Metal Fırtına Esmeye Devam Edecek mi? – V.U. Arslan
Soma katliamının birinci yıldönümünü geride bırakıp Gezi İsyanı’nın ikinci yıldönümüne girerken kimselerin beklemediği bir grev dalgası, sınıf mücadelesinde deprem yarattı. Depremin merkez üssü Bursa’ydı, ama Kocaeli’nden Ankara’ya deprem dalgaları yayıldı, sarsmaya devam ediyor. Mesele Türkiye sınırları ile kalmadı. Büyük patronlar sarsılırken Fransa’dan İtalya’ya kadar uluslararası sermayenin bile bu işten fena halde canı sıkılmıştı. Renault patronunun sadece işçileri değil, grevleri bastıramayan Türkiyeli egemen sınıfı bile “yatırımları keseriz ona göre” diye tehdit etmesinden mücadelenin boyutları ortaya çıkıyor. Karşımızda on binlerce işçiyi, birçok şehri ve sanayi havzasını kapsayan, toplu sözleşme yasallığına dayanmayan, meşruluğunu fiiliyattan ve haklılığından alan ve bir hafta gibi çok uzun bir süreyi geride bırakan bir grev hareketi var.
Otomotiv ana sanayisinde 50 bin, otomotiv tedarik sanayisinde 250-300 bin çalışan olduğunu biliyoruz. Bağlı iş kolları da düşünüldüğünde 1 milyonun üzerinde kişi bu alanda istihdam edilmektedir. Hareketin merkezi Bursa, Türkiye’deki sanayi merkezlerinin başında gelmektedir ve düşük ücretler ve uzun çalışma saatleri ile Türkiye işçi sınıfının genel durumunu ortaya koymaktadır. Kalifiye otomotiv sanayinde bile işçi ücretleri, 1400-2000 lira arasında değişmektedir. İşte böyle bir durumda Bosch işçilerinin elde ettiği toplu sözleme etkili oldu ve aynı haklara sahip olmak için diğer metal işçileri de harekete geçti. Türk Metal’in imzaladığı yeni sözleşme, iki yıldan uzun bir süre daha geçerli olacağından işçilerin sabrı taştı ve iş yerlerindeki son ayların kaynaması patlamaya dönüştü. İşçiler en düşük ücretlerin 2000 lira olmasını isterken Türk Metal’den de tamamen kurtulmaya kararlılar.
DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş’in toplu sözleşme yetkisinden kaynaklanan grev hakkı AKP tarafından gasp edilmişti. Şimdi ise Türk Metal’deki işçiler, Türkiye’deki mevcut işçi düşmanı yasaları ezip geçerek büyük bir grev hareketi başlatmış durumdalar. Metal sektöründeki işçi hareketinin bizleri heyecanlandırması gereken muazzam yönlerini biraz açalım.
Radikal Bir Mücadele Olarak Metal Direnişi
Sanayinin kalbi bütün bölgelere yayılan bir endüstriyel hareket olarak Metal Direnişi, gerek çapı gerekse de talepleri ile mevcut statükonun işçi düşmanı yerleşik kalıplarını yerle bir etmeye meyletmiş durumda. Türkiye ihracatının bel kemiğini oluşturan otomotiv sanayinin devleri, yıllardır keyfini çıkarttıkları yoğun sömürü dengelerinin değişmeye yüz tuttuğunu acı içerisinde fark ettiler. Patronlar, bir yandan her toplu sözleşmede işçileri satan Türk Metal çetesini korumaya çalışırken diğer yandan durumun hassasiyetinin farkında olduklarından işçilere karşı çok dikkatli bir politika izliyorlar. Aba altından sopa gösterirken hiçbir bağlayıcılığı olmayan sözler ve hediye çekleri vaatleriyle işçilerin kararlılığını sarsmaya çalışıyorlar. Bosch patronu ile imzalanan toplu sözleşme baz alınarak kendi toplu sözleşmelerinin de değişmesini isteyen işçiler ise kendilerini her defasında satan ve tehdit eden Türk Metal çetesinden kurtulmayı ana hedef haline getirdiler. Belki işçiler siyasi olarak çok ileri değiller, ama kendiliğinden bir hareket olmanın getirdiği (ileride kendisini hissettirecek zayıflıkların yanı sıra) direkt hedefe yönelme ve sonuç almaya odaklılığı, hareketi bir hayli radikal hale getiriyor.
Mücadelenin ana ekseni, Türk Metal çetesinin tasfiye edilmesi üzerinden şekillendikçe ekonomik talepler, siyasi taleplere dönüşüyor. Nasıl? Bu noktada TürkMetal çetesinin önemini anlamak gerekir. Bu çete, metal sektöründe sömürü düzeninin en önemli payandalarından birisi olmakla kalmıyor, bir ucuz iş gücü cehennemi olan Türkiye’deki sömürü çarklarının kritik bir dişlisi olarak da işlev görüyor. Zira Türk Metal, işçi sınıfının öncü kollarından olan metalde işçi hareketini kötürüm etmekte can alıcı bir role sahip. Bu çetenin ana görevi, metal sektöründeki kritik iş yerlerinde ipleri elinde tutarak militan bir geçmişe sahip olan bu iş kolunda sermayeye güvence olmaktır. Eli silahlı bu çete, sendikadan daha çok mafya organizasyonuna benzemektedir. 12 Eylül öncesinde Kemal Türkler’in liderlik ettiği DİSK’e bağlı Maden İş’in domine ettiği metal iş kolundaki işçiler patronların korkulu rüyası idi. Ufku CHP ile ittifak yapmakla sınırlı olan Maden İş devrimci olduğundan değil, ama işçilerin belirli bir ölçüde de olsa hak aramasının aracı olan bu sendika, patronların gözünde radikal sınıf hareketinin bir ifadesi idi. 12 Eylül sola ve işçi sınıfı örgütlülüğüne balyoz gibi indiğinde Maden İş’ten boşalan alanlar, güvenli ellere yani Türk Metal’e terk edildi. Zaten Türk İş, 1950’lilerde kurulduğunda sendikacılığın radikal ellere geçmesini önlemek için devreye sokulmuştu. Sendikalardaki her türlü yolsuzluk, pislik, gangsterlik oldum olası devlet tarafından görmezden gelinmiştir. Amaç, işçi hareketinin gelişmesinin baştan engelleyecek, sendikacılığı yozlaştıracak ve halkın gözünden düşürecek olan eli sopalı çıkar gruplarının oluşması idi. Sendikal yasalar da halkın ağzına “sendika ağaları” olarak yerleşen bu çevrelerin var oluşunu garanti altına almak için dizayn edilmişti. 12 Eylül darbesi, mücadeleci sendikaları ezdiği gibi işçi düşmanı bu yasaları da iyice köktenci bir hale getirdi. Türk Metal çetesi ise bu çarkın en azılı unsurudur. Son dönemde AKP’ye yaklaşan, faşist yönelimini bugüne kadar koruyan, ambleminde uluyan kurt olan bu sendika, 12 Eylül öncesinde işçi hareketine silahlı saldırılar düzenlemekten geri kalmamıştır. 12 Eylül darbesi ise derin devletin bu kontra gücüne zenginleşmede, çeteleşmede, işçileri darbelemekte sınırsız alanlar vermiştir. DİSK 1990’ların başında yeniden kurulduğunda Birleşik Metal İş, Türk Metal’in rakibi olarak öne çıktı. Birleşik Metal’in DİSK içerisinde de görece etkili bir sendikal mücadele ile öne çıktığını ve bu yüzden de defalarca Türk Metal’in fiili saldırılarına maruz kaldığını belirtelim. Metal direnişi öncesi 100 bin üyesi olan Türk Metal’e karşı Birleşik Metal’in yaklaşık 30 bin üyesi bulunuyor. Sektördeki Hak İş’e bağlı Öz Çelik İş’in de Türk Metal’den özünde pek farklı olmadığını belirtelim.
Direnişin Geleceği
Metal grevinin zamanlamasının patronları gafil avladığı ortada. Seçimler öncesi işçilere yönelik saldırganlık, gözaltılar, işten çıkarmalar vb AKP hükümetini yoracaktır. Nitekim şimdiye kadar böyle bir saldırganlığa cüret edemediler. Yönetici sınıf içerisindeki çatlaklar da hesaba katılmalıdır. Özellikle AKP ile TÜSİAD ve özellikle Koç Grubu arasındaki gerilim, grev hareketi için önemli fırsatlar sunmaktadır. Öyle ki Türk Metal’in defterinin dürülmesi, elle tutulur bir hale gelmiştir. Diğer taraftan bu fırsatların en ileri düzeyde değerlendirilmesi için grev hareketinin koordinasyonunu sağlayacak işyerleri konseylerinin kurulması çok kritiktir. Birleşik Metal’in iş kolundaki gücü de hesaba katılacak şekilde metal işkolundaki diğer iş yerleri ile de temas kurulmalı ve hareketin etki alanı genişletilmelidir.
Metal direnişinin kendiliğinden karakterinin kimi avantajları olduğundan bahsetmiştik. Bu noktada kendiliğindenlik ile örgütlü mücadele arasındaki içsel gerilimi açıklamak yerinde olacaktır. Örgütlü mücadele, tabii ki çok önemli, çoğu kez sınıf mücadelesinde bir eşik anlamına gelir. Ne var ki işçiler adına harekete liderlik, eğer devrimci bir çizgide değilse berbat uzlaşmalar, satın alınma, ihanet, korkaklık, atalet vb er ya da geç gelişecektir. Bu durumda devrimcilere düşen görev liderliğe karşı hareketin çıkarları gözeterek taban inisiyatifinin gelişmesini sağlamaktır. Kendiliğinden hareketler ise tabandaki öfke birikimi yoğun olduğunda bu tarz satışlara karşı daha korumalıdır ve hedefe odaklılık çok daha güçlüdür. Ne var ki kendiliğinden mücadelenin bir yerde tıkanması da kaçınılmazdır. Bu tıkanma çok ileride de olabilir çok geride de…Metal direnişi bu anlamda kendiliğinden bir hareket olmanın belirli avantajları ile ilerledi. Diğer taraftan kendiliğinden bir hareket olmanın getirdiği dezavantajlar da görmezden gelinemez. Gerekli koordinasyonun sağlanması için işçiler arasından seçilerek oluşturulan grev komiteleri ve bunların birleşimi olan işçi konseylerinin oluşturulması şu aşamada ileriye doğru atılmış çok büyük bir adım anlamına gelecektir. Diğer taraftan sendikal mücadelenin toptan reddedilmesi de yapılacak iş değildir. DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş sendikası uzun yıllardır Türk Metal çetesine karşı mücadele vermektedir. Birleşik Metal mükemmel bir sendika olmayabilir ve orada da sendika liderliğine karşı taban mücadelesi örgütlemek gerekir. Önemli olan işçi düşmanı sendikal yasaların değişmesi, mücadeleci sendikaların güçlenmesi ve bu sendikalarda taban inisiyatifinin hayata geçirilmesidir. Körü körüne sendika karşıtlığı yapmak sınıfa zarar vermekten başka bir şey değil.
Sonuç olarak Metal işçileri seçim öncesi egemen sınıfın hiç beklemediği yepyeni bir dinamik yarattı ve adeta AKP’ye çalım attı. Topu ayağına alabilecek mi hep birlikte göreceğiz. Ancak şimdiden metal işçileri Türkiye’de artık AKP’nin de patronların da kolay kolay her istediği yapamayacağını; emekçilerin uzun yıllardır dayatılan sefalet koşullarına olan sabrının taştığını gösterdi. Radikal ve meşru bu büyük mücadele sendikal taleplerle sendikaya rağmen gerçekleşiyor. Bu bile Türkiye işçi sınıfının içinde bulunduğu atıllıktan kurtulması için önemli bir merhale.
AKP’nin ağır sömürü koşullarına ve patronlara meydan okuyan binlerce metal işçisine selam!