Kenya’da Saldırı ve Radikal İslam’ın Afrika Serüveni – Emre Güntekin

25 Eylül, 2013

Geçtiğimiz Cumartesi günü Kenya’da El Şebab örgütünün düzenlediği baskında 68 sivil katledildi. Saldırı El Kaide’nin Somali kolu olarak bilinen El Şebap tarafından gerçekleştirilirken, örgüt tarafından katliamın Kenya’nın Somali’ye yönelik askeri müdahalelerine misilleme olarak yapıldığı belirtiliyor. El Şebap üyeleri Kenya’nın en lüks AVM’lerinden birisi olan Westgate’e önce el bombalarıyla saldırmış ardından 36 kişiyi rehin almışlardı. Saldırıdan kurtulanlar saldırıyı gerçekleştirenlerin Müslümanları serbest bıraktığını ve özellikle yabancıları hedef aldığını aktardı. Örgütü gerçkleştiren 9 militan içerisinde 3 ABD’li, birer Kanada, Finlandiya, Kenya ve İngiliz bulunduğu açıklandı.

El Şebab tarafından yapılan açıklamada saldırının nedeni şu şekilde açıklandı: “Saldırı Kenya tarafından Aşağı Jubba’da ve mülteci kamplarında bombalanan masum Müslümanların intikamıdır…Bizler uzun süredir kendi topraklarımızda Kenyalılara karşı savaşıyorduk, şimdi savaş alanını değiştirmenin ve savaşı onların topraklarında sürdürmenin zamanıdır.” (WSWS, 24 Eylül).

Saldırının ardından Kenya’ya Batı’dan destek artarken, Obama Kenya Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta’yı arayarak “terörizme karşı savaş”ta sonuna kadar birlikte olduklarını iletti.

El Şebab: İç Savaşın Çocuğu

Somali’nin yakın geçmişi iç savaşla örülüdür. 1991 yılında başlayan iç savaş ülkenin merkezi otoritesini darmadağın ederken ülke Somaliland, Iomali ve Puntland olmak üzere üç parçaya bölünmüş durumda. BM’nin desteklediği merkezi hükümet ülkenin ancak üçte biri üzerinde kontrol sağlayabiliyor. Ülkenin bu parçalanma hikayesi aslında Soğuk Savaş sonrasında birçok ülkenin başına gelen gerçekleri yansıtıyor: 1969’dan 1991’e kadar ülke Sovyet destekli Maxamed Siyaad Barre (Yoldaş Siad) tarafından yönetilmişti ve ülke Moskova ile sıkı ticari ilişkilere sahipti. Afrika’nın en uzun kıyısına sahip ülke konumunda olan Somali’nin balık ticareti SSCB ile en önemli bağlardan birisini oluşturuyordu. Fakat Barre’nin devrilmesiyle birlikte bu coğrafya için de pandoranın kutusu açılmış oldu. ABD emperyalizminin 90’ların başında yaşadıkları bu ülkede bugün tercih edilen müdahale yöntemlerini açıklamaya yetiyor: 1992’de iç savaşın ilk evresinde ABD ve otuz ülke “Umut Operasyonu”nda ağır bir yenilgi almış ve Amerikan askerlerinin başkent Mogadişu sokaklarında yerlerde sürüklenmeleri imparatorluğun fiyakasına atılan ilk çizik olmuştu. “Kara Şahin Düştü” filmiyle akıllara kazınan bu olay sonrasında ABD askerlerini çekme kararı almıştı. Usame Bin Ladin 1997 yılında verdiği bir röportajda bu dönemde ABD’nin geri çekilişinde kendi rollerine vurgu yapmıştı:“Amerikalılar 28 bin askerle dünyanın en fakir Müslüman ülkelerinden Somali’ye kibirli bir şekilde geldiler. Burada güçlü medya varlıklarıyla halka Amerika’lıların dünyadaki en büyük güç olduğunu anlatıyorlardı. 30 bin askerle ülkeyi işgal etmişlerdi. Bütün İslam alemine de göz dağı veriyorlardı. Allah’ın izniyle Amerika’lıların Somali halkına yardıma değil, işgale geldiğini bilen Somalili mücahidler Afganistan’dan ülkeye gönderdiğimiz mücahidlerimizle yardımlaşarak Amerikalılara iyi bir ders verdiler. Amerika’lılar arkalarına bakmadan kısa bir süre sonra Somali’den çekilmeye başladılar.”

ABD Somali’den çekilirken kendisi adına İttihad-ı İslami ve El Kaide gibi radikal İslamcı örgütlere karşı savaşacak müttefiki bulmakta gecikmemişti. 1993 yılında Hristiyan Etiyopya ordusu Somali’de İslamcılara karşı mücadeleye girişti. ABD’de ülkede İslamcıların üslendiği bölgelerde operasyonlar düzenleyen Etiyopya ordusuna, El Kaide üslerini bombalayarak destek oldu. İlginçtir ki bugün El Şebab’ın lider kadrosu açısından bu savaş önemli bir deneyim oldu. Ayrıca Hristiyan bir orduya karşı nüfusunun neredeyse tamamına yakınını Müslümanların oluşturduğu bir ülke adına savaşmanın getirdiği prestiji iyi kullandılar.

ABD güçlerine karşı savaşta ön saflarda yer alan İslami hareketler içerisinde Aden Hashi Ayrov gibi gelecekte El Şebab önderliğini yapacak isimler sivrilecekti. 2001 yılına dek el Kaide’nin askeri komtanlığını yapan Muhammed Atıf da bu dönemde örgüt adına ABD güçlerine karşı savaşan İslamcı militanları eğitmekle görevliydi. 90’larda Ayrov gibi liderler kısa süreli yenilgileri Afganistan’da eğitim almakla geçiriyorlar ve 1998 yılında Nairobi ve Darüsselam’da olduğu gibi sansasyonel eylemlere imza atıyorlardı.

Nasıl Afganistan’da demir perdenin delinmesinde Mücahitler aktif rol oynadılarsa, Somali’deki hikayede büyük benzerlikler taşıyor. 90’lar ve 2000’ler boyunca ülkede radikal İslam ifadesini İslam Mahkemeleri Birliği (İMB) ile buldu. 90’lar boyunca Etiyopya ordusuna ve dış müdahalelere karşı savaşan İttihad-ı İslam zayıflarken, geride kendi ele geçirdiği alanlarda kurduğu Şeriat Mahkemeleri İslam Mahkemeleri Birliği adı altında yeniden küllerinden doğuyordu ve Somali’de halkın önemli bir desteğini kazanıyordu.

2000’lerde altın çağını yaşayan İMB başkent Mogadişu’da dahil olmak üzere ülkenin büyük bölümünde hakimiyet kurdu. Bu gelişme üzerine Batı emperyalizmi 2006 yılında Etiyopya kanalıyla İMB’nin hakimiyetini kırmak adına Somali’ye yeniden müdahale etti. Etiyopya’nın İMB’nin ülke genelindeki hakimiyetini kırması daha doğrusu İMB’nin sivil halkın bombardımanlardan dolayı daha fazla zarar görmesinin önüne geçmek için savaştan çekilmesinin ardından sahneye asıl oyuncu ABD çıktı ve El Kaideli avı bahanesiyle Somali’ye bizzat müdahale etti. İMB bu müdahalelerin ardından varlığını büyük oranda kaybederken, radikal İslam format değiştirerek bugünkü El Şebab örgütüne doğru bir iç evrim geçirdi.

Şebabül Mücahidin (El Şebab) ilk olarak 2006’da İMB’nin gençlik hareketi olarak ortaya çıkmasına rağmen kısa sürede bu örgütün yeni mirasçısı haline geldi. Örgüt El Kaide’nin diğer türevlerinin aksine yabancı Müslümanlar için de çekim merkezi oldu: ABD geçtiğimiz yıl 2007’den itibaren 40 kadar ABD’li Müslüman’ın El Şebab’a katıldığını açıklamıştı. Geçtiğimiz günlerde Kenya’da düzenlenen saldırıda yabancı uyruklu Müslümanların da yer alması gayet açıklayıcı. Örgüt bünyesinde 2010 itibariyle 200-300 arasında yabancı militan olduğu tahmin ediliyor ve bu durum El Şebab’ın uluslararası cihad merkezleri arasındaki cazibesini ve gücünü ortaya koyuyor.

Daha 2007’de El Şebab liderleri Afrika Birliği’ne bağlı Barış Ordusu’nu hedef alarak dışardan müdahale yeltenenlere pek de kibar davranmayacağını açıklamış ve “Somali sizin maaş alabileceğiniz bir yer değil, öleceğiniz yer.” demişti.

2008 onlar açısından ciddi bir dönemeç oldu. İç savaşta ciddi zaferler kazanan El Şebab ülkenin güney kısmında, daha önce İslam Mahkemeleri Birliği’nin kazanmış olduğundan daha büyük bir hakimiyet alanı kazandı. 22 Ağustos 2008’de Kismayo kentinin ele geçirilmesi güneydeki etkinliği artırmıştı. Buradaki çatışmalarda 35,000 kişi kaçmak zorunda kalırken, İSlam Mahkemeleri Birliği ve El Şebab şeriata dayalı yeni bir rejim tesis etmişlerdi. Evlilik dışı cinsel ilişkiye giren kadınların recm edildiği, hırsızlık yapanların kolunun kesildiği bir düzendi bu. 2009’da Cibuti’de yapılan anlaşma uyarınca Etiyopya ordusu Somali’den çıkmış ve Federal Hükümet’le anlaşma sağlanmış olmasına rağmen ülkedeki savaş rüzgarları dinmemişti.

El Şebab’ın Federal Hükümeti hedef alması üzerine bu kez vekaleti Afrika Barış Gücü devralmıştı. 2009 Şubat ve Mayıs ayları arasında örgüt özellikle yabancı askerlere ve uluslararası kurumlara yönelik birçok intihar saldırısı gerçekleştirmiş ve onlarca kişi öldürülmüştü. El Şebab sadece ülke içerisinde değil uluslararası alanda da sesini daha fazla duyurmuştu. Örgütün eylem tarzındaki farklılaşmalar El Kaide ile sıkı bağlar geliştirmesinin bir sonucudur. 2007 yılında El Kaide lideri Usame Bin Laden El Şebab’ın zafere ulaşacağına inandığını belirten bir video yayınlamış ve bu hareket safların hem bir moral kaynağı hem de giderek daha fazla El Kaide’ye öykünmeye yol açmıştı.

El Şebab’ın saldırıları karşısında BM bir yandan tüm dünyada özellikle binlerce insanın ölümüne yol açan açlığı bir koz olarak kullanarak yumuşak güçle bölgede etki kazanmaya çalıştı. Özellikle radikal İslamcıların elinde bulunan bölgede insanlar yardımlardan mahrum bırakılırken, açlığın sebebi olarak El Şebab gibi örgütler gösterildi ve müdahalenin meşruiyet zemini yaratıldı. Şebab ise özellikle yabancı yardım kuruluşlarını ülkede Hristiyanlığı yaymakla suçlarak hedef aldı.

Sonuç olarak meseleyi şu şekilde sonuca bağlamak gerekiyor: Bugün İslami akımların ve özellikle El Şebab’ın bu yoksul ve yıllardır açlıkla pençeleşen ülkesinde böylesine güçlü bir şekilde varolması ve Batı’nın her müdahalesinin ardından güçlenerek çıkması tesadüf değildir. Afganistan, Irak ve Suriye’de olduğu gibi Somali’de de emperyalist müdahalelerin radikal İslamcı akımları geriletebilmesi mümkün değildir. Bu tarz İslami akımlar dünyanın o ya da bu yerinde Batı’ya ve Hristiyan dünyaya karşı savaşmaya gönüllü mücahid bulmakta zorluk çekmeyecektir. Suriye buna örnek verilebilir. Bugün Suriye’de savaşan El Kaidelilerin birçoğu dünyanın farklı coğrafyalarından transfer olmuştur.

Afrika coğrafyası da ilerleyen süreçte, Kenya’daki avm baskınında olduğu gibi hem emperyalist saldırıların hem de El Şebab, Boko Haram gibi radikal İslamcı örgütlerin av sahası olmakla başbaşa kalacaktır. Afrika’da kurtuluşun reçetesi yine uluslararası sosyalist devrimin kaderine bağlı olacaktır.

KATEGORİLER
ETİKETLER