devlet başkanının görevinin kısıtlanması (seçim sonuçları belli olduktan sonra) gibi dönüm noktaları anlamına gelecek değişiklikler çok da gürültü patırtı kopmadan hallediliyor.
İktidarın paylaşımı konusunda hamleler yapılırken, Müslüman Kardeşler ile askeri cunta arasında kontrollü bir çekişme süregiderken her iki tarafın kabul ettiği kırmızı çizgiler bulunuyor ki bunların ihlali pek söz konusu değil. Bunlar, neoliberalizme bağlılık, ABD’ye ve Ortadoğu’daki politikalarına sadakat ve Müslüman Kardeşler’in iktidarı paylaşması. Bu konulardaki mutabakat kesin, ama sonuncusu yani Müslüman Kardeşler’in iktidarı paylaşması hususunda belirsizlikler var. Mesele paylaşımın hangi oranlarda olacağından kaynaklanıyor. Askerler, Müslüman Kardeşler’e güvenmiyor, ileride kendilerini tasfiye etmeye kalkacaklarından, hatta bir süre sonra faturanın kendilerine kesilmesinden korkuyorlar. Bu arada bir parantez açarak belirtelim Türkiye’nin geçirmekte olduğu süreç Mısır’daki taraflar açısından derslerle dolu. Mısır’ın generalleri, Müslüman Kardeşler’in Türkiye versiyonu olan AKP’nin uzun yıllar NATO ve ABD’nin göz bebeği olmuş olan TSK’yı ABD’nin onayıyla iktidar mekanizmalarından nasıl tasfiye ettiğini elbette ki biliyorlar. ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük aracının Müslüman Kardeşler ve ılımlı-Sünni İslam olduğu ortadayken Mısır’daki cuntanın Müslüman Kardeşler’e güvenmesi elbette ki mümkün değil. Ama gelgelelim Arap Baharı’nın kalbi Mısır’da askeri cuntanın iktidarı alenen elinde tutmasının mümkün olmadığı da ortada. Bu yüzden Müslüman Kardeşler’in devlet başkanlığını almasını kabullenmek zorundalar. Yoksa isteseler seçim sonuçlarını pekala Şefik lehine %51’e %49 olarak açıklayabilirlerdi ki gerçek sonucun bu olduğu yönünde şiddetli iddialar, seçimlerde Mursi lehine hilelerin ve engellemelerin olduğu yönünde şiddetli itirazlar var.
Kitle Hareketi Ne Durumda?
Bu arada Tahrir’deki sokak ateşi epey bir şekil değiştirdi. Eskiden Mübarek’in karşısında Mısır halkının iradesini ifade eden tek bir eylemci blok vardı. Şimdiyse bu blok parçalanmış durumda. Mursi’nin seçim zaferini kutlayan geniş kalabalıklar Tahrir’i doldururken aynı Tahrir cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunun ardından hileleri protesto eden şiddetli gösterilere sahne olmuştu. Bu eylemlerde göstericiler “iki faşist adaydan birini seçmek zorunda değiliz” şeklinde slogan atıyorlardı. Aslında Mübarek karşıtı eylemlerin daha ilk günlerinde bile kitle hareketinin içerisindeki çatlaklar bariz ortadaydı. Dünyada burjuva basın Müslüman Kardeşler’i diline dolamıştı ama MK Mübarek’i deviren kitlesel eylemlere destek vermiyordu. Hatta bu eylemleri örtülü şekilde frenlemeye çalışmaktaydılar. Ama kendi tabanlarını tutmakta güçlük çekiyorlardı. Hey şeye rağmen MK tabanının önemli bir kesimi eylemlere katılıyordu. Diğer taraftan 6 Nisan Hareketi, Kifaye Hareketi, Devrimci Sosyalistler, Devrim Sürüyor Platformu, Tagammu, Nasırcılar vb’den oluşan devrimin en bilinçli kesimleri -ki bunlar olayların başlaması ve yaygınlaşmasında kilit rol oynamışlardı- sol, demokratik, ulusalcı, sosyalist ve liberaller, laik tandanslıydı. Başlangıçta kimilerince müttefik olarak değerlendirilen MK ile laik tandanslı hareketlerin tabanlarındaki kitleler ve bunların potansiyel sempatizanları arasındaki mesafe giderek açıldı (Diğer taraftan bu örgütlerin bir kısmının liderlikleri yüksek siyasetin basamaklarını MK yardımıyla çıkmaya sıcak bakıyorlar). MK, askeri rejimle görüştükçe devrimin ruhuyla aralarındaki mesafe giderek büyüdü ve kitlelerdeki ayrışmalar şiddetlendi. Sol Nasırcı Hamden Sabahi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki büyük çıkışı ve ancak hile hurdayla üçüncü sıraya itilişi Tahrir enerjisinin bariz bir arayışla Müslüman Kardeşler-askeri cunta düetini dinlemek istemediğini gösteriyor(marxist.com). Bunun dışında MK üzerindeki güvensizliğin yaygınlaşması özellikle laik hissiyatları güçlü olan kesimlerde ve Mübarek’in devrilmesinden sonra saldırılara uğrayan Hıristiyanlarda anti-MK haleti ruhiyesinin güç kazanmasına neden oldu. Bu kesimler cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çoğunlukla Ahmet Şefik’i desteklediler. Geçtiğimiz sonbaharda yapılan parlamento seçimlerinde MK ve daha köktenci Selefilerin kazandığı büyük seçim zaferi bu kesimlerin Tahrir’de başlayan hareketten büyük bir hayal kırıklığı yaşamalarına neden olmuştu. Bu kesimler İslamcılığın koyulaşması karşısında askeri cuntayı en azından bir direnç noktası olarak görüyorlar. Türkiye’den oldukça tanıdık bir durum, ama yine Türkiye deneyimlerinin de gösterdiği gibi tam anlamıyla bir çıkmaz sokak. Bu arada kitle hareketinden ve sokak mücadelelerinden yorulan, hayal kırıklığına uğrayan kesimlerin de köşelerine çekildiklerini eklemek gerekir.
Sonuç
Mısır’da Mübarek’i deviren hareket esas olarak sınıf temelliydi. Bu hareket bir dizi süreçten geçti, ayrışmalar yaşadı, yeniden şekillendi. Esas sıkıntı kitle hareketinin örgütsüzlüğü, politik bulanıklık ve sosyalist damarın zayıflığıydı. Bunlar 30 yıllık Mübarek döneminin Mısır’a armağanı kaçınılmaz sonuçlardı. Söz konusu eksiklikler yüzünden emperyalist kapitalistlerin Mısır’da yaşanan altüst oluşa müdahale imkanları genişledi. Gelgelelim sosyalistlerin zayıflıklarını aşmalarının imkanları da Tahrir ayaklanmasından sonra oluştu. Şimdi önlerinde koşturabilecekleri geniş düzlükler uzanıyor. Bundan sonrası çalışkanlığa, emekçiler ve gençler arasında örgütlenmeye ve tabi ki sağlam bir politik yönelime bağlı. Sosyal kalkışmaların gerçekleştiği bir dönemde devrimcilik adına yola çıkanların büyük bir enerjiyle çalışacağı ve örgütlenmede gayret sarf edeceğini baştan kabul edersek politik hattın doğruluğu belirleyicilik kazanıyor. Böyle dönemlerde kitlelerle temas halinde dönemin gerektirdiklerini yerine getiren, emekçilerin ihtiyaçlarına cevap verebilen sosyalist örgütlerin büyük sıçramalar yapması gayet mümkündür. Sınıf mücadelesinin tarihi bunun gibi örneklerle doludur.
Ama Mısır’daki sol grupların programatik yönelimlerinin ciddi hatalar içerdiği ortadadır. Örneğin ideolojik olarak kendisini en ileride ifade eden ve kağıt üzerinde devrimci Marksizme bağlı olan Devrimci Sosyalistler (DS) Mısır’da aşamacılığı yeniden icat ediyorlar. Buna göre Mısır’da sosyalist dönüşümler mümkün değil, bu yüzden de devrimci görev “Tahrir Devrimini” ileri gidebildiği yere kadar ileri götürmek olarak tarifleniyor. Bu tanımlamaya göre en büyük karşı devrimci güç olan ordunun geriletilmesi en önemli vazife. Böyle bir görev tanımlaması DS’yi otomatikman MK’nin kollarına itiyor. Zira DS, Mısır’da sosyalist devrimin mümkün olmadığı tespitini yaptığında antikapitalist ölçülerden tamamen azade oluyor ve liberal demokratik parametreler etrafında değerlendirmeler yapıyor. Böyle olunca MK’nin işçi-emekçi düşmanı bir kapitalist güç olduğu, emperyalizmin bölgedeki en önemli dayanaklarından birisi olduğu gerçeği unutuluyor. Bunun yerini MK’nin ordunun karşısındaki en önemli güç olarak desteklenmesi  alıyor. Oysa MK’nin Tahrir’de oynadığı engelleyici ve karşı devrimci rol unutuluveriyor. Bir diğer unutulan nokta da kendisini yeterince güçlü hissettiğinde MK’nin de tıpkı Mübarek gibi solu ve işçi hareketini ezmeye çalışacağıdır. MK’nin sınıf karakteri, ayaklanmalarda oynadığı karşı devrimci rol, ABD’ye ve neoliberalizme olan sadakati vb çok açık olduğu halde DS cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Mursi’ye oy çağırabiliyor. Kısacası DS devrimci Marksist olmayı bir yana bırakın bu ismi kirletmekten öteye gidemiyor. DS’nin tutumunun MK ve ABD için “yararlı salaklık”tan başka bir anlama gelmediği de ortada(Ergin Yıldızoğlu). DS’nin dışındaki diğer sol gençlik yapılanmalarının da -6 Nisan Hareketi gibi- benzer bir duruşa sahip olduklarının altını çizmek gerekir. Diğer taraftan bu grupların MK’ye verdikleri desteğin sol tabanın genelinde karşılık bulmadığını belirtmek gerekir. Sabbahi’nin yaptığı oy patlaması bunu işaret etmektedir.
Sabbahi ve diğer sol Nasırcı- ulusalcılara gelirsek. Bu grupların sosyalist devrim gibi iddiaları zaten yok. Karma ekonomiden (özel ve devlet iştirakinin birliği), yoksul halka yardımdan, güçlü Mısır’dan bahsediyorlar. Aslında sosyal demokratlardan pek de farklı değiller. Ama neoliberalizme karşı olmaları ve ulusalcı damarları yüzünden fazla öne çıkmaları Mısır’ın egemenleri ve uluslararası ortakları tarafından hoş karşılanmayacaktır.
Mısır solunun en bilinen örgütlerine dair, bizim ulaşabildiğimiz örgütlere dair, genel durum bu olsa da hayatın ağacı yeşildir. Politizasyonun ve eylemselliğin en ileri biçimde yaşandığı 80 milyonluk genç bir ülkede Marksizmin bayrağını taşıyacak inisiyatifler sahneye her an herhangi bir şekilde çıkabilirler(belki de seslerini duyurmaları zaman alıyordur). Mısır’da hedefi işaret ederek emekçilerin ve gençliğin muazzam enerjisini kapitalist düşmana yönelten, sağlam bir örgütlenmeyi inşa ederek güçlenen Marksist bir özne bütün dengeleri alt üst edecektir. Tahrir’de başlayan yangının ancak ve ancak sosyalist devrimle amacına ulaşabileceğini, bunun da yepyeni bir başlangıç olarak sadece Mısır’ın değil tüm Ortadoğu ve dünyanın yazgısına tesir edeceğini (yani sürekli devrimi) böyle bir özne emekçilere anlatacaktır.

 Veli Umut Arslan      

ETİKETLER