Kendisi İçerde Fikirleri İktidarda: Adnan Oktar Meselesi- Emre Güntekin
Adnan Oktar olayı uzun zamandır hararetli tartışmalara neden oluyordu. Rezillikleri, kirli ilişkileri, kaynağı belirsiz büyük paraları…Adnan Oktar için kediciklerle, lüks ve şatafatla dolu yılların sonuna gelinmiş görünüyor. Oktar, iktidara yakın ve onun için işlevsel olmanın getirdiği ayrıcalıkla bugüne kadar dokunulmaz bir hayat yaşadı. Sadece AKP döneminde değil, bakın 1999’da İçişleri Bakanlığı yapan Sadettin Tantan ne diyor: “Onları içeriye aldığımda o dönem parlamentodaki vekillerden bazıları ‘Bunlar iyi çocuklar’ diye üzerime çöktü.”. Bugüne kadar yayınlarında pek çok rezilliğe imza atan Adnan Hoca’nın A9 kanalına, birçok muhalif radyo ve televizyonu cezalara boğmakta, kapatmakta gecikmeyen RTÜK tarafından bugüne kadar neden beklendi? Birçok ailenin elinden çocuklarını kurtarmak için mahkeme, karakol kapılarında sürünmesine rağmen “güçlü devletimiz” neden bu kadar bekledi?
Peki, Adnan Oktar’ı AKP dönemi ve öncesinde dokunanı yakacak kadar dokunulmaz kılan neydi?
2018 yılı başında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Adnan Oktar için deli demiş ve A9 kanalının kapatılmasını istemişti. Oktar ise Diyanet İşleri Başkanı’na “Kumarhanelerden, içki fabrikalardan alınan paralarla, vergilerle maaşlarınız ödeniyor. Bir kere bunlar hakkında açıklama yaptınız mı, bunlara sesinizi çıkarttınız mı? Gıkın çıkmıyor hoca efendi.” sözleriyle cevap vermişti. Yani bir tür dinime küfreden Müslüman olsa durumu. Her türlü çocuk tacizini, tecavüzünü cansiperane savunan, olaya bir kereden bir şey olmaz diyerek yaklaşabilen bir iktidar için Adnan Hoca’nın ahlaki olarak sorgulanabilecek pek de kötü bir yanı olmasa gerekti.
Adnan Oktar meselesinin kanalında bizlere yansıyandan daha derin kökleri olduğunu herkes biliyordu. Dini açıdan bu kadar marjinal bir oluşumun böylesine desteklenmesinin başka bir açıklaması yok. Fakat devletin verdiği destek, Adnan Hoca’nın kişisel karakteri ve kanalıyla bize yansıyan dünyası toplumun büyük çoğunluğunda bu akıl dışı oluşumun sıradanlaşmasına, hatta çoğu zaman mizah unsuru olmasına yol açtı. Yeri geldi yaptığı dans paylaşım rekorları kırdı; yeri geldi yapılan muhabbetler inşallah, maşallah hocamlar gündelik dilimize sirayet ederek bu absürtlüğün oluşumuna hizmet etti. Bunun bir tık altı mesela Cübbeli örneğidir.
Meselenin magazinel boyutunu kazıdığımızda karşımıza ilk olarak Adnan Oktar’ın kurulu düzen açısından nasıl ideolojik bir işlev gösterdiği çıkar. Adnan Oktar 12 Eylül sonrasında dinin hemen her alanda geçer akçe haline getirilmesiyle, bu yoldan kendisine yol açabileceğini gören en uç örneklerden birisi. 90’ların başından itibaren Oktar’ın çizgisi katıksız bir Yahudi düşmanlığı ve antikomünizm oldu. 1990’larda ABD’de yükselen Hristiyan yaradılışçılığı fikrine sırtını dayadı ve Evrim Aldatmacası, Yaradılış Atlası gibi birçok evrim karşıtı kitap “yazdı”. Grubun eski müritlerinden biri bu kitabı nasıl yazdığını şöyle anlatıyor: “Kitapların yazılmasıyla görevlendirilmiş bir mürit grubu vardır. Bunlar yazacakları her kitap için, başta Amerika Birleşik Devletler olmak üzere yaratılışçı Hıristiyan yazarlarca yayınlanmış birkaç kilit kaynak edinir, sonra da kendi yaratılış yaklaşımlarına uygun bölüm ve paragrafları bire bir kopyalar. Ardından fotoğrafları ekleyip, aralara Kuran’dan ayet, bir kaç tane de yorum eklerler. Bu fikirlerden hiçbiri Oktar’ın kendi fikri değildir.” Yani fikrî desteği de kiliseden devşiren Oktar’ın büyük paralar ile girdiği ideolojik “mücadele” AKP zihniyeti için de yarayışlıydı. FETÖ’nün de sürekli evrim karşıtlığı, bilim karşıtlığı, komünizm karşıtlığı ve büyük para ağı üzerinden yürüttüğü faaliyetler tüm siyasal islam projesinin ortak tandansını oluşturmaktaydı.
Kurduğu Bilimsel Araştırmalar Vakfı nasıl elde edildiği bilinmeyen devasa bir bütçeyle Adnan Oktar’ın yayın işlerini yürüttü. Özellikle Yaradılış Atlası dünyada birçok üniversiteye, akademisyenlere özel olarak gönderilirken; Türkiye’de neredeyse bedava dağıtılmadığı okul kalmadı. Tabi milyonlarca baskısı yapılan 850 sayfalık kuşe kağıda basılı böylesine maliyetli bir projeyi kimin finanse ettiği de karanlık noktalardan biri.
2000’lerin başıyla birlikte Oktar rotasını ünlülerden ziyade genç, varlıklı, okumuş kişilere çevirir ve onları etkisi altına almaya başlar. Güzel giyimli alımlı kadınlar, yakışıklı erkekler cemaate adam devşirmenin aracı haline gelir. Her şey bu kadar masumane ilerlemez: Bugün ortaya çıktığı üzere cemaat içerisinde özellikle kadınlara karşı baskı, şiddet, taciz, tecavüz yoğun olarak kullanılır.
Oktar’ın güçlenmesinde Refah Partisi döneminin büyük önemi vardır. Özellikle Erdoğan’ın başkanlığı döneminde İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyeleriyle ilişkisini Fatih Altaylı şöyle anlatır: Fatih Altaylı, bu durumu Oktar’ın gücünü pekiştirdiği an olarak değerlendirir: “Oktar’ın çevresindeki birçok şirket 1995 ve 1996 yıllarında, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Refah Partisi elindeki belediyelerle büyük iş anlaşmaları yapar. Grubun toplantılarından birini basan polis, Refah hükümetinin bakanlarından olup, Türkiye’de siyasal İslam’ın başlıca ideologlarından Oğuzhan Asiltürk’ü tutuklar. Gerçekten de tarikat ekonomik gücünü bu yıllarda pekiştirdi, müritlerinden bazıları Dubai’de bile şirketler kurdu.”.
Ilımlı İslam’ın “modern” bir yorumunu laik ve hatta “aşırı bir yaşam biçimi” ile sunan Oktar, Yeşil Kuşak projesinin bir ürünüydü, kullanılabileceği kadar kullanıldı ve artık tedavülden kaldırıldı. Daha düne kadar gıkını çıkarmayan AKP medyası Oktar’ın nasıl tehlikeli bir terör örgütü olduğunu bugünlerde dilinden düşürmüyor. Günaydın!
Bu kadar rezillik basına ayyuka çıkmasaydı, aileler çocukları için mahkeme kapısına dayanmasaydı iktidar yine de düğmeye basar mıydı? Eğer bu operasyon bütün bunlar için yapılmış olsaydı daha önce gerçekleşirdi. Oktar operasyonunda onun iktidar için kullanışlı bir yanının kalmaması, aksine zaman zaman çizgiyi aşması başat rol oynamıştır. Bu AKP’nin eteğinden ayrılmayan bütün cemaatler için günü geldiğinde gerçekleşecek olan kaçınılmaz bir kaderdir.