Kolombiya Seçimleri: Tarih Tekerrür mü Ediyor? – Emre Güntekin
Kolombiya’da seçim sonuçları geçmiş yıllarda yaşanan isyanlarla açığa vuran değişim talebinin halen canlı olduğunu gösteriyor. Pazar günü yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci turunda, Tarihsel Pakt Koalisyonu’nun adayı eski gerilla Gustavo Petro % 50,46’lık oy oranıyla seçimi kazanmayı başardı.
Petro, 17 yaşındayken 1970’lerde Kolombiya’da faaliyet yürüten M-19 (19 Nisan Hareketi) şehir gerillası hareketinin içerisinde yer almıştı. Daha ziyade kentli aydınlardan oluşan bu grup Bolivar’ın kılıcının çalınması, askeri cephaneliklerin soyulması gibi sansasyonel eylemlere de imza atmıştı. Petro, 1991’de milletvekili olurken, 2012-2015 yılları arasında da başkent Bogota’nın belediye başkanlığı görevini üstlenmişti.
Latin Amerika’da özellikle son yirmi yılda eski gerilla, eski sendika, öğrenci hareketi lideri vs. gibi sıfatlarla anılan politikacıların bulundukları ülkelerde sistemin tepesine oturmalarına yabancı değiliz. Lula’dan Roussef’e, Ortega’dan Boric’e pek çok isim sayılabilir. Hepsini birleştiren ortak nokta ise hayalkırıklığı! Bu isimlerin pek çoğu iktidara geldikleri andan itibaren kendilerini iktidara taşıyan öfkeli halk yığınlarıyla emperyalist-kapitalizmi uzlaştırmanın reçetesini uyguladılar.
Haliyle Kolombiya’da Petro’nun seçilmesini “solun tarihi zaferi” olarak selamlamadan önce iki kere düşünmek gerekiyor. Evet bir sol dalga mevcut: Geçtiğimiz yıllarda Şili’den Kolombiya’ya kadar Latin Amerika’nın birçok ülkesinde emekçi sınıflar ve gençlik katlanılmaz hale gelen yoksulluğa, işsizliğe ve sağcı iktidarlara karşı harekete geçtiler. Kolombiya’da da geçtiğimiz yılın önemli bir bölümü Duque’nın uygulamaya çalıştığı ve sağlık gibi sosyal haklarda ciddi bir budamayı öngören reformlara karşı aylar süren protesto dalgası gerçekleşmişti. Ancak, yükselen isyan dalgalarının önderliksiz kalmasının doğal bir sonucu olarak öne çıkan siyasal seçenek yine sol reformizm oluyor. Seçimleri kazandıktan sonra ABD Başkanı Biden’ın Petro’yu arayarak tebrik etmesi ve iki ülke arasındaki ilişkilerin sıcaklığından dem vurması yeni dönemde ABD ile Kolombiya arasında ciddi bir eksen kaybı yaşanmayacağının işareti olarak okunabilir. Öte yandan kapitalistler “her şerde bir hayır vardır” diyerek Petro’nun seçilmesinin olumlu tarafına bakacaklardır. Zira Kolombiya’da 2019 ve 2021 yıllarında gerçekleşen radikal isyanların olası tekrarlarını şiddet yerine sınırlı bir sol programla dizginlemenin maliyeti daha düşük olacaktır.
Petro özellikle başkan yardımcısı olarak seçtiği Afro-Kolombiyalı Francia Marquez ile Kolombiya’da yükselen sol hareketlere önemli bir mesaj vermiş oldu. Marquez özellikle çocukluk yaşlarından bu yana ekoloji hareketi içerisinde yer alan ve bu alanda özellikle son on yılda önemli bir popülarite kazanmış bir isim. Fakat hem Petro hem de Marquez seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte Kolombiya’nın Alvaro Uribe de dahil olmak üzere siyasal elitleriyle uzlaşma zemini arayacaklarını ilan etmekten geri kalmadılar. Dolayısıyla Şili’de Boric’in yarattığına benzer bir hayalkırıklığı yaşamadan önce Petro coşkusunu dizginlemek yerinde olacaktır.
Kolombiya’da Değişimi Dayatan Geçmiş
Petro’nun seçilmesi diğer taraftan ülke tarihinde önemli bir dönemeç. Zira ülke bugüne kadar sağın çeşitli tonlarını taşıyan rejimlerle yönetildi. Kolombiya’yı bugüne kadar yöneten tüm iktidarlar ülkeyi ABD’nin Latin Amerika’ya açılan kapısı haline getirdiler ve ülke uluslararası uyuşturucu trafiğinin merkezine oturarak “narko-devlet” olmaktan öteye gidemedi. 1980’li yıllardan itibaren neoliberal politikaların yarattığı yoksulluk, özellikle tarımsal üreticiler ve kentli gençlik için kokain üretimi ve ticaretini cazip bir iş haline getirdi. Hayatı Narcos dizisine konu olan Pablo Escobar’ın başını çektiği Medellin Karteli gibi büyük uyuşturucu kartelleri bu çaresizlik üzerinden yükseldiler. Bu karteller elde ettikleri muazzam servetler sayesinde, Kolombiya’nın sağcı rejimleriyle kirli ilişkilerini sağlamlaştırdılar diğer yandan Escobar örneğinde görüldüğü üzere yoksul halk karşısında prestij satın almayı başardılar. Bu durum ABD içinde ülkeye politik ve askeri olarak sirayet etmenin bir bahanesi olarak uzun yıllar kullanıldı.
Uyuşturucuya karşı savaş adı altında, ancak esas olarak Latin Amerika’da Venezuela ve Küba gibi ülkelere askeri müdahalenin bir üssünü yaratmak amacıyla Kolombiya devleti askeri olarak desteklendi. 2000 yılında devreye sokulan Kolombiya Planı çerçevesinde hem uyuşturucu üretimine hem de ayrılıkçı gerilla örgütü FARC’a karşı savaşmak üzere Kolombiya ordusuyla birlikte sağcı paramiliter gruplar da sahaya salındılar. 2002’de iktidara gelen Alvaro Uribe 2000’lerde yürütülen bu kirli savaş sürecinin taşıyıcısı oldu. Bu savaş sonucunda 30.000 kişi öldürüldü, 7 milyon kişi yerlerinden göç etmek zorunda kaldı. Uyuşturucu üretimi ise bırakın azalmayı, 2001-2016 yılları arasında % 40 artış gösterdi. FARC yürütülen kirli savaş karşısında zaman içerisinde etkisini yitirip silah bırakırken; ABD’li Blackwater gibi özel güvenlik şirketlerinin yetiştirdiği paramiliter gruplar FARC’tan doğan boşluğu hızlı bir şekilde doldurdular ve uyuşturucu üretiminde de başrolde yer almaya başladılar. Bu grupların birçoğu Afganistan gibi savaş bölgelerine de gönderilirken; Kolombiya’da özellikle muhaliflerin üzerine de salındılar. Kolombiya özellikle muhalif sendikacılar için dünyanın en tehlikeli ülkelerinden birisi olarak kabul edilirken; sayısız faili meçhul cinayet bunu doğruluyor. Ulusal Sendikacı Okulunun (ENS) verilerine göre 1991-2006 arası sendikada ileri gelenlere yönelik 2 bin 245 cinayet işlendi, 3 bin 400 tehdit yapıldı ve 138 zorla kaybolma tespit edildi. Uribe’nin bıraktığı yerden 2010’larda Ivan Duque bayrağı devralmıştı. Her iki isim de bugün yolsuzluklarıyla, paramiliter gruplarla olan bağlarıyla ve kirli ilişkilerle anılıyorlar.
Yukarıda özet geçilen kısa tarih aynı zamanda son birkaç yıla damgasını vuran isyanların da temelini attı. Kolombiya halkları on yıllardır yolsuzluklara, kirli-mafyatik ilişkilere gömülmüş, ABD emperyalizminin tetikçiliğini üstlenmekten bir adım geri durmayan iktidarların hükmü altında yaşamını sürdürüyor. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan isyanlar bu tarihin böyle devam etmeyeceğinin bir göstergesiydi. Petro peki tarihin bu akışını değiştirebilir mi? Olumlu yanıt vermek zor. Kolombiya’da köklü bir değişimin gerçekleşmesi emekçi sınıfların mücadele silahını ısrarla taşımaya devam etmelerine bağlı. Latin Amerika’nın emekçi halkları köklü sorunlarına pansuman yapılmasıyla değil, bu sorunların kaynağı olan kapitalizmin kökten ortadan kaldırılmasıyla gerçek bir alternatife kavuşacaktır.