Marksist Bakış Dergi Yazarı Veli Umut Arslan İle Röportaj: Gezi’nin Bir Yılını Nasıl Okumalı?

2 Haziran, 2014

1) Gezi Hareketi birinci yılını doldurdu. Bu bir yıl, bilanço çıkarmak için oldukça yeterli bir zaman. Bu açıdan Gezi’nin gücü ve sınırları hakkında ne söyleyebiliriz?

Milyonlarca insanın bir protesto etrafında ülke çapında sokaklara inmesi, tarihsel bir gelişmedir. Milyonlarca insanın protestolarını sürdürmesi, iktidar ve kolluk kuvvetleri ile çatışmaya devam etmesi, halkın büyük bir kesiminde duygudaşlık yaratması, bedel ödemesi… Bunlar protestocu toplamın toplumsal hareket boyutlarına ulaştığına dalalettir. Ortak umutlar ve ortak acılar, insanları birleştirir, duygudaşlık yaratır. Milyonlar Ali İsmail’in annesiyle beraber gözyaşı döküyorsa, ilkokul çocukları bile okul bahçesinde Berkin Elvan sloganı atıp “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” diyorlarsa toplumsal hareketin kökü derinlere uzanmış demektir.

Ayrıca, Gezi Hareketi ile ülke sola kaymıştır. Ülke mücadele geleneği adına tarihi bir kazanım elde etmiştir. Yeni bir kuşak gençlik, eylem ve radikal politika sahasına çıkmıştır. Bu süreç, orta ve uzun vadede ülkenin geleceği açısından büyük farklar yaratacaktır. Özgürlük, emek ve bedel ister; bu ülke şimdi bu bedeli ödüyor. Yüz yıl geçse de hep hatırlanacak kavgalar veriyoruz, bunun farkında olmamız gerekir.

2) Peki ya Gezi’nin Sınırları hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Gezi Hareketi, büyük çağrışımları ve potansiyelleri olsa da özünde AKP karşıtı bir protesto hareketidir ve protesto hareketleri, üretimden gelen güce sahip olmadıklarından belirli sınırlara sahiptir. Öğrenci hareketlerinde olduğu gibi. Gezi Hareketi, AKP’nin surlarında büyük gedikler açsa da RTE ayakta kalmasını bildi. Eğer AKP sıradan bir iktidar olsaydı, muhakkak ki devrilirdi, ama toplumun aşağı yukarı yarısı T.Erdoğan’ın peşinden gittiği için dişiyle tırnağıyla, devlet terörüyle, “orantılı” insan katletme yöntemleriyle gösterileri bastırdılar. Bunun sonucu Gezi’nin tıkanması oldu. Bu gibi durumlarda işçi sınıfının üretimden gelen gücü, bitirici darbeyi vurabilir. Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek, bu şekilde pes etmişlerdi. Ama Gezi’nin sınıf hareketine dönüşmediğini görüyoruz. Yoksul, muhafazakâr, emekçi kesimlerin önemli bir bölümü harekete yabancı kaldı, hareketin talepleriyle duygudaşlık geliştiremedi. Bu da T. Erdoğan ve AKP’nin toplumu yaşam biçimleri üzerinden kutuplaştırmasını mümkün kıldı. RTE’nin sürekli kışkırtıcı ve ayrıştırıcı bir dil kullanması bu yüzden.

Diğer taraftan kendiliğinden bir hareket olan Gezi, AKP’nin manevralarına cevap verecek politik bir özneyi ya da özneleri kendi içerisinden çıkaramadı. Hareketin liderliksiz kalması, büyük bir handikap haline geldi. Böyle olunca hem AKP’ye çalışan 4 partili burjuva siyasal parti sistemi değişmeden kalmış oldu, hem de koca kitle hareketi adeta sahipsiz kaldı. Kısacası, Gezi Hareketi siyaset üretmek konusunda fazla bir araca sahip değil. Öte yandan, siyaset üretmeden ilerlemek, sonuç almak mümkün değil.

3) Harekete liderlik etme iddiasındaki sosyalistlerin bu süreçteki başarısı ve başarısızlıkları ne oldu?

Sosyalistler, bir kere boylarından büyük bir güce sahip olduklarını gösterdiler. Yani belki oy sandıklarında elde edilen oylar yüzde yarım bile etmiyor, ama sokak hareketinde polisle karşı karşıya gelmede sosyalistlerin öncü bir role sahip olabildikleri gözüktü. Bunun dışında bir husus daha var ki son derece önemli: Sosyalistler hareketin sağcı-popülist-milliyetçi rotalara kayıp savrulmasına karşı adeta bir emniyet sübabı işlevi gördüler. Özellikle eylemlerde zaman zaman öne çıkan ulusalcı atmosferin dağıtılmasında ya da dengelenmesinde sosyalistlerin önemli rolü oldu. Bunlar meselenin olumlu yanları. Diğer taraftan sosyalistlerin politika üretemediklerine şahit olduk. Kitle hareketine perspektif kazandıracak, süreci ilerletecek bir politik açılım maalesef ortaya konamadı. Ülke çapında ilgi uyandıracak, belki ses getirecek, insanlara cazip gelecek, etkili bir kampanya dahi üretilemedi. Politika üretme, kampanya yapma, insanlara ulaşabilme yeteneği hatta kaygısı sosyalist solda maalesef oldukça zayıf. Ülke çapında siyaset yapma yeteneği en azından daha küçük sol gruplar açısından mümkün değilken; birlikte iş yapma-ortak kampanyalarda ayrı yürürken birlikte vurma, güçleri birleştirebilme gibi bir politik kültür de yok denecek kadar az. Neticede insanları sadece sokağa polisle karşı karşıya gelmeye çağıran bir politik tarz ile karşı karşıya geliyoruz. Bu da çıkmaz sokak tabi ki. Oysa sosyalist hareketle kitleler arasında geçtiğimiz uzun yıllarda oluşan mesafenin kapandığı bir dönemden geçiyoruz. Ama bu fırsatların değerlendirilebildiğini söylememiz güç. Sosyalist soldan beklenen nedir? Yol açmak. Ama Gezi’deki sokak hareketi ile birlikte sosyalistlerin de tıkandığını gözlemleyebiliyoruz. Bu yüzden de sosyalist harekette bariz bir büyümeden söz edemiyoruz. Toplumsal hareketin ortaya çıkışı ile sosyalist solun büyümesi arasında otomatik bir ilişkinin olmadığı da bu vesile ile görülmüş oldu. Hatta Gezi Hareketi’nin sosyalist solu da bu vesileyle sıkıştırdığını söyleyebiliriz.

4) Peki sosyalist sol ne yapmalı?

Aslında belirttim. Ülke çapında konulu birleşik çalışmalar üretebilmek gerekiyor. Yani yapılması gereken, kitlelerin şiddetli şekilde hissettiği sıkıntılarla alakalı, somut-elle tutulur hedefler ortaya koyan, vurucu ortak kampanyalar düzenlemektir. Tabandaki BDP’liden CHP’lisine çok geniş bir kesim bu kampanyaların çekim alanına girecektir. Gezi Hareketi’ndeki bağımsız insanlara aktif siyasetin kapısı bu şekilde aralanabilir. Örgütlenme ve büyüme de bu şekilde mümkün olacaktır. Kuru kuruya örgütlenme çağrılarının bir karşılığı olmadığını yaşayarak gördük. Örneğin Soma’daki katliamın ardından iş kazalarına, taşerona karşı ya da Gezi’de katledilen gençlerin faillerinin cezalandırılması için ya da biber gazı ve plastik merminin yasaklanması için ülke çapında, mahallelerde ve okullarda, işyerlerinde ve kent merkezilerinde ortak kampanyalar yürütülebilir, disiplinli eylemler ve mitingler organize edilebilir. Ön açmak bu şekilde olur, bağımsız aktivistler de bu mücadelenin en baş aktörleri olacaktır. Bir süreç olarak örgütlenebilecek ortak çalışmalar için o kadar çok malzeme var ki. Bu şekildeki etkili faaliyetlerle sosyalist sol, bir odak haline gelebilir. SDH, bu tarz ortaklıkları, objektif koşullar içerisinde mümkün olduğunca zorlamak konusunda kararlıdır.

5) Bu objektif koşulları biraz açar mısınız?

Türkiye sosyalist solunun geçmişten günümüze getirdiği bir gelenek var. Alışkanlıklar ve politik kültür kolay değişmiyor. Ortak iş yaparak dar grupçuluğu ve sekterliği bir kenara bırakmak, bu yüzden basit değil. Ayrıca bir “iş” çıkarmak, çalışkan ve enerjik olmak konusunda da sosyalist solun önemli eksiklikleri olduğunu düşünüyorum. Bir de SDH’ye dair bir objektif koşullar var. SDH genç bir örgüt ve ülke çapındaki birliktelikleri zorlamak için evvela sosyalist soldaki büyük aktörlerden birisi olmak gerekiyor. SDH, ileriki dönemlerde bu büyük görevleri başarmak konusunda kararlı ve iddialıdır.

6) HDP’nin bu süreçteki konumlanışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP, bu süreçte büyük fırsat tepti desek abartmış olmayız. Özellikle Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin önde gelen ismi olarak hareketin sembolleştirdiği bir sima olabilirdi. Hatta HDP, Gezi dinamiği ile Türkiye sol hareketinin ana adresi olabilirdi. Bu durumda %10 barajı da yıkılmış olurdu. Liderler bu gibi toplumsal hareket dönemlerinde çok belirleyici roller üstlenirler. SSÖ bu şansa sahipti, ama dediğim gibi fırsatlar tepildi. Zira HDP’nin arkasındaki hâkim güç Kürt ulusal hareketi, AKP ve RTE’nin tepetaklak olmasından kaygı duydu. AKP’nin alternatifi olan CHP-MHP koalisyonu ile müzakere edilemeyeceğini hesaplıyorlar ve neticede AKP’ye karşı hayırhah bir tutum sergiliyorlar. Bu nedenle Gezi’ye karşı olayların en cafcaflı zamanında hareketin sözcülerinden çok negatif demeçler geldi. Kitlelerini ayrı tutmak istediler. Hatta SSÖ, daha devlet Gezi’deki direnişi kıramadan eylemin amacına ulaştığı ve bitirilmesi gerektiği mealinde demeçler verdi. HDP ve Kürt ulusal siyaseti, daha sonra özeleştiri getirdiklerini ifade edip Gezi’nin sloganlarını sahiplenseler de 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarında tekrardan AKP’ye karşı benzer bir pozisyona sürüklendiler. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürt ulusal hareketi ile Gezi hareketinin tabanı arasındaki mesafenin biraz daha açıldığına tanık olabiliriz.

7) Kürt ulusal hareketi ve HDP’nin Gezi sürecinde böyle bir tavır almasının sebebi ne olabilir?

Dediğim gibi Kürt ulusal hareketi devletle pazarlık konusunu öncelik etti. Devletin başında kimi görmek istedikleriyle ilgili bir tavırdır bu. Diğer taraftan ulusal hareketlerin bu şekildeki tutumları olabiliyor. Örneğin, İran’da 2009’da seçim hilelerini protesto etmek için rejime karşı milyonlar sokaklara inince Azeri ve Kürt şehirlerinde pek bir harekete rastlayamamıştık. Her iki bölgede de ulusal hareketler bu bizim kavgamız değil demişti. Ulusal bakış açılarının böyle benmerkezci bir mantık geliştirmesi, kendi doğasından kaynaklanıyor. Bu noktada asıl soru, bence, HDP içerisindeki sosyalistlerin iç bütünlüklerini nasıl koruduklarıdır.

8) Gelinen aşamada AKP’nin durumu tamamen lehine çevirdiği ya da AKP’nin kaybetmeye mahkûm olduğu gibi iki zıt tez gündeme getiriliyor. Örneğin 30 Mart yerel seçimleri bir zafer midir? Siz ne dersiniz?

AKP’nin 30 Mart’ta % 43-45’lik bir oy elde ederek zafer kazandığı ortadadır. Yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde RTE’nin açık ara favori olduğu da aşikâr. Yine Gezi Hareketi’nin kendisine bir yol açarak politik açıdan ilerlemesinin kısa vadede mümkün olmadığı da gözükmüştür. Mevcut politik rakipleriyle girdiği her seçimi kazanan AKP’nin önümüzdeki süreçte de aynı rakiplerle karşı karşıya olacak olması kendisi için büyük avantajdır. İşçi sınıfı deseniz örgütsüz ve savunmasız durumda. Soma’daki işçi katliamı, akademisyen Cihan Tuğal’ın vurguladığı gibi Sünni işçi sınıfını AKP’den ayrıştırabilirdi, ama AKP’nin imdadına Okmeydanı’ndaki çatışmalar yetişti. Böylelikle toplumsal muhalefet, bir kez daha “Alevi işi” olarak lanse edilebildi ve yeniden toplumsal kutuplaşma düğmesine basıldı. Bu durumda sosyalist hareketin bileşenlerinin Okmeydanı gibi örneklerde özellikle hassas davranması gerekirdi, ama maalesef tam tersi söz konusu oluyor. Kısacası, AKP kozlarının bir kısmını elinde tutuyor: Toplumsal kutuplaşmaya dayanan sandıktaki üstünlük, devlet gücünün tüm imkânlarını kullanabilmesi, ekonomik kaynak dağıtım imkânlarını elinde tutması, yani bir anlamda çeşmenin başında oturması, gerek sistem içi gerek sistem dışı muhalif politik unsurların zayıf olması ve kör topal da olsa ekonominin görüntüyü kurtarabilmesi… Diğer taraftan AKP, cemaatle ölümcül kavga içerisinde, liberallerin desteğini kaybetti, yolsuzluk skandallarıyla epey bir kire bulandı, sokak hareketi ile karşı karşıya, dış desteğinin önemli bir kısmını yitirdi, TÜSİAD ile gerilimli bir ilişkiye sahip, zar zor günü kurtaran ekonominin tehlike sinyalleri vermesi nedeniyle tedirginlik içerisinde, meşruluğunun büyük bir kısmını kaybetti… Görüldüğü gibi son bir yılda AKP, sahip olduklarının önemli bir kısmını yitirmiş durumda, ama bir yandan da en büyük meydan okumayı savuşturmasını bildi. Özetle ne AKP’nin pili bitmiş durumda, ne de AKP sapa sağlam yerinde duruyor.

9) AKP’nin toplumsal kutuplaşmayı şiddetlendirmesinde Alevi karşıtlığı önemli bir ağırlık merkezi oluşturuyor.

Evet. AKP’nin Suriye politikası keskin bir Alevi karşıtlığı üzerine kurulu. Hatta genel dış politika mezhepçilik üzerine inşa edilmiş durumda. İçeride de AKP’den ötürü kendisini en fazla tehdit altında hissedenler Aleviler. RTE, Türkiye ana muhalefet partisinin başkanını bile mezhebinden ötürü diline dolayabiliyor. AKP yandaş basını, Gezi İsyanı’nın bir Alevi tepkisi olarak sunmaya çalışıyor. Böylelikle hem isyanının gerçek içeriğini daraltıyor, hem de şiddetli bir ayrımcılıkla Sünni çoğunluğu kendi arkasında saflaştırmaya çalışıyor. “Camide içki içtiler”, “türbanlı bacıma şunu bunu yaptılar” gibi iftiraların da arkasında bu var. Gezi şehitlerinin önemli bir kısmının Alevi olması, çatışmalarda en önde duran Alevi gençliğin tarihten bugüne getirdiği fedakârlık kültürü ile alakalıdır. Ama neticede Aleviler, mezhepçilik yapmıyor, ülkede sol olarak görülen her türlü eğilime kan katıyorlar.

10) Önümüzdeki süreçte neler beklemek gerekir? Yeni bir Haziran mümkün mü?

Önümüzdeki süreçte toplumsal hareket anlamında bir soluklanma süreci yaşanabilir. Ama bir kere ülkede protesto geleneği oluştu. Soma katliamı ya da yolsuzluk skandallarında olduğu gibi infaal yaratan durumlarda sokak tekrar alevlenecek, büyük çaplı eylemler yaşanacaktır. Orta ve uzun vadede ülke toplumsal bilinçte bir kırılmaların yaşandığı görülecektir. Diğer taraftan, bu bir yıllık deneyim neticesinde harekete katılanlar- bileşenler, bir anlamda sınırlarını gördüler. Mesele bu sınırların aşılmasıdır. Sokaktaki iradenin, cesaretin ve dayanışmanın siyasi ifadesinin bulunmaması büyük bir handikap. Özelikle seçim süreçlerinde bunun acısı daha çok hissediliyor. Diğer taraftan siyasal ifade sorununun kısa zamanda çözülmesi mümkün değil. Devrimciler olarak uzun erimli projeksiyonlar çıkarmamız gerekir. Yeni kuşaktan genç eylemcileri, Marksizm’e kazandırmak ve mücadelenin kadroları haline getirmek zorundayız. AKP sonrası da mutlaka akılda tutulmalıdır. Gezi enerjisinin AKP sonrasında dağılması ya da milliyetçi, Kemalist ya da liberal kanallara yönlendirilmesinin önündeki tek engel sosyalistlerdir. Ayrıca, Mısır’da Sisi darbesinin derslerine de hâkim olmak gerekiyor. Müslüman Kardeşler’e karşı mücadele eden milyonların Sisi’yi nasıl da kurtarıcı olarak gördüklerini iyi hesap etmek gerekir. Yani, politika somut siyasi özneler, örgütler ve partilerle yapılır. Eğer alternatifi yaratamazsanız akışkan enerji mutlaka bir tarafa doğru meyledecektir. Bu yüzden de alternatifin yaratılması gerekiyor. Ülke çapında bilinen etkili bir güç olmadan ulusal çaptaki gelişmelere müdahale etmek mümkün olamaz. Bu nedenle, SDH olarak Bolşevik inşa sürecini Haziran rüzgârıyla güçlendirmeye devam edeceğiz.

KATEGORİLER
ETİKETLER