Kıbrıs Sorununun Sınıfsal Tarihi – Celal Özkızan

Kıbrıs Sorununun Sınıfsal Tarihi – Celal Özkızan

Dratoların, Smailoların, Bizzitoların, Gogoşilerin, Şonilerin ve ardından, Şilifuroların, Bembeoların, Gargarllilerin torunlarının sonu böyle oldu dedelerinin yurt edindikleri topraklarda…Dedeleri, dinsiz, milliyetsiz yaşadılar. Kendilerine güvendiler tek… Kurtarıcı aramadılar, kendi kendilerini kurtarma kavgası verdiler…Yetiştikleri topraklarda tutundular. Ama belli ki kök salamadılar. O nedenle, torunları kurtarıcı aradılar. Buldular ve kurtarıldılar…”

Arif Hasan Tahsin – Nigose Baba

KIBRIS SORUNUNUN SINIFSAL KÖKENLERİ

Kıbrıs sorunu, “ulusal sorun” olarak adlandırdığımız ve kapitalizm çağına özgü sorunların en çatışmalısı ve kanlısı olmasa bile en “dayanıklı”larından bir tanesi. Türkiye’de Kıbrıs sorunu genelde Türkiye’nin Kıbrıs’taki çıkarları bağlamında tartışılmakta. Kıbrıs’ın kendi içinde ise, gerek Kıbrıslı Türk halkı gerek Kıbrıslı Elen halkı açısından sorun, bir kez ortaya çıkmış ve artık öyle ya da böyle çözülmesi gereken bir sorun olarak görülmekte. İki tarafın milliyetçi siyasi elitleri dahi, büyük oranda kendi çıkarlarına hizmet eden “mevcut durumu” koruma çabasını “çözüm jargonu” ile dile getirmekteler : Örneğin başta Denktaş olmak üzere Kıbrıslı Türk milliyetçi kanadının çok büyük bir çoğunluğu, “çözümün çözümsüzlükte” olduğunu dile getirirken, Kıbrıslı Elen sağının liberal DİSİ haricinde kalan kısmı tarafından da “tek-toplumlu bir devlete dönüşen Kıbrıs Cumhuriyetini yaşatmak, “en iyi ikinci ve şimdilik en gerçekçi çözüm” olarak” (Kızılyürek, 2008 : 180) benimsendi. Yani görüleceği üzere, sadece Kıbrıs’ta mevcut bölünmüşlüğü -öyle veya böyle- dönüştürmeye çalışanlar değil, bizzat o bölünmüşlüğün nimetlerinden faydalananlar dahi, mevcut durumun kendisini bir “son hâl çaresi” olarak betimlemek yerine, mevcut durumu nihaileştirip ebedileştirecek bir “çözüm” arayışındalar. Yani bu küçük ada parçacığının hem kuzeyinde hem de güneyinde, “devletin bekası” gibi mevcut durumu kodlayan bir kavram dahi, sürdürülmesi gereken değil “inşa edilmesi” gereken bir şey olarak algılanmakta. İşte mevcuttan beslenenleri dahi bir “çözüm” arayışına iten gayet dinamik bir zemin teşkil etmekte Kıbrıs sorunu. Peki Kıbrıs sorunu nedir ? Kıbrıs sorununda “sorun” olan şey nedir ?

Meselenin tarihselliğini bir yana bırakıp, doğrudan müzakere masasına ve tarafların diplomatik savaşına bakıldığında, kabaca söyleyecek olursak,

“bugün Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan müzakerelerin, adı konmasa da, “Land for Equality (toprak karşılığında siyasi eşitlik) ilkesine dayandığı bir gerçektir. Siyasi eşitlik temelinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kendi elinde tutan Kıbrıslı Rum toplumu ile 1974’te ada toprağının %37’sini ele geçiren Türk tarafı arasında yapılan görüşmelerin ana konusunu, “toprak karşılığında devlet organlarına siyasi eşitlik temelinde katılım” ilkesi oluşturmaktadır. Kıbrıs Rum tarafı görüşmelerde toprak ve mülkiyet konularındaki taleplerinin yanı sıra adanın askersizleştirilmesini ön plana çıkarırken, Türk tarafı siyasi eşitlik ilkesinin hayatın bütün alanlarını kapsayacak bir biçimde uygulanmasını istiyor.” (Kızılyürek, 2009 : 9)

Öte yandan Kıbrıs müzakere masasındaki kartların mevcut dizilimi ve dağılımı bu biçimde olsa da, akıldan çıkarılmaması gereken tek şey, Kıbrıs sorununun bugün bu biçimde tezahür ediyor olmasının, Kıbrıs sorununun bundan ibaret olduğu anlamına gelmiyor oluşudur :

“Kıbrıs sorununun aslında  ne olduğu, Kıbrıs’ta sorun olanın ne olduğu veya Kıbrıs’ta neyin sorun olduğu konusu dahi içteki ve dıştaki her özne açısından farklı içeriklere sahiptir. Üstelik her öznenin kendi sorun tanımı da sabit değildir, tarihsel dönemlere göre ve çeşitli siyasal, ekonomik, stratejik nedenlerle değişmektedir. Örneğin Kıbrıslı Elenler açısından Kıbrıs sorunu uzun bir süre Yunanistan’a bağlanma (enosis) hakkının tanınmaması sorunu idi. Oysa hala böyle bir hedefi olan çok küçük bir Elen milliyetçisi kesim olsa da Kıbrıslı Elen halkı için şimdi sorun tanımı, Türkiye’nin adadaki askeri varlığı ve nüfus taşınması (Türk işgali) şeklinde değişmiştir. Kıbrıslı Türkler, Yunanistan, Türkiye, ABD, Birleşik Krallık vb. tüm diğer öznelerin Kıbrıs’a ilişkin sorunlarının muhtevası tıpkı yukardaki örnekte olduğu gibi tarihsel olarak değişebilmekte ve her öznenin sorunu da birbirinden farklı olmaktadır. Buradan çıkan sonuç çok nettir: Aslında ortada tek bir Kıbrıs sorunu yoktur. Ada üzerinde çıkarı olan her öznenin başka bir sorunu vardır ve her özne kendi sorununu çözmeye çalışmaktadır.” (Rahvancıoğlu, 2012)

Bu noktadan yola çıktığımızda, Kıbrıs sorununun mevcut tezahürünün, Kıbrıs’a kendi penceresinden bakan çeşitli öznelerin bugüne kadarki dinamik ve yer yer çelişip ve yer yer örtüşen mücadelesinin -şimdilik- vardığı nokta olduğunu dile getirebiliriz. Öte yandan, eğer biz toplumları anlamlandırmada -ve dönüştürmede- sınıfsal ilişkileri ve sınıfsal mücadeleleri temel perspektif olarak kabul ediyorsak, Kıbrıs sorununun sınıfsal kökenlerini incelemek de, hem bu sorunun buraya “nasıl” ve “neden böyle” geldiğini anlamamıza; hem de Kıbrıs sorununun mevcut durağını “ana istasyon” kabul etme yanılgısından kendimizi kurtarıp, treni sınıf mücadelesini temel alan bir istikamete çevirme iradesini ortaya koymamıza yardımcı olacaktır.

***

Kıbrıs tarihine ve Kıbrıs sorununa az çok aşina olanlar, Kıbrıs’ın yakın tarihindeki etnik gerginliklerden, milliyetçi cepheleşmelerden ve Soğuk Savaş bağlamında Kıbrıs’ın taşıdığı kilit önemden dolayı açığa çıkan uluslararası dinamiklerden elbette haberdardırlar. Ancak, -Kıbrıslılar da dahil olmak üzere- pek az özne, Kıbrıs sorununun sınıfsal kökenlerinin ve muhtevasının ayrıntılı bir incelemesini ciddi ciddi ele alıp pusulası yapmıştır. Elbette bu yazıda, böylesi bir hedefi dört başı mamur bir biçimde yerine getirmek mümkün değildir. Ancak en azından, böylesi bir incelemeye temel teşkil edebilecek ana hatları ve yer yer de önem taşıyan ayrıntıları bu yazıda aktarmaya çalışacağım.

Kıbrıs, 1878 yılına kadar Osmanlı kolonisiydi ve Osmanlı topraklarına dahil pek çok coğrafya gibi, “Osmanlı tarzı feodalizm” ilişkilerine tabiiydi. Osmanlı, Kıbrıs’taki Ortodoks Kilisesi’ne gerek idari, gerek yönetsel gerekse de iktisadi anlamda, kendi tebaasındaki ‘gayrimüslim’ topluluklara tanıdığı ayrıcalıkları tanımıştı. Hâl böyle olunca, Kıbrıs’taki Ortodoks Kilisesi Osmanlı döneminde bir “siyasi-iktisadi güç” olarak iyice serpildi. Dahası, Osmanlı yönetimi, Kıbrıs’taki Müslüman olsun Ortodoks olsun ‘serflerin’, yani feodal köylülerin -başta ağır vergilendirmeler olmak üzere- çeşitli sebeplerden dolayı kalkıştıkları isyanları bastırmak için, Kıbrıs’taki Ortodoks Kilisesi ile defalarca kez işbirliğine gitti. Kısacası, 1571-1878 arasındaki “sınıfsal dizilim”i basite indirgersek, ortaya şöyle bir tablo çıkar : bir yanda Osmanlı İmparatorluğu ve onun Kıbrıs’taki askeri ve yönetsel temsilcileri ile Kıbrıs’taki Ortodoks Kilisesi’nin ittifakı; öte yanda ise gerek Müslüman gerek Ortodokslardan oluşan yoksul -ve çok büyük çoğunlukla köylü- Kıbrıs ‘tebaası’.

1878 yılında Osmanlı, Kıbrıs adasını, daha sonra 1914’te adayı tamamen ilhak edecek olan Britanya’ya kiralar. Britanya’nın adaya çıkışı, toplumsal ilişkilerde ve üretim ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Kıbrıs’ta gözlemlerde de bulunmuş bir Britanyalı komutan olan Horatio Kitchener, Britanya adayı ele geçirdikten sonra “Ada’nın ilk kapsamlı arazi incelemesini” yaptığında, şu sonuca varmıştı : “Ada’da kıraç ıssızlıklardan eski verimli hallerine dönüşmek için yalnızca bir kapitalistin elini bekleyen birçok yer” vardır (Morgan, 2013 : 24). Britanya, büyük oranda stratejik konumu nedeniyle gözüne kestirdiği ve ne işgücü, ne pazar ne de yeraltı kaynakları açısından ciddi anlamda ‘işlemeye’ değer olan Kıbrıs’ı belki bir Hindistan sömürgesi gibi görmüyordu; ama elini kolunu bağlayıp oturmaya da niyeti yoktu :

“İngilizler idarenin çeşitli kısımlarını rasyonelleştirecek yönde yönetmelikleri değiştirerek ve başta madencilik olmak üzere bazı sanayi sektörlerinin gelişmesini teşvik ederek Kıbrıs’ı ürünlerini satabileceği bir piyasa haline getirmeye çalıştı (…) Bu şekilde, kapitalist temelde işleyen küçük bir proto-sanayi sektörü Kıbrıs’ta ortaya çıktı (…) İngilizlerin Kıbrıs’taki laissez-faire yönetimi, yeni ekonomik ilişkiler (…) İngilizlerin en önemli mali reformu 1880’lerin ortasında vergi ödemeleri için toplumsal sorumlulukların kaldırılmasıydı, böylece vergi ödeme bireysel zorunluluk haline geliyordu. Bu değişim o denli etkili biçimde bireysel mülkiyeti getirdi ki, mal sahipleri bununla birlikte mülklerini nakil ve ipotek açısından yönetebilmeye başladılar. Bu değişim aynı zamanda en fakir ve en az girişimde bulunan şahısların borca girme ve mal kaybı riskine girmeleri anlamına gelmekteydi. 1885’te İngilizler arazinin zorunlu satışıyla ilgili yasa getirdiler ve tefecilerin köylülerin mülklerini satmasını yasaklayan Osmanlı uygulamasını köklü biçimde değiştirdiler.” (Katsurides, 2014 : 50-52)

Dahası Britanyalı sömürgeciler,

“kısa bir süre içerisinde adanın her köşesine girmeyi başardılar. Köylülere belki de işlemek için kullanamayacakları toprak parçalarına sahip olduklarını bildiren okuyamadıkları belgeler tahsis ettiler. Bir imparatorluğun tebaası aniden bir bürokrasinin yasal, vergi ödeyen bireylerine dönüşmüştü ve çok geçmeden “eşit haklar”ın aynı zamanda “eşit haksızlıklar” anlamına da geldiğini öğrenmişlerdi.” (Bryant, 2002 : 38-39)

Bu canlı anlatıların da gösterdiği üzere, Britanya’nın adayı kontrol altına alması, özelde üretim ilişkilerinin geneldeyse toplumsal ilişkilerin kapitalist bir temelde dönüşümünü tetiklemişti. Bunun sınıflar açısından sonuçları ise şöyle olmuştu : Her şeyden önce, Osmanlı’nın pek çok coğrafyasında olduğu gibi Kıbırs’ta da ticareti büyük oranda elinde bulunduranlar, ‘gayrimüslimler’ yani Ortodoks tüccarlardı; ve yine, Kıbrıs’ta Osmanlı dönemindeki Ortodoks tüccarların ticari birikimi, tıpkı Anadolu coğrafyasındaki ‘gayrimüslim’ tüccarlar örneğinde olduğu gibi, kapitalist dönüşüm bağlamında, bu birikimin sahiplerinin bir modern burjuva sınıfının nüvelerine dönüşmesine yol açacaktı. Öte yandan Kıbrıs’ta Osmanlı’dan arta kalan Müslüman elitler, Osmanlı döneminde çoğunlukla askeri ve idari fonksiyonları üstlendikleri için, modern bir burjuva sınıfına dönüşme olanaklarına sahip değillerdi. İşte Britanya kolonisinin, ‘yukarıdakiler’ açısından doğurduğu temel sınıfsal sonuçlardan biri buydu ve yine tam da bu, Kıbrıslı Elen ticaret burjuvazisinin ve Kilise’nin, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama siyaseti anlamına gelen Enosis’e temel teşkil eden dinamikti.

Elbette bu dönüşüm böyle lineer bir biçimde vuku bulmamıştı. Örneğin Kilise, Britanya sömürgesi ile birlikte dönüşen toplumsal ilişkiler gereği “feodal ayrıcalıklarını” yitirdikçe, Britanya sömürgesi ile bir çatışmaya da girmişti; haliyle de Kilise ile neredeyse organik bağları bulunan Kıbrıslı Elen tüccarlarının burjuvalaşma süreci pürüzsüz olmamıştı. Ayrı bir yazının konusu olabilecek genişlikteki bu hususu derinlemesine tartışmak, ne yazık ki bu yazıda mümkün olmayacak. Ancak şunu belirtmek lazım; oluşmakta olan Kıbrıslı Elen burjuvazisinin diğer pek çok “ulusal burjuvazi” gibi bir bağımsızlık mücadelesi yükseltmek yerine Yunanistan’a bağlanma siyaseti gütmesinin sebepleri, pek çok tarihsel-kültürel faktörün yanında, Kıbrıslı Elen burjuvazisinin ilk etapta büyük oranda ticaret sermayesinden oluşması ve bu nedenle de iç pazarda hakimiyet kurmak yerine, Yunanistan ile birleşmek üzerinden dünya pazarlarına bağlanmayı asli hedef olarak belirlemesinde aranabilir. Kaydadeğer sayıda çok Kıbrıslı Elen tüccarın yurtdışında yaşıyor olması da bir başka etkendir. Daha sonraları,1950’ler ve özellikle 1960’larla birlikte, Kıbrıslı Elen burjuvazisinin içindeki sanayi burjuvazisinin gelişmesi, Kıbrıs’taki iç pazarın ciddi biçimde gelişmesi ve Kıbrıs’ın önemli bir turistik lokasyon haline gelmesiyle, Yunanistan’a bağlanma talebi -her ne kadar Kıbrıslı Elen burjuva siyasetinin söylemindeki ağırlığını korusa da- yerini yavaş yavaş Kıbrıs’ı merkez alan bir siyasete bırakmıştı.

Öte yandan, yukarıda da belirtilen sebeplerden dolayı, adadaki Müslüman elitler aynı dönüşümün tornasından geçememişlerdi. Hâl böyle olunca, bir tarafta artık dinsel bir Ortodoks cemaatten, gelişen burjuvazisi ve işçi sınıfıyla ve Enosis talebinin inşasını hızlandırdığı milli kimlikle modern bir “Kıbrıslı Elen toplumuna” dönüşen bir topluluk; öte tarafta ise, “serf”i artık “proleter” olan, ama bir zamanların askeri ve idari “beyleri” bir türlü burjuvalaşamayan Kıbrıslı Türk cemaati. Bu farklılaşmanın ne kadar çarpıcı olduğunu net bir şekilde vurgulamak önemli olduğundan, aşağıdaki uzun alıntıyı yapmaktan sakınmayalım :

1962’de Kıbrıslı Elenler ada nüfusunun %80’ini, Kıbrıslı Türkler ise %18’ini oluşturmaktadırlar (…) kişilere ait toprak mülkiyetinin %79.3’ü Kıbrıslı Elenlere, %20.7’si Kıbrıslı Türklere aittir ama tarımsal üretimde Kıbrıslı Türklerin payı %12.6’dır. Emlak gelirlerinin %81.7’si Kıbrıslı Elenlere, %17.5’i Kıbrıslı Türklere aittir. 5 kişiden fazla işçi çalıştıran firmaların, %99.4’ü Kıbrıslı Elenlere, %0.06’sı Kıbrıslı Türklere, aksiyon şirketlerinin %96.6’sı Kıbrıslı Elenlere, %3.4’ü Kıbrıslı Türklere ait olup devletin topladığı gelir vergisinin, %94.1’ini Kıbrıslı Elenler, %5.9’unu da Kıbrıslı Türkler ödemektedirler. İhracatın %57.5’ini Kıbrıslı Elenler, %35.8’ini yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Elenler, %6.4’ünü Ermeniler ve sadece %0.03’ünü Kıbrıslı Türkler yapmaktadırlar. İthalatta Kıbrıslı Elenlerin payı %78.7, yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Elenlerin %12.8, Ermenilerin %5.3 ve Kıbrıslı Türklerinki ise yine sadece %3.2’dir. GSMH’ye Kıbrıslı Türklerin katkısı %18 nüfusa karşılık %7.5’tir. Doktorların %86.1’i, diş hekimlerinin %81.3’ü, eczacıların %91.6’sı Kıbrıslı Elen’dirler. Tarımsal üretimde Kıbrıslı Türklerin payı %12.6, narenciyede %10, sanayide %6.2, elektrik üretiminde (ki bir refah göstergesidir) sadece %6.1’dir.” (Beratlı, 2012 : 48)

Tablo buyken, bir yanda Kıbrıslı Türkleri de Britanya sömürgesine karşı verilecek ortak bir ulusal kurtuluş mücadelesi cephesine dahil etmek yönünde hiçbir girişimde bulunmayan hatta Enosis talebi ile Kıbrıslı Türklerde ciddi güvenlik ve gelecek kaygısı uyandıran Kıbrıslı Elen burjuva siyasetinin olması; öte yanda da bir zamanlar, Osmanlı döneminde, elinde bulunan egemen konumu gittikçe yitiren ve ekonomik geri kalmışlık gereği Kıbrıs pazarını tamamiyle Kıbrıslı Elen burjuvasına kaptırma korkusuyla milliyetçi ve ayrılıkçı bir siyaset güden Denktaş önderliğindeki Kıbırslı Türk üst sınıfının olması, meşhur ‘Taksim’ siyasetini gündeme taşıyan temel unsurlar olmuşlardır. Kıbrıslı Türk üst sınıfı, ayrıntısına burada giremeyeceğimiz Britanya’nın çok ciddi teşvikiyle, Enosis projesinin karşısına kendi milliyetçi projesi olan Taksim’i, yani adanın ikiye bölünüp, bir kısmının Yunanistan’a bir kısmının ise Türkiye’ye bırakılmasını koymuştu.

Bu siyasetin kökenlerinde, Kıbrıslı Türk yukarı sınıfının kendi ayrı pazarını, ya da sözü geçen öznenin kendi jargonundan doğru konuşacak olursak “Türk çarşısını” yaratma ideali vardı. Bu ideali, bizzat Rauf Denktaş’tan dinleyelim :

“En küçük yaşımda iken babam Hikmet Raif, Söz gazetesi sahibi Remzi Okan ve Con Rıfat, avukat Fadıl Bey gibi kimselerin bu mevzu etrafında konuşurken “Biz de Ermeniler ve Rumlar gibi kendi milletimizi korumak yolunda neden gitmiyoruz?” diye üzüldüklerini işitirdim (…) Bütün çarşı, ithalatı ihracatı ile Rumların elinde : Türklerde sadece veresiye olarak Rum’dan almak ve veresiye Türk’e satmak var. Rumlar mütemadiyen iktisadi sahada genişlemekte, biz ise çok çok yeni bir mahalleye perakendeci, yeni bir bakkal veya tüccar yetiştirmekte idik. Bu hal senelerce devam etti ve daha da devam edecektir.” (Kızılyürek, 2011 : 68)

Bu çerçevede, Kıbrıslı Türk yeraltı örgütü TMT eliyle ve şiddet aracılığıyla, ‘Türk’ün Rum ile alışveriş yapması’ yasaklanacaktı. Arslan’a göre Türk çarşısı kampanyası “kapalı ve sermayenin sadece Türklerce sirküle edildiği bir kurumsallaşma aracılığıyla, hızlı bir sermaye birikim sürecini harekete geçirmeye dayanan bir sermaye stratejisiydi.” (Arslan, 2014 : 318). Bir Kıbrıslı Türk burjuvazisi oluşturmayı amaçlayan bu kampanyanın ne kadar başarılı olduğunu, yine bizzat Denktaş’tan dinleyelim : “bahsi geçen kampanya, varlığını bugün halâ sürdüren köklü ticari işletmelerin oluşmasına yol açmıştı” (Arslan, 2014 : 321).

***

Görüldüğü üzere, Kıbrıs’ta “etnik ayrışma” olarak tezahür eden ve “Kıbrıs sorunu”nda cisimleşen

11 Nisan 1965’te Türk ve Rum işçileri örgütleyen sendikacılar faşist saldırııya uğradı. AKEL üyesi iki sendikacı Derviş Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis otomobillerinde katledildi. Katliamın sorumlusu TMT idi ve Rauf Denktaş onun bir üyesiydi.

sorunlar yumağının sınıfsal kökenine baktığımızda; ortada iki farklı burjuvalaşma projesinin, kapitalistleşmenin iki farklı kanala akıttığı bir toplumsallaşma dinamiğinin ve en nihayetinde, Enosis ve Taksim adlarında iki farklı hegemonya projesinin yattığını görüyoruz. Elbette Kıbrıs’ın bölünmesinin tarihi bundan ibaret değil. Soğuk Savaş bağlamında, Kıbrıs gibi hem stratejik öneme haiz, hem de komünizm “tehdidi” algısının güçlü olduğu bir coğrafyada, başta ABD, Britanya, Türkiye ve Yunanistan olmak üzere büyüklü küçüklü dış aktörlerin Kıbrıs üzerindeki etkisi, Kıbrıs’ın yakın tarihinin şekillenişinde büyük roller oynadılar. Dahası, Kıbrıs’ın yakın tarihinde sadece “dış güçler” ya da “yerli burjuvalar” değil, aynı zamanda güçlü bir işçi sınıfı mücadelesi ve erken -ve kısacık- ömrüne muazzam bir teorik/pratik birikim bırakan Kıbrıs Komünist Partisi gibi süreçler ve aktörler de mevcut. Ancak bu yazıda, meselenin sadece belirli bir boyutuna mercek tutmaya çalıştım. Yine, bugüne geldiğimizde, artık Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen burjuvazileri, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesinden, ortak bir federal devletten ve Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunmasından yana. O günlerden bu günlere neyin değiştiği ise, yine apayrı bir yazının konusu.

REFERANSLAR

Arslan, H. (2014). The Political Economy of State-Building : The Case of Turkish Cypriots (1960-1967) (Yayınlanmamış doktora tezi). I

stanbul Bilgi University.

Beratlı, N. (2012). Kıbrıs’ta Ulusal Sorun. Khora.

Bryant, R. (2002). Tebaadan Vatandaşa : Kıbrıs’ta Modernite ve Milliyetçilik. İletişim.

Katsurides, Y. (2014). Kıbrıs Komünist Partisi Tarihi : Sömürgecilik, Sınıf ve Kıbrıs Solu. Kalkedon.

Kızılyürek, N. (2008). Tarih, Siyaset, Kıbrıs. Yenidüzen kitapları.

Kızılyürek, N. (2009). “Daha önceleri neredeydiniz?” : Dünden bugüne Kıbrıs müzakereleri. Birikim.

Kızılyürek, N. (2011). Paşalar Papazlar : Kıbrıs ve Hegemonya (2. baskı). Khora.

Morgan, T. (2013). İngilizlerin Kıbrıs’taki Tarihi : Acısıyla Tatlısıyla Bir Ada. Khora.

Rahvancığolu, M. (2012, Mayıs 15). Kıbrıs Komplosu Kitabının Türkçe Baskısına Önsöz. Ocak 27, 2017 tarihinde http://rahvancioglu.blogspot.com.cy/2012/05/kbrs-komplosu-kitabnn-turkce-basksna.html sitesinden alındı.

bolsevik.org

KATEGORİLER
ETİKETLER