Kılavuzu Karga Olanın..! – Güneş Gümüş

Kılavuzu Karga Olanın..! – Güneş Gümüş

CHP’de Kılıçdaroğlu’nun akıl hocalığını yapan Sencer Ayata’nın geçtiğimiz günlerde T24’te yayınlanan “Demokrasinin durumu: Dünyada ilerleme, Türkiye’de gerileme!” yazısını okuyunca bu atasözü aklıma geldi.

Ayata, “demokratikleşme sürecinde… küresel düzeyde düşüş değil tersine ilerleme var.” tespitiyle başlangıç yapıp Türkiye’nin demokrasi karnesiyle biten bir yazı yazmış. ABD’li neocon’ların dünya çapında meşruluklarının önemli mimarlarından, “Medeniyetler Çatışması” kitabının yazarı Huntington’un “demokrasi dalgaları” teorisine göndermeler yapan Ayata’nın demokrasi konusundaki algılayışının Huntington’un çok ötesine gidemediğini yazı boyunca görmek mümkün.

Huntington’un demokrasi kavrayışı Schumpeter‘in “başka bir demokrasi kuramı”na dayanıyor. Bu teoriyle Schumpeter; siyasi liderlik için rekabeti belirleyici kriter haline getirerek demokratik yöntemi, siyasi karar verme gücünün halkın oylarını rekabetçi bir mücadele sonrasında kazanılmasıyla sınırlandırmakta. Böylece demokrasinin belirleyici meselesi seçimler oluyor. Bu mantıkla siyasi partiler/liderler şirketler gibi rekabet etmekte ve kazanan iktidar olmakta. Alın size kapitalizm gibi işleyen bir demokrasi!

Huntington, Schumpeter’e dayanarak ölçülemeyen hiçbir şeyin bilim olmadığını düşünen pozitivist kafaya da uygun bir yöntem açığa çıkarmış; seçim yapılan ülke sayısı, parti sayısı vb. Şirketler gibi rekabet eden partiler ya da partilerle iç içe geçen şirketler fikrinin ABD’ye uyduğu kesin de iki partili dandik ABD demokrasisinin pek matah bir şey olmadığını görmeyecek miyiz?

Batılı parlamenter-liberal sistemlerin insanlığın ulaşması gereken en iyi ve hatta sonal rejimler olduğuna öylesine inanmış ki Sencer Ayata, onun için ne kapitalist kriz, ne sınıf mücadelesi, ne Batı metropollerinde yükselen faşizm, ne de iktidara gelen Trump gibi politikacılar çok da üzerinde durulacak konular değil.

Falanca Afrika ülkesinde seçimlerin yapılması o ülkede yaşayan insanlar açısından önemli olabilir. Ama emperyalist-kapitalist dünyanın merkezinde işler hiç iç açıcı değil. 2008’deki büyük ekonomik kriz her açıdan milat oldu. Ayata’nın hayranı olduğu Batılı liberal sistemler tıkandı; ekonomik, politik, ideolojik paradigmalar çözülürken diyebiliriz ki dünya artık Trumplar-Putinler-Erdoğanlar dünyası… Dahası dünya ekonomisinin ağırlık merkezi hızla Doğu’ya ve hatta otoriter Çin’e kayıyor.

Sencer Ayata gibilerin sözcüsü olduğu neoliberalleşmiş sosyal demokrasi, sıfırı tüketti. Karı koca Ayata’ların ODTÜ’de okuttuğu Anthony Giddens’ın ideologu olduğu 3.Yol çizgisi sosyal demokrat partileri tüketti. Piyasacı sol, bitip tükenirken meydan sağa ve aşırı sağa kaldı. Düşünün, bu tarihi hezimete rağmen Ayata kafası Kılıçdaroğlu ve CHP’nin politikalarını belirliyor. Kılıçdaroğlu da “en iyi ODTÜ’lü sosyoloji proflarıyla çalışıyoruz, daha ne yapalım” diyor. Müthiş bir kavrayış yeteneği ile CHP politikasını “bilime emanet ettik, ama bu kadar oluyor” demeye getiriyor. Ne kadar gülünç. Avrupa’da sosyal-liberal sentezin çoktan iflas ettiğini, sosyal demokrasi içerisinde bu sentezi hala tasfiye edememiş olanların dibi boyladığını, ama sol kanatların yeniden ipi aldığı ülkelerde ise bu partilerin atılım yaptığını bilmiyor KK. Çapsızlık diz boyu. Ayata’nın anlattığı “emek-sınıf-grev-eylem bunların devri geçti” masalını dinlemek işine geliyor tabi.

Kapsamlı Demokrasi!!

Ayata, seçim demokrasisinin ötesinde kampsamlı bir demokrasinin bileşenlerini de vermiş sağolsun: Temsili hükümet; temel haklar; denge ve denetleme; kamu idaresinin tarafsızlığı; katılım.

Görünürde temel demokratik bir işleyişin olması için gerekli kriterler bunlar diyebilirsiniz. Gelin birlikte bakalım ve bu kriterlerden burjuva demokrasinin parlak bir ciladan öte bir şey olmadığı birlikte görelim.

Denge ve denetleme mekanizmalarını ele alalım mesela. Bugünlerde çok gündemimizi işgal eden Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesine bakalım. Bu, Merkez Bankası’nın para politikasının hükümetin maliye politikasından bağımsız olarak belirlenmesi anlamına gelir ki bir tür denge-denetleme mekanizması olarak düşünmek gerek. Peki bu bağımsızlık demokratik midir?

2008 krizi sonrası vatandaşın vergisiyle yaratılan kamusal kaynaklar, parasal genişleme adı altında Merkez Bankaları eliyle şirketlere bedavaya verilmiş. Vatandaşa soran yok; vatandaşın bu kurumların politikalarını seçme, belirleme, hesap sorma hakkı da yok. Borcunu ödeyemeyen şirketler kurtarılırken sizin bahtınıza taksitleri ödeyemediğiniz evinizi kaybetmek düşmüş; ama demokratik mi demokratik.

Temsili hükümet meselesini ele alsak. Temsili hükümet ne demek; Ayata’nın tarifine göre “rekabetçi, düzenli ve dürüst seçim”ler temelinde iktidara erişen ve dolayısıyla gerçek bir temsil gücüne sahip hükümet demek. Evet 4-5 yılda bir size tanınan güzide oy kullanma hakkınızı kullandınız ve kendi temsilcilerinizi seçtiniz. Ama sizden oy istenirken verilen sözlerin yerinde yeller esiyor; hatta aksine yol alınmış. Ne yapacaksınız? 4-5 yıl sonra bir seçim daha var; önünüze mi bakacaksınız? Atı alan üsküdarı geçmiş; bütün bir krizin yükü üzerinize yıkılmış… Özgür seçim mi var; demokrasi var değil mi!?

Demokrasi Asıl Nasıl İşler?

Daha önce de dile getirdik burjuva demokrasisi bir ciladan çok öte değil. Ama onun bile işleyip işlemediğinin kriteri/kriterleri Ayata’nın saydıklarıyla sınırlı değil; en belirleyici olan toplumun ne kadar örgütlü olduğu öncelikle.

Bırakalım Marksizmi, sosyolojinin birçok temel kuramcısı toplumda farklı çıkarlara sahip sınıfların, toplumsal grupların olduğunu kabul eder. Sendikalarla organik bağlar temelinde kurulan ya da kurulduktan sonra bu bağları inşa eden bir sosyal demokratik hareketin akıl hocalığına soyunmuş Ayata’nın yazısında bu minvalde bir yaklaşıma rastlamak mümkün olmadı. Yazıda bir yerde herhalde ayıp olmasın kadrinden “toplumsal haklar ve eşitlik” ifadesi geçiyor o kadar.

Eğer Durkheimcı bir pozisyondan “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” anlayışını ileri sürmüyorsak farklı çıkarlara sahip toplumsal gruplardan (sınıflardan) hangisinin borusunun öteceği kimin ne kadar örgütlü olduğuna ve mücadele ettiğine göre belirleneceği açıktır.

Mesela Türkiye’de patronlar cephesinden şirketlerin milyarca dolarlık döviz borcu için “bu artık 81 milyonun borcu oldu” denilirken işçi sınıfı örgütlü değilse, faturanın kendisine kesilmesine karşı mücadele etmiyorsa ortaya demokratik bir sonuç filan çıkmaz.

Liberal Üçüncü Yolculuk Çöktü; Ayata Hala Rahatça Konuşuyor

Huntington’un küreselleşmenin demokrasinin üçüncü dalgasını daha da ilerleteceği iddialarıyla aynı hatta düşen – neoliberalizm çağında – sosyal demokrasi etiketi altında sosyal liberallik savunuculuğu yapan Üçüncü Yol projesi çoktan tarihin çöp sepetini boyladı. Ama Ayata aynı yoldan ilerliyor; CHP’yi de bu kafadakiler bu yolda şaşmadan ilerletiyor.

Sencer Ayata; işçi sınıfının örgütlü varlığının çökertildiği, sosyalist hareketin ideolojik çöküş yaşadığı neoliberal çağda demokrasinin küresel olarak ilerlemekte olduğuna bizi inandırmak istiyor. Demokrasiyle sosyal adalet, emekçi hakları, sendikalaşma, sosyalist hareketin varlığı-gücü arasındaki bağ koparılmak istense de gerçeklik tam aksine işaret ediyor. Neoliberalizm, işçi sınıfına karşı devlet desteğiyle sermaye adına “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” politikasından başka bir şey değil. Mesela Fransa’da Macron hükümeti şirket yönetimlerine toplu işten çıkarma izni, gerekçe bildirmeden işten çıkartma olanağı ve süresiz iş sözleşmesiyle çalışan işçileri çıkartarak güvencesiz süreli sözleşmeye çalışan işçileri alma özgürlüğü verirken tersinden emekçilerin bu saldırılar karşısında direnmelerinin sınırlarını yasal olarak daraltıyor. İstatistiklere baksak ne demokratik ülke değil mi ama Fransa!

Neoliberalizmin iddialarında bile ne kadar ikiyüzlü olduğu açığa çıkmadı mı!? Devlet sözde ekonomi alanından elini çekecek; bir tür gece bekçisine dönüşecekti. Neoliberalizmde devlet; aslen sermaye sıkıştığında hemen el uzatan, bütün çalışma ilişkilerini sermaye lehine emekçiler aleyhine düzenlemekle meşgul. Ya da emperyal çatışmaları körükleyen ulus-devletlerin geri çekilişinden, sınırların anlamsızlaşmasından, dünyanın bir köye-imparatorluğa dönüşmesinden bahsedenler sessizliğe bürünmüşken ticaret savaşlarının, korumacılığın yükseldiği çağımızda yeni emperyal çekişmelerin artışına tanıklık etmiyor muyuz!? Böyle koşullarda mı demokrasi ilerliyor!?

KATEGORİLER