Kürt Sorununda Barış Ne Kadar Mümkün?
AKP iktidarı uzun bir aradan sonra Kürt sorununda açılım politikalarına geri dönüş yaptı. Kürt sorununda son birkaç yıldır devam eden operasyonların ve tutuklama dalgalarının ardından, düzen saflarında Kürt sorununda bir anda sert söylemler dönemsel bir yumuşamaya tabi tutuldu, gazeteler yukarıdan emirlerle “barış” havariliğine soyunmaya başladı. Bu değişim Kürt sorununda egemen sınıfların yeni bir sürece ve şekillendirmeye girişeceğini gösteriyor.
Yeni Bir “Barış Süreci”nde miyiz?
Yeni bir süreç diyoruz. Ancak merkezine doğrudan Öcalan’ın yerleştirildiği bu sürecin öncekilerden çok farklı olduğunu düşünmek yanıltıcı olacaktır. Devlet bugüne kadar Öcalan’la, Oslo görüşmelerinde görüldüğü gibi doğrudan PKK’nin lider kadrolarıyla, siyasi kanatla defalarca kez diyalog kurdu. Bu görüşmelerin birçoğunun önü provokasyonlar yoluyla kesilirken, kimi zamanda Habur Süreci’nde görüldüğü gibi devletin Kürt ulusal hareketine diz çöktürmeden attığı adımların yarattığı hazımsızlığa tosladı.
İçinde bulunduğumuz sürecin önemli bir yönünü bu noktada aramak gerekmektedir: Devlet Habur’un ardından masadan bir hışımla kalkmış ve binlerce Kürt siyasi aktivisti cezaevlerine doldurmuş, Roboski’de 34 Kürt gencini savaş uçaklarıyla katletmiş, yine Kürt halkının bütün demokratik talepleri azgın bir devlet şiddetiyle bastırılmaya çalışılmıştı. AKP bu kez masaya otururken, görüşmelerde Kürt hareketine son birkaç yıldır gösterdiği sopanın özgüveniyle yaklaşmaktadır. Öte taraftan bu “savaşçı” kimliğini kendisine yönelecek milliyetçi-şoven söylemlerin önünü tıkamak adına bahane olarak kullanmaktadır.
AKP’yi Sürece İten Ne?
AKP iktidarı Kürt sorununda şimdiye kadar ne kadar zikzak çizmiş olsa da, esasında Türkiye’de Kürt sorununun düzen sınırları içerisinde çözümü yönünde özellikle TÜSİAD merkezli sermayenin on yıllardır stabil bir görüşünün olduğunu biliyoruz. 12 Eylül’ün ardından Özal’la birlikte başlayan bütün sorunu çözme girişimlerinde TÜSİAD ve liberal sermaye sürecin destekleyicisi olarak önemli bir pozisyon tutmuştur.
Bu kesimler tarafından Kürt sorunu askeri-sivil Kemalist bürokrasinin iktidar üzerindeki hegemonyasının önemli bir dayanağı konumundaydı. Kürt sorunu üzerinden büyütülen milliyetçilik, ordunun kendisini önemli bir iktidar ortağı olarak görmesi ve meseleyi hep silahla çözmeye endekslenen bakış açısı liberal sermayenin ve entelijensiyanın gelecek kurgusunun uzağında yer alıyordu. Nitekim AKP ile birlikte karşı egemen kutup zayıfladığı ölçüde Kürt sorununda birçok şey daha fazla açıktan konuşulmaya başlandı. Gelinen noktada Öcalan’ın gelecekte parlamentoda yer alabileceği senaryolarına burjuva arenada yer verildiğini bile görebiliyoruz. Bu geçmişteki kırmızı noktaların büyük oranda aşıldığının ve sermaye sınıfının esnekliğinin bir göstergesidir.
Elbette AKP TÜSİAD istediği için doğrudan bu hamlelere girişmedi. Ancak Türkiye’de Kürt sorunun çözümü için atılan adımlarda bu iç dinamik önemli bir destek kaynağıdır. Kürt sorununda bu adımları atabilen iktidar, AKP olsun veya olmasın böylesi bir desteği arkasına alacaktır. Son on yıldır sol duran bir çok ismin bile AKP’nin arkasına yedeklenmesinde Kürt sorununa yaklaşım biçimi önemli bir nokta olmuştur.
Ancak bir başka nokta AKP’nin şimdiki süreçte içine düştüğü sıkışıklığın ve özellikle Erdoğan’ın yakın geleceğe dönük siyasal hedeflerine odaklanılması gerektiğine de işaret etmektedir.
AKP son birkaç yıldır iç ve dış politikada artık yorulmuş, otoriterlik dozajını artırmaktan başka tutunabileceği bir dal kalmamış bir iktidar izlenimi veriyordu. İçerde özellikle Kürt sorunundaki baskıcı tavır liberallerin AKP’nin meşruiyetini sorgulamasının önünü açarken ve AKP’den beklentiler azalmaya başlarken, toplumsal muhalefetin bütün unsurlarının sindirilmeye çalışılması toplumsal alanda da AKP’nin özgüveninde bir erozyon olduğunun tartışılmasına neden oluyordu.
Öte taraftan AKP’nin Suriye eksenli dış politikada büyük bir tokat yediğini eklemek gerekmektedir. Özellikle ABD ve müttefiklerinin AKP’nin Suriye’de İslamcılara oldukça pervasız bir biçimde yol vermesinden ve müdahalenin önünü açmak için giriştiği provokasyonlardan duyduğu hoşnutsuzluğu açıktan belli ettiğini görmüştük. İlerleyen süreçte AKP’nin Suriye muhalefeti üzerindeki etkisi politika belirleyicilikten, sadece yardım ve yatakçılığa evriltilirken; bütün bunların yanında Batı Kürdistan’da PKK etkisindeki PYD’nin hegemonyayı ele geçirmesini izlemesi bekleniyordu.
Bütün bu hengame içerisinde AKP’ye on yıllık iktidarında defalarca kez izlediğimiz gibi iki seçenek kalıyordu: Ya Filistin üzerinden İsrail’e vurmak ve hem Ortadoğu’da hem de yurt içinde İslamcı kesimleri harekete geçirmek ya da Kürt sorununda sınırlı adımlar atmakla atmamak arasında belirsizleşen “milli birlik ve kardeşlik projesi” hamasetine geri dönmek. Bu noktada Kürt sorununda Öcalan’la artık açıktan görüşülmeye başlanmasının ve birtakım somut adımların masaya yatırılmasının bahsettiğimiz kesimler üzerinde belirli bir heyecan yarattığını gözlemlemek gerek.
Öte yandan AKP, özellikle açlık grevleri sürecinde yeri geldiğinde Kürt ulusal hareketinin siyasi dengeleri nasıl karıştırabileceğini açık bir şekilde görmüştü. Yerel ve genel seçimler yaklaşıp ve Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hayalleri gerçekliğe bürünürken böylesi istikrarsızlıklarla boğuşmak AKP’nin pek de isteyeceği bir durum değildir. Bu nedenle PKK ile belirli bir çatışmasızlık ortamının yaratılması, Kürt halkına PKK’nin silah bırakması karşılığında sınırlı tavizlerin verilmesi ve sorunun uyumaya bırakılması AKP açısından önemli bir rahatlama yaratacaktır.
Barış Ne Kadar Mümkün?
Elbette bütün bu varsayımlar başlatılan diyalog sürecinin bekledikleri başarıya ulaşacağı sonucu üzerine kurulu. Ancak bu yolun ne kadar keskin bir köprü olduğu dünyada ve Türkiye’de geçmişte yaşanan deneyimlerden biliniyor. Görüşmelerin başlamasının ardından ilk hamle Paris’te ulusal hareket açısından önemli üç Kürt kadının öldürülmesiyle gelmişti. İlerleyen süreçte benzeri provokasyonların yaşanması ihtimali her zaman gündemde olacaktır.
Türkiye egemen sınıfları çözüm planlarını PKK’nin kayıtsız şartsız silah bırakması üzerine kurmuş olsa da, PKK’nin de özellikle Kandil’in silah bırakma gibi bir seçeneği kolaylıkla gündemine alacağını düşünmemek gerekmektedir. Karayılan’ın geçtiğimiz aylarda kendisiyle yapılan bir röportajda da belirttiği üzere Ortadoğu’da herkes silahlanırken, Suriye’de Kürtler özellikle ÖSO’cuların sıklıkla saldırısına maruz kalırken, Irak’ta merkezi yönetim Kürtlere yönelik saldırganlığın boyutunu artırırken PKK’nin silah bırakmayacağını tahmin etmek güç değil. Nitekim tartışmalarında PKK’nin Türkiye sınırları içerisindeki silahlı güçlerini öncelikli olarak sınır dışına çekmesi üzerine kurulduğunu görüyoruz. Öte yandan devletin attığı sınırlı adımlarla bu hamle bile şimdilik uzak bir seçenek olarak görülmektedir. Kürt halkı ve PKK devletten daha somut adımlar bekleyecektir. Çözümün merkezinde yer alan Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi beklenen bir durum olarak görünmektedir. Şimdilik ev hapsi gibi seçenekler zor görünse de, devletinde kamuoyunu yavaş yavaş Öcalan üzerinde yeni seçeneklere ikna etmeye çalıştığını gözlemliyoruz. Binlerce Kürt tutuklunun durumunun ne olacağı ise şimdilik belirsiz. AKP Kürt tutukluları süreçte bir pazarlık unsuru olarak devreye sokacaktır.
Bir başka ve asıl önemli nokta ise tepeden yaratılan böylesi bir barış sürecinin yıllardır aralarına kandan köprüler atılmış Türk ve Kürt halkları arasında gerçek bir kardeşleşme yaratmayı başarabilecek midir? Bizlerde tarihten biliyoruz ki sınıf mücadelesi temelinde bir araya gelemeyen halkların egemen sınıf projeleri kapsamında bir araya gelemeyeceği açıktır.