KESK Üyesi Bir Kamu Emekçisinden: KESK Nasıl Bir Yol İzlemeli?
Türkiye’de emekçi sınıfların hayatları giderek zorlaşırken, çıkış yolu nasıl bulunacak? İşsizliği, yoksulluğu, geçim sıkıntısını hemen hergün bir gerçeklik olarak tekrar edip duruyoruz. Fakat asıl mesele bunları tespit edip köşeye çekilmek değil, bu çelişkileri yaratan düzene karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğidir.
Öncelikle önceki güne dönmekte fayda var. 1 Ağustos itibariyle kamu emekçileri ve emeklileri için toplu sözleşme görüşmeleri başlamış oldu. Masanın bir yanında işçi ve emekçi düşmanı iktidar, diğer tarafında ise sendikalar oturuyor. Davul emekçiler adına “tek yetkili” sıfatıyla masada yer alan Memur-Sen’de, tokmak AKP’de. Her ikisinin de türküsü ortak.
Bunların ritmini bozmadığımız takdirde geçmiş toplu sözleşme dönemlerindeki ihanetlere bir yenisinin eklenmesi doğaldır. Fakat bu ritmi bozabilir miyiz? Yani işçi emekçi düşmanı AKP ile onun kamu emekçileri arasındaki truva atı Memur-Sen’in yeni bir ihanetinin önüne nasıl geçilebilir? Bunun da ötesinde yıllardır suskunluğa gömülen, OHAL KHK’larıyla sindirilen kamu emekçilerinin mücadelesi nasıl ayağa kaldırılabilir?
Bunu elbette bir başka düzen sendikası Kamu-Sen yapmayacak. Bu noktada KESK önemle savunulması gereken önemli bir mücadele mevzisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu orta oyununu ancak KESK bozabilir. Ama nasıl?
En başta KESK’in OHAL’le birlikte işten atmalar ve baskılar sonrasında kendini korumak için etrafına ördüğü kabuğu kırma zamanı gelmiştir. Dün Ankara Bahçelievler’de gerçekleştirilen, sayıca belki az ama mücadele anlamında oldukça istekli ve radikal bir kitlenin gerçekleştirdiği eylem KESK’in önemini ortaya koymaktadır. Kaldı ki bu eylem yaygın bir şekilde örgütlenmemesine rağmen, sonrasında Kızılay Sakarya Caddesi’ne yapılan yürüyüşte kendisini gösterdiği üzere, kamu emekçileri harekete geçtiğinde etrafında nasıl bir toplumsal sempati ve meşruiyet yaratabileceğini göstermiştir. Öyle ki toplumsal muhalefete sokağa çıktığında vahşice saldıran polis bile söz konusu kamu emekçileri olduğunda şiddetin dozajını ölçülü kullanmak zorunda kalmaktadır.
AKP’nin hala tek başına iktidar olmasına rağmen ciddi bir zayıflama eğilimine girdiği ortadadır. Bu kamu emekçilerine de yansımaktadır. AKP iktidarı, emekçilere karşı birkaç yıl öncesi kadar saldırgan davranamamaktadır ve ihraçları frenlemek zorunda kalmıştır. Çalışma ortamlarında, özellikle iktidarın seçim yenilgisiyle birlikte, eleştiriler daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Özellikle AKP’nin kaybettiği büyükşehirlerde Tüm Bel-Sen’e kayışlar emekçilerin de artık korku zincirlerini kırmaya başladığına işaret etmektedir. Erdoğan bile Memur Sen’de yaşanan kitlesel istifalardan rahatsızlığını dile getirmek zorunda kalmıştır.
Bu koşullarda KESK’e önemli sorumluluklar düşmektedir. KESK 90’lı yılların en karanlık dönemlerinde nasıl büyük bir kararlılık ve mücadeleye dayanarak kurulduğunu unutmamalıdır; bu deneyimi genç kuşaklara aktaracak bir mücadele pratiği ortaya koymalıdır. Toplu sözleşme süreci gibi dönemeçlerde veya emekçilerin haklarına gerçekleşecek kıdem tazminatı gaspı, BES kesintisi gibi saldırılar karşısında göstermelik ve günübirlik eylemler değil, uzun soluklu ve tabanı da hareket geçirecek kampanyalarla sahaya inmelidir.
Kamu emekçilerinin çok can yakıcı sorunları bulunmaktadır. KESK bunların birçoğunu TİS masasına iletmiştir. Fakat tek başına talep iletmek ve TİS görüşmeleri sonuçlandıktan sonra Memur-Sen ihanet etti diyerek kenara yeterli değildir. Bu talepler bir kampanya çerçevesi etrafında sürekli görünür kılınmalıdır. Örneğin emekçilerin maaşını kuşa çeviren artan oranlı vergi sistemine karşı KESK düzenli bir mücadele örgütleyebilmelidir. Bu tarz somut adımlar hem KESK’in atıl durumda bulunan gücünü harekete geçirecektir hem de durumlarından hoşnutsuz olan bağımsız veya diğer sendikalarda örgütlü olan kamu emekçilerini de KESK’in çekim alanına sokacaktır.
Öte yandan halihazırda KESK’in bugün 150.000’e yakın üyesi bulunmaktadır. 1 Ağustos’taki eylemin düzenlendiği Ankara’da yine on binlerce üyeye sahiptir. Fakat böylesi önemli bir gündemde ancak birkaç yüz kişilik bir kitleyi eylem alanına çekebilmektedir. Tek başına emekçilerin sokağa çıkmaktan korktuğunu iddia etmek, bu durumu açıklamaya artık yetmiyor. KESK’in yönetiminde yer alan ve kendilerini “devrimci” olarak niteleyen siyasal özneler bu durumu sorgulamalıdırlar.
KESK’in harekete geçmesine sadece kendisinin değil, tüm emekçi sınıfların ihtiyacı var. Sınıf mücadelesini ilerletebilmek için devrimci bir öznenin varlığı önemlidir ama bugünkü gerçeklikte bu yükü sırtlanabilecek bir öznenin hazır olmadığı da kuşku götürmez bir gerçektir. KESK’in deneyimiyle, mücadele sahasında yetişmiş kadro birikimiyle günümüzde krize ve iktidarın emekçi düşmanı politikalarına karşı önemli bir özne olarak öne çıkabilme imkanı fazlasıyla bulunmaktadır. İş ki buna niyet edilsin.